- 813 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Sipariş
Son bir yemek hakkınız olsa ne yerdiniz? O güne değin hep adını duyduğunuz ama bir türlü tadamadığınız pahalı yemeklerden birini mi? Yoksa çocukluktan kalma, annenizin mutfağından çıkma bir tadı mı? Belki de hayatınızın en mutlu gününü bulur, o gün ne yediyseniz onu tekrarlamak istersiniz. Acele etmeyin. Karar vermek zorunda değilsiniz. Ama ben zorundayım. İnfaz görevlileri başımda dikilmiş, idamdan önceki ne yemek istediğimi öğrenmeye çalışıyorlar. Birinin elinde tablet bilgisayar, şu kadar mil çapındaki bir alandan, maliyeti bu kadar doları geçmeyecek yemek söylememi bekliyor. Bilgisayarı isteyip seçeneklerimi görmek istiyorum. Hayır! Dışarıya erişimim yasak. Belki de Kentucky Kemik’tekileri kendime acındırıp, isyana teşvik edeceğimden korkuyorlar. Olabilir diyemiyorum çünkü kimin benim gibi biri için rahatını, dahası düzenini bozup başkaldıracağını düşünemiyorum.
Benim gibi biri... Kolay değil benim gibi biri olmak. Ben bile geldiğim bu noktaya şaşıyorum. Kaçınılmazı beklediğim şu son dört yıl boyunca sık sık olayların düğümlendiği noktaya dönmeye çalıştım. “Her şey şununla başladı”dan çok, “Her şey şu noktadan sonra geri dönülmez hal aldı”yı aradım. Neydi o nokta?
...
Savcı konuşmasını bitirip yerine geçince, savunma avukatı Malvein Andrews ayağa kalktı ve kapanış konuşmasını yapmak üzere jüriye döndü. Bir çok meslektaşı gibi önce karşısında oturan on iki kişiyi süzdü. Sessizliğin uzunluğunun yeterli kıvama geldiğini düşününce söze girdi:
“Sayın jüri üyeleri! Savcı Theripper’ın iddilarını son kez dinlediniz. Bir kez de olan bitenin çarpıtılmadan özetlenmesi en büyük hakkınız. Şimdi size bu fırsatı sağlayacağım.”
Sözlerinin nasıl bir etki yarattığını görmek için jüriye tekrar baktı. Aradığı empatiyi yüzlerde göremedi. Hafif duraksayıp, devam etti:
“Müvekkilim, Charles Milles, gerek iş dünyasında, gerekse sosyal çevrelerde son derece itibar gören bir katildir... Pardon, bir kişidir.”
...
Hayır! Artık bu freud sürçmesinin geri dönmenin imkansızlaştığı nokta olduğunu düşünmüyorum. İdam kararı kesinleştikten sonra hep bu ana dönmüş, kararda sersem avukatımın sürçmesinin bağlayıcı olduğuna inanmıştım. Ama bu kadar yıldan sonra her şeyin değişebileceği anın mahkeme salonun dışında olduğunu farkettim.
Fazla zamanım kalmadı. Birazdan ısmarladığım tavuk butlarını getirirler. Ne yazık ki giderayak bira içmeme izin vermediler. Halbuki çakırkeyif idam yatağına gitmemin ne sakıncası olabilirdi? Kendileri bilirler. Yemekten iki saat sonra prosedür başlar. Rahip ziyareti, sağlık kontrolü derken son yürüyüşe geçilir. Yürüyüş bir duvarı tek taraflı camlı odada son bulur. Camın öbür tarafındaki özel davetlilerin bakışları arasında zehir vücuda zerkedilir. Sonra ölürsün. Yani ben ölürüm. Size bir şey olmaz.
...
Tekne dalgasız denizin ortasında hareketsiz duruyordu. Uyku mahmuru, kamaradan çıktı. Rüzgar olmadığı için sabitlenmesi anlamını yitirmiş bumbaya anlamamış gibi bakıp, yanıma geldi.
