harikulade kızlar ve geceler "otel günleri"
Uzun zamandır iş arıyordum. Görüşmelerde hep aynı soruyla karşılaşıyordum. Sanki birisi bütün şehri dolaşmış ve işe alım uzmanlarının eline aynı soruları bırakmıştı. Bir zaman sonra artık hiçbir işe kabul edilmeyeceğime inandığım için olay kendiliğinden eğlenceye dönüyordu. Uzmanların sordukları saçma sorulara saçma cevaplar uyduruyordum.
“Ege Bey, beğenmediğiniz zayıf bir yönünüz var mı?”
“Dürüstlük.” Kısa bir sessizlik. Eli çenesinde, gözlüklerinin arkasından beni izlerken düşünüyor…
“Sizce dürüstlük zayıf bir yön müdür?”
“Yeterince dürüstseniz, değildir.” Bu kez daha uzun bir sessizlik. Düşünmeye zorluyor kendini…
“Müşteri odaklı mısınız Ege Bey?
“Evet, seviştikten sonra sarılmayı severim.” Bu tür cümleleri içimden söylerken, onlara daha edeplisini buluyordum…
“Ege Bey, beş yıl içinde kendinizi nerede görüyorsunuz?”
“Kanepede karının üzerinde…”
Böyle oyunlar oynuyordum işte. Bunda kavurucu sıcağında etkisi vardı tabi. Yaz sıcağında tüm gün dolaşıyordum iş bulmak için. Son durağım sürekli gittiğim bardı. Arkadaşımın elime tutuşturduğu yerel bir gazetenin iş ilan sayfasını bar tezgahı üzerine açtığımda bir öğleden sonraydı.
Kuruydu ilanlar. Mühendis arıyorlardı. Bu kadar çok mühendisi ne yapacaklardı? Biramdan cesur bir yudum aldım ve garson aranıyor yazan ilanın başına soru işareti koydum.
Yanımda oturan ihtiyarın uzun süredir beni izlediğinin farkında değildim.
“Oğlum iş mi arıyorsun?” dedi hırıltılı ses tonuyla.
“Evet.” Dedim.
Bir süre bana baktıktan sonra:
“Dürüst müsün?” diye sordu.
“Rahmetli babamdan kalan tek miras, yüreğimdeki dürüstlüktür…” Yalandan kim ölmüş.
“Güzel.” Dedi hırıltılı sesiyle.
“Yakında bu şehirden gitmeyi düşünüyor musun?”
“Yeterince dolaştım. Artık ebedi istirahatgahım burası.” Dedim göğsümü şişirerek.
Yaşlı adam bir süre baktıktan sonra gömleğinin cebinden çıkardığı kartviziti uzattırken:
“Yarın bu adrese gel ve beni bul.” Dedi ve dalgalı denizde ilerleyen yelkenli misali salınarak uzaklaştı.
Elimdeki kartvizite baktım. Üç yıldızlı bir otelin adresi yazıyordu. İhtiyar, pek güven veren birine benzemiyordu. Öğleden sonra sarhoş gezen bunaktan iş teklifi almıştım. Buda iyi. Bir yerden başlamak gerekiyordu.
Ertesi gün traş oldum. Temiz, çizgili beyaz gömleğimi giydim. Kravatımı taktım. Lacivert pantolonumu giydim. Sabah 09.00’da otelin kapısından içeri girdim. İş görüşmesine öğleden sonra gidecek değildim. İlk izlenim önemliydi.
Resepsiyondaki genç çocuğa Mesut Bey’le görüşmek istediğimi söyledim.
Baştan aşağı beni süzdükten sonra:
“Şuan burada değil. Akşam gelir.” Dedi.
“Bana iş için gelmemi söyledi. İşte verdiği kartvizit.” Dedim elimdeki kartviziti uzatarak.
Bu sırada müdür görünümünde bir adam girdi içeri. İlk bakışta birşeyin müdürü olduğu belliydi zaten. Kıyafetle ilgisi yoktur. Bu ilk bakışta farkedilecek birşeydir. Yürüyüşte gizlidir, ses tonunda, iki mimik arasına sıkışır bazen, rahatsız edici, mide bulandırıcı, lezzetli çorba içindeki sinek misali farketmemek imkansızdır. Tam olarak böyleydi adam. Resepsiyondaki çocuğun yanına geldi.
“Ne oldu?” diye sordu.
