- 1775 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Annem...
Henüz on üç yaşında, hayatın gerçekleriyle tam olarak tanışmamış, yükünü omuzlarıma alamayacak kadar küçüktüm.
Hazan yapraklarının tek tek kuruyup, sonbahar rüzgarlarıyla toprağın üzerini örttüğü, bunaltıcı bir Perşembe öğleden sonrasıydı. Gökyüzünde birbirine girmiş bulutların kavgası biraz sonra yağmur yağacağa delalet ediyordu...
Annemin anlattığına göre; Babam ben daha doğmadan evi terk etmiş. Annemin en zor döneminde yanında olmamış.Bize kol-kanat germek yerine en kolayı seçip bizi bırakıp gitmiş. Zaten beni de hiç istememiş. " Aldır şunu! Doğurmanı istemiyorum! “demiş, durmuş. Ama annem bana kıyamamış. Düşünüyorum da; belki de onu evden uzaklaşmasına sebep bendim ... Annemin bu kadar üzüntü çekmesine, gözyaşı dökmesine sebep babam değildi de bendim...
İlk önceler her şey güzelmiş. Babam ile annem birbirlerini severek evlenmişler. Başlarda iyi giden evlilikleri babamın en son girdiği işten ve çevresinden olacak ki annem ile arasını soğutmuş.
Babam bir firmanın satış departmanında çalışıyormuş. Genelde çalıştığı parayla kumar oynuyor, içki içiyor zamanın çoğunu dışarıda geçirip eve geç vakitlerde hatta hiç gelmiyormuş. Yine böyle bir gün babam gece yarısı eve gelip apar topar eşyalarını alıp evden çıkmış. Kapının önünde bekleyen beyaz bir otomobile atlayıp gitmiş.
Karanlığın arkasında bir sır olup kalmış. Annem, her gün, her gece bıkmadan beklemiş yolunu.
" Beni değil de, belki seni( oğlunu) merak eder de gelir diye çok bekledim. Ama ne gelen oldu, ne de giden..."
Her ne olmuşsa olmuş babam gitmişti. Belki küçükken durumu tam olarak kavrayamıyorsunuz ama, büyüdükçe hele okula başlayınca işler değişiyor. Baba özlemiyle yanıp tutuşmaya başlamıştım. Okulda tüm arkadaşlarımın babaları vardı. Ya ellerinden tutup ya da otomobilleriyle okula bırakıp sonra da çıkışta almaya geliyorlardı. Özeniyordum. Gıpta ediyordum arkadaşlarıma. Her okul çıkışında bende okul kapısına bakıyordum. Gelse mutlaka tanırdım.Çünkü annem ile düğün resimleri vardı. Tanırdım elbet. Mutlaka tanırdım. Babam değil miydi? Benim babam! Oysa ağzımdan" baba" sözcüğü hiç çıkmamıştı. Boynuna sarılacağım ya da beraber top peşinde koşturacağım bir babam olmamıştı.
Hep annem vardı yanımda. Babamın yokluğunu bana hissettirmemek için elinden geleni yapıyordu.
Kapı komşumuz Ayla teyzemiz vardı birde. Herkesin iyilik meleğiydi, merhametliydi… Tanıdığı tanımadığı insanların yardımına koşar en ihtiyacı olanlara kucak açardı. Yüzünden tebessümü hiç eksik olmazdı. Belki de; genç yaşta eşini ve oğlunu kaybetmenin üzüntüsünü bir nebzede olsa bu şekilde unutuyordu.
Bazen annemle de hastaneye gidiyorlardı. Bana da bir peçetenin içine sardığı lokumları verip: Fatihçiğim, annen ile hastaneye gidiyoruz. Ben hastayım, anne de bana yoldaş olacak. Sen, burada biz gelene kadar arkadaşlarınla oyna olur mu?
Avucuma konan lokumlara, şekerlemelere zaman içinde alışmıştım. Hastaneye ne için gittiklerinin önemi yoktu. Arkadaşlarım top peşinde koştururken, ben bahçe duvarının üzerine çıkıp, peçetenin içindeki nasibimi tadını çıkara çıkara yiyordum.
Bir öğleden sonra hava o kadar sıcaktı ki; su içmek için eve gittim.Annem, günlerce süren halsizliğinden dolayı yatıyordu. Yanında az evvel çorba getiren Ayla teyzem ile konuşuyorlardı.