“Okyanusa ne oldu?”
“Duruldu. Sana bunu göstermek istedim. Sargasso denizindeyiz. Doğaldır böyle olması.”
“Bu kadar sakinlik biraz korkutucu.”
“Yalnız değilsin.” dedim, “Kolomb da buradan tedirginlikle bahseder. Korkacak bir şey. Hem birazdan sevdiğim bir dalış mekanına varacağız.”
“Okyanusun ortasında mı dalacağız?”
“Şahanedir, göreceksin.”
İkna olmamış bir şekilde kamaraya geri döndü. Rüzgardan umudumuzu kestiğimiz için motoru çalıştırdım. Tekne kayarcasına ilerlemeye başladı. Motorun homurtusunun kedi mırıltısı gibi huzur verici olduğunu düşündüm. Güzel bir gündü, fazlasıyla güzel.
Elinde kahve fincanıyla tekrar güverteye çıktı. Çıplak ayakla dolaşmaya çoktan alışmıştı. Beyaz mini şortu, bikini üstü, rüzgarda birbirine karışan saçlarıyla öteden beri bu teknede yaşıyor gibiydi.
“Şekerin kalmamış.”
“Şeker kullanmıyorum.”
“Misafirlerin de mi kullanmıyor?”
“Teknede pek misafirim olmaz.”
“Niye?”
Cevapsız sorulardan biri daha. Ufka bakıp konunun kendi kendine geçişmesini bekledim.
“Bana yok mu?”
“Var tabi. Ne zaman içmek istediğini bilemediğim için getirmedim.”
Rica etmeme gerek kalmadan, fincanını güverteye bırakıp yerinden fırladı, kamaraya koştu. Çok geçmeden kahvem elimdeydi. O da kendisininki alıp bana yaslandı.
“Bugün dalacak mıyız?”
“Tabi ki. Bunun için buradayız.”
“Dalmasak?”
“Dalmayıp ne yapacağız?”
“Motoru kapatır, tekneyi salarız. Kendimize de birer bira açarız. Onlar bittiğinde ikincilere geçeriz. Sonra da üçüncülere. Belki arada konuşuruz. Sen nasıl birisi olduğundan bahsedersin, ben de neleri sevdiğimden. Dünyada ikimiz varmış gibi yaparız. Akşam gelince de şekersiz kahvenle ayılmayı deneriz.”
“Kahve ayıltmaz, biliyorsun.”
“O zaman sarhoşluğumuz kalıcı olur; fena mı?”
Dediğini yaptık. Motoru kapatım, aşağıdan bir buzluk dolusu bira getirdim. Rüzgar olmamasına rağmen denizde hafif bir çırpıntı başlamış, tekne belirli bir ritimle salınmaya başlamıştı. Birer bira alıp, dümene yakın sedire sığıştık. Daha ne kadar çok zamanımız vardı...
...
Eğer hala o geri dönülmeyen noktayı anlatmaya çalışmamı bekliyorsanız daha çok beklersiniz. Ben buna dört yılımı harcadım. Şu kalan son iki saatimi tabi ki hayatımın en güzel gününe geri dönmek için kullanacağım. Yeterince şanslıysam o zaman diliminde sıkışır kalırım. Ama sanmıyorum. Yine de koskoca iki saatim var, sonsuzluk kadar uzun.
YORUMLAR
İlhan Kemal Bey, öncelikle hayal gücünüzü kutluyorum.
Bir idam mahkumu idama giderken son yemeği ne olur? Bunu insanın düşünesi bile gelmiyor. O ana insan yemek yer mi yemez mi onu da düşünemiyorum. ama ne düşündüğüne gelince, mutlaka geride kalan çocukları varsa onları düşünüyor olabilir. Yoksa pişmanlıklarını, ya da kendisinde iz bırakan anıları. Bir daha yaşayamayacak olmasını.
