- 667 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Arayış
Müreffeh bir neslin yetişmesi için, çılgın haykırışlar son bulmalı! Nesil kelime düzenbazlığı içerisinde peşkeş çekilen ve hâlâ bu sürecin devam ettirildiği sosyolojik olguların ezeli bir kobayı! Âmme tarzda bir ümmilik! Sevindirici tek yanı, buğday aynı buğday, arpa aynı arpa ve su aynı su!
Sahtiyan, süslenmiş bir gökyüzü ayna. Neye göre hizalanmamız gerekliliğini bilmek pek lüzum gelmiyor yaşamak için. Yaşamak arayış demek, aranmak değil; aramak demek! Sahtiyan dahi olsa yüzlerimiz, boyalanmış ve de gizlenmiş dahi özünden, gölgelerimiz birliği hatırlatıyor. Aynı renklerin sakin bir yolculuğu, birkaç milyon insan değil de, birkaç milyon gölge, ruh demek daha doğru. Yalnız ruhlar asıl perestliğin ‘vedad’ ile gerçekleşebileceğine inanmıyor. Kendine tapan kümeler, kendi varlığından bir başkasına inanmak da güçlük çekiyor. Keşke ruhun konuşmasına izin verilse! Ama beden cimri, dil yumuşaklığından, sululuğundan vazgeçmek istemiyor. Gözler biteviye yalancı bir gülüşü kovalıyor. Gölgeler oysa ne gülebilir, ne de ağlayabilir!
Herkes kendi odasına çekilmiş, yaşamak derdi bir ekmek, biraz su ve dahası perişanlık. Uygunsuz tüm durumlar gizlenmeye ve de sır olarak tutulmaya muhtaç. Oysa varlığın sırrı utanç kaynağı olmamalı! Bunu insanlar da pek umursamıyor. Neyiz, neciyiz ve nereden başladık, nereye gidiyoruz… Her şey yazılı, levha belli, ancak buna kayıtsızlık gülünç vaziyet. Şuurlarımızı işgal eden şeyler, bir şey olamamanın mağlupları. Gayeleri olmayan metalar, hızlılar ama tez tüketilmekle bilinen realitelere sahipler. Victor’un Musa için istettiği heykeltıraş kaç asırdır reel olanı yontmakla hükümlü?
Zekâlarımız papirüs üzerine kayıtlı bilinmeyen alfabeler gibi. Çözümsüzlüğümüzün idrak olarak buluştuğu nokta, geçim sıkıntılarımız. Hep bir geçimsizliğimiz mevcut. Bu yüzden geçimli olmakla zihinlerimizi bulandırmışız. Az veya çok, fark etmez. Yaratıldığı gibi öleceğine, öleceği gibi de tekrar dirileceğine inanmayan birinin şüphesi ne ise, ekmeğe su diyen akılsızın varlık da ki şüphesi de aynıdır. Dibi gözükmeyen suyun içine neyin atıldığı önemli değildir. Su bir kere bulanmışsa, rahatsız edilmiştir. Cansız zannettiğimiz varlıklara saygısızlık da sınırı olmayan insanın, gerçeğe saygıyla orantılı ne kadar samimi olabileceği de soru işaretidir dünden bugüne. Odasında gizli olan zevkin kerameti, dolduracağı çöp tenekesinin kapasitesi kadardır.