Ona aynı şeyi söyledim. Bir süre kartvizite baktı. Sonra bana baktı. Tekrar karta baktı. Ben resepsiyondaki çocuğa baktım. Resepsiyondaki çocuk müdüre bakıyordu. Bir süre devam etti bu can sıkıcı durum. Sonra müdür:
“Mesut Bey, iş için mi çağırdı sizi buraya?” dedi.
“Evet, beyefendi.” Dedim.
“Tamam. Tecrübeniz var mı?”
Tanrım, aptal sorular yine başlıyordu. Ne için tecrübem var mıydı? Hangi iş için geldiğimi bile bilmiyordum.
“Var.” dedim.
“Ne zaman başlayabilirsin?”
“Hemen.”
“Tamam. Bugün Cenk’le beraber dur. Personelle tanış, oteli gez. Yarın, gece shiftine başlarsın.” Dedi müdürüm.
O an boynuna sarılmak istedim bronz heykel gibi dik duran adamın. Ağlamak istedim. Bütün bu saçma duygusallığa rağmen bir profesyonel gibi ciddiyetle, sakin görünerek teşekkür ettim ve elini sıktım yeni müdürümün. Sonra Cenk benim elimi sıktı.
“Müdür müdür müdür?” dedim genç çocuğa.
“Ne?”
“Boşver.” Dedim ve ekledim “Sence ne öderler?”
Akşam otelin sahibi Mesut Bey geldi. Bana kartviziti veren moruk. Resepsiyonda beni görünce: “Sen yeni misin?” diye sordu.
“Evet, beyefendi.” Dedim.
Asansörün kapısını açtı, binmeden önce bir süre bana baktı. Ardından hırıltılı nefesiyle birşey mırıldandı ve osurdu. Asansör kabinine girdikten kısa süre sonra sarı ışık hüzmesi yukarıya doğru ışınlandı.
İşte böyle başladım resepsiyonda çalışmaya. Ve bir daha nereden geldiğimi, kim olduğumu ya da başka birşeyi soran olmadı.
Ücret iyiydi. Yemek ve yol ödüyorlardı. Ayrıca iki çift gömlek ve bir pantolon vermişlerdi. Otelin çamaşırhanesinde temizletiyorduk. Araya kendi pantolon ve gömleklerimi sıkıştırıyordum. Yemek bol, içki ucuzdu. Otelde çalışan personelin izin günü bile olsa otelde müşteri olarak kalması, içmesi, yemesi, düzüşmesi yasaktı. Bende bir şişe içki satın alıyor evde içiyordum zaten.
Şehir otelinde çalışmanın çok rahat olacağını sanıyordum. Ne kadar zor olabilirdi? Kim kalırdı? Bir ya da iki oda en çok diyordum. Siz öyle sanın…
İşin böyle olmadığını ertesi gün anladım. Otel her gün kırk ya da elli oda iş yapıyordu. Müşterilerin çoğu pazarlamacı, şirket toplantısı ya da fuar için gelenlerdi. Ancak kemikleşmiş olan müşteriler, fahişeler ve seks için gidecek yeri olmayan çiftlerdi. Onlar için birinci kat ayrılmıştı. Sürekli aynı kattaki odaları veriyorduk.
Kısa sürede işi kaptım. Benden başka kimse gececi olmak istemiyordu. Gece ne yapardı bu insanlar anlamıyordum? Ben yapacak birşey bulamıyordum. Uyuyamıyordum zaten. Gündüz boş zamanlarımda şehirde dolaşıyor, birkaç kadeh içip rahat bir uyku çekiyordum. Akşam duş alıyor zımba gibi iş başı yapıyordum.
Bir süre sonra civardaki bütün fahişeleri tanıyordum. Hepsinin isimlerini öğrenmiştim. Aynı gün içinde otele üç kez girip çıkanlar vardı. Artık odaya çıkmadan önce, “Naber yakışıklı?” diyerek yanağımdan makas alıyor, meme ucumu sıkıyorlardı. Mümkün olduğunca samimi olmuyordum. İçlerinden biri bana bedava hizmet sunacağını bile söyledi. Bir daha görmedim onu.
Buraya kadar olan, işin eğlence kısmıydı. Sürekli uyanık olmak zorundaydım. Özellikle geceleri. Çünkü kötü şeyler genellikle geceyarısından sonra olur. Bazen karanlık adamlar gelmiyor değildi hani. Koluna taktığı kadını otele getiren enseli tipler vardı. Zengin görünürlerdi ancak oda için sıkı pazarlık ederlerdi. Bir gece yine böyle biri geldi.
Kayıtlarını yapmak için kimliklerini istedim. Vermek istemedi.
“Bak evlat sen yenisin galiba. Ben sürekli gelirim buraya.” Dedi.