Avukatın savunması; insan masum olmadığını bildiği bir kişiyi nasıl savunur? Tıpkı yazıda olduğu gibi:))
Tebrikler...
İlhan Kemal
Örneğin Saddam Hüseyin'in idam kararıyla asılması arasında sadece 55 gün var. Türkiye'de bu süre daha uzundu ama çok da uzun değildi. Halbuki Amerika'da idam hücresinde ortalama 13 yıl geçiyorsunuz. Sizi diğer mahkumlar gibi avluya salmıyorlar, oda arkadaşınız yok, vs. Sonunda mahkumlarda durumu kabullenme, hatta bir an önce bitmesi için acele etme (intihar) görülüyor. Bu yüzden de son akşama gelindiğinde bir çoğunun iştahı yerinde oluyor, fırsattan istifade güzel bir şeyler yiyeyim deniyor. Peki yemekten sonraki son bir iki saatlerinde ne düşünüyorlar? Benim mahkumum öyküdeki gibi yaptı. Diğerlerini bilmem.
Avukatların yaptığı ise anlaşılabilir. Nasıl ki hastasının katil olduğuna bakmadan bir doktor onu iyileştirmekle yükümlüdür, avukatlar da müvekkilerine en iyi savunmayı sağlamak zorundadırlar. Bir çoğumuz ürünlerini ya da çevre politikalarını beğenmediği şirketlerde gayet güzel çalışıyoruz. Öyküdeki gibi sürçme pek sık olmuyordur (Genelde kapanış konuşmasına hazırlanılmadığının göstergesidir ki bu tip davalarda sıkça görülmez).
Çok teşekkürler!
Emine UYSAL (EMİNE45)
Açıklamalarınızda haklısınız. İdam mahkumu durumuna alışıyor.
Benim de başımdan buna benzer bir durum geçmişti.
Tabiiki hapishane ile ilgili değil ama ölüme giden birinin iştahı hakkında...
Geçmiş yıllarda, benim için ölüm kalım meselesi olan bir ameliyat geçirecektim. Gerekli tetkikleri yaparlarken beni iki gün aç bırakmışlardı. sonra da aniden ameliyata karar verip aç karına ameliyat odasına götüürmek için gelmişlerdi.
Ama ben öleceğime öyle inanmıştım ki, bari aç ölmeyeyim diye ameliyathaneye gitmemek için diretiyordum. Hemşireler ve doktorlar çaresiz öylece bekliyorlardı başımda. Sonunda hafif bir şeyler getirip bana yedirmeye karar vermişlerdi.
ama gelen yemekleri benim yemem mümkün değildi. Bir kolumda kan, bir kolumsa serum bağlı idi. Sağ olsun hemşirem beni bir bebek gibi beslemişti ve ben kıtlıktan çıkmış gibi yemiştim.
Az sonra öleceğimi de unutmuştum o kargaşada. Bana moral olmuştu o yemek.
Kim bilir, belki o mahkumlara da moral oluyordur son yemekleri.
Bir iki hafta önce Tv de üç kişinin idam edilmeyi beklerken yaşadıkları ve tekrar açılan davalardan sonra masumiyetleri kanıtlanıp suçsuz olarak salıverilmeleri ile ilgili biyografik bir film izledim.''Based on a true story'' tarzıydı.Kimbilir belki bu kişi de onlardan biriydi.Korkutucu bir gerçek öykü olarak okudum velhasıl.Kutlarım .
İlhan Kemal
Öyküyü okuyanların bir bölümünde bir suçsuzluk beklentisi var ama ben metne geri dönünce bunun işaretini göremiyorum. O yüzden seyrettiğiniz film ile öykü arasındaki All resemblance purely coincidental.
Yorumunuz için çok teşekkürler. Saygılarımla.