Kirli su, kirli dünya, kirli insanlık; ben veyahut sen, yaşamak için nefes alıpveren, düşünen canlılar. Aslında bir ağaç var. Bir ağaç ve trilyonlarca dal, seksilyonlarca yaprak, desilyonlarca gözenek, nefes… Hepsinin aynı yeşerişe sahip olması, bir doğrunun eğrilmez, bükülmez tarafı. Bizi, haklı veya haksız sadece biz yapan gerçek de tüm sıfatlarıyla beraber hayat ağacını tanıma imkânımız ve müsaademiz olmasa dahi, kabul rehberiyle, uçabilmek… Uçmak, gitmek manasında değil. Çünkü gidiş yok, asıl gelişin olmadığı gibi, gidişinde olmadığı bir dünya içerisinde uçabilmek o ağacın etrafında. Hep bir etraf adılı! Bu kavrayışa mazhar olmak da, arayışın membası… Esrik olması, dans etmesi, kelebeğin ölüme savruluşu gibi! Gitmek, son bulmak yok aslında. Buna rıza gösteren bir yaratıcı olamaz. İsteyen yaratır, yaratan sever, seven yarattığını yok etmez! Biz yok ediciler, yaratamadığımız yaradılışlıkları yok etmekle vakit kaybediyoruz. Arayışımız kaybetmek ile kazanmak arasında hep yok etmek. Varı var edeni kanıtlamak için, yok olanı da mahvediyoruz. Bu var edenin, yok olmaması için gereken bir şey. Hissetmeliyiz bu yüzden. Olanı bitiremeseydik, olanın boşluğunu, olmayışını hissedemeseydik- buna en çok da ölüm dâhil- aramazdık.
İşte gölgeler olmak için sebebi olan hayat! Ancak gölgeler gibi yaşayamayız. Ot olmak, otun kaderi, kuş olmak, kuşun… Bizim kaderimizi bir başkasıyla değiştirme kabiliyetine nail olmayacağımız için, arayış içerisinde kaçış en makul gibi gözüken, bedene kolayı alıştıran bir yöntem. Salt inançtan kaçışı gerektirecek bir yöntem olsaydı, belki de güvenilir olurdu. Salt inanç, panteizm içerisinde kaçış demek! İnanmak süreklilik getirir. En ufak toslama dâhilinde, vazgeçiş, panteizm temellerine aykırılıktır. Buna eş değer olarak evrim nihai bir kavrayış olmalıdır. Ancak tekamülün ibrazı, akılsızlığın mecralarında dolaşmakla çağdaş tablalara konmaktadır. Yaratanın kendi geçerliliğini tanıması adına, insanlar arasında kaybolması, bir nevi her yerde olabilme gücünü Ona tekrardan verir. Kaybolmak, illa ki doğmanın ve ortaya çıkışın değil, arayanın bulacağı bir güzergâh mesafesinde de olabilir. İzahı gerçek kişiler aracılığı ile verirsek: Muhyiddin İbn-i Arabi ile Spinoza arasında olan kavrayış farklılığı, arayışın, düşünmenin sınırlarını da ortaya koymaktadır. Vahdet içindeki vücudun sınırsızlığını ortaya koyan Muhyiddin İbn-i Arabiye karşın, Spinoza hem evrenin hem de Tanrıyı sınırlandırmıştır. ‘Tanrı evren ise, evren Tanrıdır anlayışı’ esasında bilemeyiş yönüyle, bir tür sınırsızlığı işaret etse de, sözcüklerin tesirli olan yanının gizlerle sarılı olmaması koşulu itibariyle en doğru ifadeyi yine ‘Evren, Tanrıdadır’ diyen Muhyiddin İbn-i Arabi’dir.
Arayışı doğru istikamette sürdürebilen bir insanın yeni şüphesi, yani düşüncesi de kendi vücudunu tanımak olacaktır. Kendini tanımak isteyen, aramak zorundadır. Aramayan, istifadesini bir başka kaide ile götürme hissine kapılıp, ‘kısa günün kârı’ diyerek, tecrübe edilmişliğe güvenen insan, uygun hareketleri hem ruhen hem de bedenen başaramayacağı için, yorulacak ve arayışından vazgeçecektir. Mesele olarak bir neslin evlatlarının arayıştan vazgeçişi, kendini ve de tanrısını bilemeyişi, sadece ona değil, komşularına, şehirlerine, ülkelerine zarar verecek bir tembellik katman oluşturacaktır. Modern olma, çağdaşlık gulyabaniliğinin eteği arkasına saklanma, arayıştan kaçmaya mazeret olamaz. Çünkü son iki asrın gelişmişi, devi Avrupa, vücudun temeline inme politikasından ziyade, teknolojik argümanları kullanıp, gelişme gösterdiği için hep yıkıcı bir inkılâp olmuştur. Ancak bir başka kıtada, reformu insanın doğasına göre, tabi şartları bozmadan geliştirmeyi amaçlayan Amerika, Avrupa’dan daha insancıl bir gelişme göstermiş ve en temel olarak belirtebileceğimiz ikametlerinin imarlarında, ev düzenlerinde göstermişlerdir. Tabi ki Amerika için layık olunacak evrensel bir arayışı tamamladıkları söylenemez, ama Avrupa’ya göre bunu daha iyi başarabilmişlerdir. Ne yazık ki, arayış meselesini sonlandırırken, ülkemizin hep olamama durumundan bahsedeceğim.