“Anlıyorum bayım ancak kimlik bilgilerinizi yazmadan size anahtar veremem.”
Bir süre sonra adamı ikna ettim. Ancak bu kez para konusunda sorun çıkardı.
“Bak evlat ben her zaman yüz lira ödüyorum. Başlatma kuralına! Müdürünü çağır bana!”
“Bayım burada yetkili kişi benim. Madem sürekli müşterimizsiniz size %15 indirim yapabilirim.”
“Yüz liradan tek kuruş fazla ödemem. Çok uzattın ver şu anahtarları bana! Ver diyorum sana!”
“Bayım imkansız. Benim maaşımdan kesilir.”
Karşınızdaki kişi içkiliyse ve sabahın 03.00’üyse her an herşey olabilirdi.
“Anahtarları ver dedim sana ukala herif. Seni şikayet edicem. Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
“Bir dakika beyefendi.” Dedikten sonra telefonu kaldırdım.
“Ara ulan müdürünü, ara ve sor!” dedi ve beklemeye başladı.
“İyi geceler karakol mu? Evet, memur bey burada bir beyefendi var. Yanındaki hanımla birlikte odaya çıkmak istiyor ve oda ücretinin tamamını ödemeyi reddediyor ve bana zorluk çıkarıyor. Teşekkürler, bekliyorum.”
Genellikle daha cümlem bitmeden hergele otelden çıkmış olurdu.
Bitmedi. Sabaha karşı bir gün polisler geldi. Dışarıda bir ekip arabası, arka sokağı tutmuştu. Resepsiyonda dört polis vardı. Benden 306 numarada kalan kişiyi resepsiyona çağırmamı istediler. Öylede yaptım. Adam cinayetten aranıyordu. Sanırım polisin iyi çalışan sisteminden haberi yoktu. (Burada açıklayacak değilim.)
Adam, öylece yanımdan geçip odasına çıkmıştı. Oysa bir karıncayı inciteceğine ihtimal vermemiştim adamın. Hiç bilemezsiniz ölüme ne kadar yakın ya da uzak durduğunuzu. Bunu ölçebilecek birşey yok elimizde henüz…
Yine bir gece, bir adam ve kadın çıkageldi. Adam benden kimlik bilgilerini yazmamamı, evli olduğunu söyleyerek saklı tutmamı söyledi. Ve dolgun bir bahşiş bırakacağını ekledi. “Kesinlikle hayır.” dedim. Ardından adam bana gerçek kimliğini gösterdi
“Emniyet. Kolay gelsin.” Dedikten sonra çıktılar. Arada böyle sivil polisler kontrole gelirdi. Aynı şekilde maliyeden gelenler oluyordu.
Sürekli tetikte olmam gerekiyordu. Bir ay içinde işin püf noktalarını öğrenmiştim. Altı ay içinde müdür olmayı düşünüyordum.
Bir gece telefon çaldı. 103 nolu odada kalan adam battaniye istiyordu.
“Evet, beyefendi. Dolapta temiz battaniyemiz var.” dedim.
“Ne dolabı? Battaniye istiyorum oğlum.”
“Beyefendi klima var odanızda.”
“Anlamıyor musun oğlum? Üşüyorum, battaniye lazım.”
“Beyefendi, temmuz ayının ortasındayız.”
Bu sırada konuşmaya kulak misafiri olan bellboy Rasim Abi yanıma geldi. Elli yaşında bir ayağı diğerinden kısaydı. Ve matrak bir adamdı.
“Ne oldu?” dedi.
Elimle ahizeyi kapattım.
“Odadan arıyor. Adam battaniye diye tutturdu. Temmuz ayında ne battaniyesi Rasim abi?”
Rasim Abi gülmeye başladı birden.
“Abi gülme, zaten sinirliyim.”
“Oğlum, argoda battaniye kadın demektir.” Dedi ve gülerek uzaklaştı.
Derin bir nefes aldım. Ardından:
“Bayım, otelimiz bu tür hizmetler sunmamaktadır.” Dedim ve telefonu yüzüne kapattım.
Günler ve haftalar böyle geçiyordu. Ancak size Jale’den bahsetmeden geçemem. Kat hizmetinde çalışıyordu Jale. Kirli çarşafları yenisiyle değiştiriyordu. Otuzsekiz yaşında dul kadındı. Kocası sekiz yıl önce trafik kazasında ölmüştü. Adam öldüğünde karısına yüklü borç bırakmıştı. Bu yüzden evi satmış, beş parasız ve evsiz kalmıştı. Şimdi geçinebilmek için çalışmak zorundaydı. Hayat çeşitli oyunlar sergiliyordu ve bu oyunların adilane yahut ahlaki olması gerekmez…
Kocasından nefretle bahsederdi Jale.