Yeşilvadi
İçimden o kahramanın da suçsuz olmasını dileyerek yazdımdı sizin de belirttiğiniz gibi.Saygılar,selamlar:)
İlhan Kemal
Hikayenin konusu çok iyi. Hatta tam benlik bir konusu var. Çok iyi düşünülmüş. Nasıl oluyor da böyle yaratıcı öyküler günün yazısı olamıyor? Bazen saçma sapan yazılar seçiliyor; altında şairlerin yorumları... İki tane dağlı, ovalı şiirsel söz koymak yeterli oluyor. Nasıl olsa ülkenin yarısı şair ve şiire meraklı. Koy bi' kaç Afilli söz, tamamdır.
İlhan Kemal
Her zaman Seçki Kurulunun tercihleri ile hemfikir olmuyoruz. Bazen onlar benim bir öykümü seçiyorlar ama onların fikrine üyelerin geneli katılmıyor ve öykü ilgi görmüyor.
Şiirler konusuna ise hiç girmek istemiyorum. Benim iddialı olduğum bir alan değil. Ama gözlemlediğim kısa şiirlerin asla ve asla seçilmediği. İçerik ve tarz tartışmaları ise Defter'de çeşitli forumlarda mevcut.
"İki tane dağlı, ovalı şiirsel söz koymak yeterli oluyor."
Böyle mi, değil mi bir şey diyemem ama ömrünü 70 lerde tamamlayan Köy Edebiyatı bazı Defter sakinleri arasında hala kabul görüyor. Belki onun bir etkisi vardır.
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Birşeyle ilgili endişeyi yatıştırmak için " ucunda ölüm yok ya" deriz hani, bu öyküden sonra bunu daha çok söyleyeceğim sanırım.
Hayatın en güzel gününe gelince...Mutlaka vardır, ama geriye bakınca karmaşık bir rüyanın anlık görüntülerinden başka hatırlayabildiğim yok.
Çok hoş bir öyküydü. Her zaman öyle oluyor.
Elinize sağlık.
İlhan Kemal
Hayatın en güzel günü büyük olasılıkla sonsuza değin sürmesini istediğiniz anı da içeriyordur. Belki o anı hatırlaması günü hatırlamaktan kolay olur.
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Hikaye çok güzel . Ölümüne 2 saat kalan biri acaba neler hisseder. Ben kendimi yerine koydum ölümü beklemek nasıl olur diye düşündüm ve o 2 saatimi kabus dolu geçirir ve belki de kalp krizinden anında giderdim ...Hayal filan da kuramazdım...İyi ki öykü kahramanı değilim...
Sevgilerimle...
İlhan Kemal
Ne kadar isabetli bir söz! Benim öykülerimde kahramanların başlarına genelde iyi şeyler gelmediği için size katılmamam mümkün değil. Eğer benim öykülerime kahraman olsaydınız, herhalde şu ana kadar en azından kırk ya da elli kere ölmüştünüz, hayatınız savaşlarda, tarihin olmadık noktalarında, uzayda geçmiş olur, bırakın torunları, çocuklarınız bile olmazdı. İyi değilsiniz (İyi ki ben de değilim) Sevgilerimle.
canandemirel
İlhan Kemal
Ben ne yapardım acaba sorusu beynimi kemiriyor şu anda. O kadar kaptı götürdü öykü.
Uzun bir aradan sonra (Kendimden kaynaklanan bir aksaklık) sizi okumak güzeldi.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Ben şundan eminim, iyi günlerimi değil, yalnızca pişmanlıklarımı düşünürdüm. Özellikle kızlarıma iyi bir anne olup olmadığımı...Arkamdan " Gitti de kurtulduk" mu derler, "daha çok erkendi" mi? Herhalde bunları düşünürdüm. Yemeklerden de Bolaş lokantasından piszola kebap olsun lütfen. Sanırım bütün ömrünce et yememiş bir insanın bunu istemeye hakkı vardır.
Tekrar saygılar değerli yazarım.