Asırların mimari ve estetik duygusunu Hint, Arap ve Yunan olarak birleştirmesi gereken ülkede, tam tersi bir isyan baş gösterisi vuku bulmuş ve yaşam mücadelesi örgütlenememişlik zafiyeti altında, ruh güzelliklerine aykırı bir gelişim göstermiştir. Çünkü asıl gelişim, gerçek büyüme zevklerin bir ritüel anlayışı içerisinde insanların ruhlarını kötülüklerden arındırma iken, tam tersi bir biçimde hep kendine var ettirecek bir anlayış, arayışın son bulmasına sebep olmaktadır.
Arayış, lüks salonlarda bir çocuk tiyatrosu hazırlarcasına uygulanacak metotlar bütünü değildir. Sahih olmayan yolculuk, yolu kaybettirir. Bu yüzden insan dürüst olmalıdır. Kendine yetebileceğinden fazlasını istememeli, arzularını kamçılayabilmeli, kanaatin gerekliliğini yerine getirmelidir. Türkiye’ye gerekli en temel ve başat zenginlik de, insan olabilmek olmalıdır. Bir arayış, kendini biliş, tanıyış… İstediği kadar teknolojik gelişim göstersin, zevk aldığı tüm materyalleri kullansın, yine de kendini bulamayan varlık, yok demektir, yaşamıyor demektir. Bunu anlamak için, öğrenmek için nice de kitaplar yazılmış, usta kalemler romanlarda bu ayrıntıları kullanmışlardır. Ama okusak dahi, bir kitabı neden, ne için okuduğumuzu dahi bilmediğimiz için, arayışlarımızın bismillahına erişmeden, kaybediyoruz.
Kendini bulmak ile kendini kaybetmek arasında ince bir kıl kadar fark vardır. Sanırım arayan, arayışın gerekliliğini yerine getiren, bu ayrımında farkına varacaktır.
Arayış Yazısına Yorum Yap
"Arayış" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
HakkınSesi
@hakkinsesi
Bela?
Issız çöllerde kalmak, veyahut modern izahatında bir sıkıntı içine düşüp, hatta o sıkıntı ile insan içine dahi çıkamamak! Böyle anlar, bela diye en azından nitelendirebilecek şeyler...
Arayan belasını da bulur, mevlasını da derken; söylemem gerekir ki, her atasözüne güvenmem, tasdiklemem. Bilakis atalarda insandı ve hata yapabilme olasılıkları çoktu. Bu yüzden bu söz de çok çarpıtılıyor...
Ama yine de tavsiye için teşekkür ederim..En azından arayışlarda öleyim ben yine de...
Issız çöllerde kalmak, veyahut modern izahatında bir sıkıntı içine düşüp, hatta o sıkıntı ile insan içine dahi çıkamamak! Böyle anlar, bela diye en azından nitelendirebilecek şeyler...
Arayan belasını da bulur, mevlasını da derken; söylemem gerekir ki, her atasözüne güvenmem, tasdiklemem. Bilakis atalarda insandı ve hata yapabilme olasılıkları çoktu. Bu yüzden bu söz de çok çarpıtılıyor...
Ama yine de tavsiye için teşekkür ederim..En azından arayışlarda öleyim ben yine de...