“Adi adam. Kumarbaz. Bütün birikimimizi yedi ve öldü.” Derdi.
Yüzü kırışmaya başlamıştı. Siyah saçlarının arasında uzun çizgi şeklinde beyaz saçları olurdu bazen. Sonra kaybolurlardı. Çenesinde iri etbeni vardı. Ancak harikulade bacaklara sahipti. Siyah eteğinden yere uzanan muntazam sütunlar gibi çıkıyorlardı. Her zaman naylon çorap giyerdi. İşinden kalan boş zamanda resepsiyonun hemen yanındaki koltuğa oturur, bacaklarını sergiler, parlak çoraplarını çekiştirirdi. Başlarda yaptığı şeyi çok seksi buluyordum. Fakat bir süre sonra işkenceye dönüşmeye başladı benim için. Geceleri rüyama giriyordu o naylon çoraplar.
Yine bir gece bacaklarını öne doğru uzatmış baldırından yukarıya kadar eteğini açmıştı. Çekiştirip duruyordu o ince çorapları. Ben telefonla konuşuyor, o harika bacaklara bakıyordum. Sonra daha fazla dayanamadım. Haftalar boyu beynimde girdaplar oluşturan o görüntü, içimde biriken şeyin patlamasına neden oldu.
Telefonu beklemeye aldım ve:
“Yeter artık! Daha fazla dayanamıycam!” diye bağırdım.
“Ne oldu canım?” dedi Jale çoraplarını çekmeye devam ederken.
“Jale, sürekli oraya oturuyor, bacaklarını sergiliyor ve o lanet çorapları yukarı çekip duruyorsun. Çalışamıyorum. Lanet olsun! Aklım sürekli bacaklarında ve o çoraplarda. Altı aydır bir kadına saplamadım. Biraz anlayış göster. Ve şu işi git başka yerde yap! Lütfen!” dedim.
Kancık bir kahkaha attı Jale. Ardından kırıtarak merdivenleri çıktı.
Yaka düğmemi açtım, kravatımı gevşettim ve telefonu beklemeden aldım.
Bir hafta sonra sapladım Jale’ye. 101 nolu odada. Geceden kalan kirli çarşafların hemen üzerinde. Beni profesyonel bir şekilde elleriyle soydu. Yatağın çarşaflarını değiştiriyor gibi bir çırpıda çıkardı elbiselerimi. Sonra önümden sarkan şeye bakıp: “Tanrım, nasıl bir şey bu? Çok güzel…” dedi. “Sünetçimin eli titriyordu ve ortaya bu çıktı.” Dedim.
İnanılmaz kadındı. Ağzı ve cinsel organı arasında diş dışında fark yok gibiydi. İkisinide aynı şekilde kullanıyordu. Doktorların bu kadını incelemesi gerekiyordu. Her akşam 101 nolu odada buluşuyorduk. Önce çarşafları değiştiriyor ardından birbirimize saplanıyorduk. Yaşıtlarım beni beğenmiyordu. O da kendi yaşıtlarını. Mükemmel bir uyum yakalamıştık. Kendimi çok sıhhatli hissediyordum. Seks en büyük sağlıktı. Gençleşiyordum. Otuz yaşındaydım ve yirmi gösteriyordum. Akıl sağlığım konusundaysa hala şüphelerim vardı…
İyi olan herşey gibi bitmesi gerekiyordu. Otel küçüktü. Dedikodu çabuk yayıldı. Bir gün müdürüm beni işten çıkardığını bildirdi. Mektupla.
Müdür, Jale’nin peşindeymiş. Birkaç kez tenhada sıkıştırmış. Ancak pas vermemiş. Jale’nin bana söylediği buydu. Asla emin olamadım. Bazı kadınlar böyleydi. Birşey anlatırlar, inanmak zorunda kalırdınız. Çok gerçek ve dürüst bir şekilde anlatsa bile yine de asla emin olamazsınız.
Bir miktar para aldım ve otelden çıktım. Son kez dönüp baktım o yere. Üç ay boyunca çok güzel vakit geçirmiştim. Birinci kat, 101 nolu odanın tozlu penceresine baktım. Orada, kahverengi perdenin arkasında Jale’nin bana baktığını düşündüm.
Ardından sırtımı otele verdim ve yürüdüm, kaldırıma düşen güneşe basmaktan çekinmeden.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.