İlhan Kemal
Ben daha annesi hakkında kötü konuşan kadına denk gelmedim. Hatta ortalıklarda yoksanız daha da iyi konuşuyorlar: "Benim annem (ya da anneannem) çok güzelmiş" diye başlayan cümleler epey tanıdık. (Dolaylı yoldan "Aslında ben bayağı güzelim" demenin bir yolu) O yüzden içiniz rahat olsun. Hakkınızda gayet güzel sözler söyleyecekler. "Daha çok erkendi" diyebilirler. Anneannem 91 yaşında öldüğünde annem de buna benzer sözler etmişti.
Hikâye çok güzeldi de, insan ölümüne iki saat kala geçmiş güzel günleri mi düşünür, bilemedim doğrusu. Herhalde arkasında kimsesi olmayan birisi, mahkûm. Yoksa düşüneceği çok farklı şeyler olurdu diye düşünüyorum.
Hikâyenin okuduğum kısmından çok, anlatılmayan yanlarına takıldım kaldım. Ne yapmalı? Sayın yazar bir iyilik yapıp bir devam yazısı yazsa ne güzel olur! (Çok olduğumun farkındayım, ama ne yapayım, merak işte: Neyle suçlandı, o güzel sevgiliye ne oldu, yoksa onun ölümüyle ilgili mi idama gidişi, vesaire vesaire...
Merakta bıraksa da, tadı damakta kalan bir çalışmaydı, elinize sağlık.
Selâm ile.
İlhan Kemal
Öykünün anlatılmayan bölümünün anlatılması gerektiğini düşünüyorsanız, bunu denemek ister misiniz? Keşke yapsanız (Çünkü benim yapacağım yok). Saygılarımla.
İlhan Kemal
Sanki Charles Milles'ın başında bekleyen infaz memurlarının ağzından çıkmış gibi (Şu adam yemese de, butlar bize kalsa umuduyla bekleşirlerken)
Charles efendi hiç bir şeyin geri sarılamayacağını keşfetmiş biri, hatıralar dışında. Böyle biri için pişmanlık var mıdır? Neden olmasın. Saygılarımla.
Charles Milles her ne kadar mahkemece suçlu bulunsada ...ben onun masum olduğunu ve başka pişmanlığından ötürü ölüme gülümseyerek baktığını hissediyorum.....
har zamanki gibi harika bir yazı okudum...kafamda kurgulu soru işaretleriyle tabi....
elinize yüreğinize sağlık...saygılarımla....
İlhan Kemal
DİLEK YILDIZI
İlhan Kemal
Gözümün önüne O gün beni her zamankinden farklı olarak iki yerine bir köpek kovalamıştı. Onu hatırlayayım bari diyen birisini getirdi. Gerçekten, bir güne geri dönebilsek o hangi günümüz olurdu? (Forum konusu olmaya aday bir soru ama özel detaylar içeriyor)
DİLEK YILDIZI
geriye dönseniz hayatınızdaki neyi değiştirmek isterdiniz gibi...
Hata avukatın dilinde demek ki o da ikna olmamış savunmasına.Tabi bu avukatı anlayabiliyorum meslektaşı olarak ,bir şeyi savunursunuz ama savunmak için savunursunuz ,bilirsiniz o davayı kaybedeceğinizi ,sıkı bir savunma anında düşünceleriniz aniden dökülüverir mahkemenin önüne,acemi işi mahkemede şaşar gibi :))))
Şaka bir tarafa son hallerini yaşayan bir idam mahkumu ne düşünür ki ,rüzgarı durmuş sakinlikte bira eşliğinde o güzel anları mı ,yoksa kalbinin gürültüsünü mü.Düşünüyorum ben olsam nasıl bir hayal kurardım.Sanırım hayatımdaki bende iz bırakan anları..
Çok güzel öykü ,saygımla
İlhan Kemal
Öyküyü bir buçuk, iki ay kadar önce tasarladım. Tasarı sonrasında sondaki yaklaşımın Green Mile romanındaki Arlen Bitterbuck'inkine çok benzediğini farkettim. Yapacak bir şey yoktu; değiştirmedim.
Yorum için çok teşekkürler. Saygılarımla.