Hasta olan Ayla Teyzem değil annemmiş. Üstelikte kansermiş! Kan kanseri! Bunun ne demek olduğunu bilmiyordum. Aklım ermiyordu. Ama sonra annemin:
“Fatih bir kaç ay içinde öleceğimi bilmemeli Ayla abla. Öğrenirse çok üzülür garibim. Bu yaşa kadar baba yüzü görmedi. İyi kötü büyütmeye çalıştım. Bundan sonra da annesiz kalacak. Dayanamaz! Yok mümkün değil dayanamaz! Öğrenmemeli! Öğrenmesin abla! Söyleme, belli etme sakın!
Oysa, duyduklarımdan sonra benim içimde fırtınalar kopmaya başlamıştı. Kendimi dışarıya zor attım. Arka sokakta harap olmuş boş bir evin içine girdim. Dizlerimin bağı çözülmüştü sanki. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Annem ölürse ben ne yapacaktım? Babamdan sonra annemi de kaybedecek hayatta yapayalnız kalacaktım öyle mi?
Annemin hastalığını bildiğimi ona hiç belli etmemeye çalıştım. Üzülmemesi için elimden geleni yapmaya onu üzmemeye çalıştım.
Sonra ki günlerde yine hastaneye gittiler. Her gidişlerinde beni kandırmak için elime verdikleri şekerleri-lokumları onlar uzaklaştıktan sonra, elimden bahçeye doğru fırlatıp atıyordum. Sonra da alabildiğine ağlıyor, onların geleceği saatte de kapının önünde bekliyordum.Annem, gün geçtikçe kötülemeye başlamıştı. Çok zayıflamış, gözlerinin altı çökmüştü. Yemeğimizi bile komşular getiriyor bana belli etmeden yüzüme bakıyorlardı.
Artık geceleri uyumak bana haram olmuştu. Her gece annemin odasına girip " öldü mü acaba?" diyerek başında durup, soluğunu duymaya çalışıyordum. Ay pencereden girip nuruyla annemin yüzünü aydınlatıyordu. " Allah’ım ne de güzel uyuyordu. Ne olur, anneme bir şey olmasın, onu bana bağışla diye dua edip, gözyaşı döküyordum. Saatler ilerliyor ben annemin nefesini tekrar tekrar dinliyordum.Ölmediğini anlayınca odanın bir kenarına kıvrılıp yatıyordum.
Yine bir Perşembe gecesiydi. Yağmur tüm şiddetiyle yağıyor gökyüzü parçalanır gibi şimşekler çakarak gürlüyordu. Korkmuştum. Her korktuğumda annemin odasına gider ona sarılırdım, ve korkum geçerdi. Hemen odasına gittim. Anneme seslendim." Anne, anne, anne! Üç kere seslenmiştim. Ama annem beni duymamıştı. Onu uyandırmaktan vazgeçip yatağın kenarına kıvrılıp yatmaya çalıştım. Oysa annem derin bir uykuya dalmıştı. Hiç uyanmamak üzere, deliksiz bir uykuya…
O gece bir ölüyle yatmıştım. Annem ile geçirdiğim son gece...
Annem, sabah olduğunda hala uyanmamıştı. Ben ise annemi rahatsız etmemek için sessizce, arkadaşlarımın sesini duyup dışarıya koşmuş hatta; oyunlar oynamıştım.
Ayla teyze eve girip, annemin öldüğünü görünce komşulara haber vermiş. O zamana kadar bizim evi hiç öyle kalabalık görmemiştim. Kadınların bazıları Kuran okuyor, bazıları ağıt yakıyordu. Annemi yerde bir döşeğin üzerine yatırmışlar üzerine bir çarşaf örtmüşlerdi. Ve karnına şişmesin diye bir bıçak koymuşlardı! Annemi o şekilde görünce dünya başıma yıkılmıştı... Tek bildiğim" Anneeeeee!" diye haykırışlarım.Bir daha annemi hiç görmeyecek, anne diyemeyecek, hatta hiç ama hiç
Sarılamayacaktım!
O gün öğlen namazından önce annemi yıkayıp kefenlediler. Daha önce dedemi koydukları gibi tahta bir tabuta koydular, kapağını kapattılar. Sonra da kazdıkları bir çukura boylu boyunca yatırdılar. Üzerini toprakla örttüler. Sonra herkes evine gitmek üzere mezarlıktan ayrıldı. Ben ne yapacaktım? Annemin olmadığı bir eve gidip yalnız başıma ne yapabilirdim? Annemi burada nasıl bırakabilirdim?
“Anne, anneciğim beni niçin yalnız bıraktın?” Ağlayışlarıma Ayla teyze geldi. Onun yüzüne yaşlı gözlerimle baktım uzun uzun.
" Ayla teyze annem öldü ben, ben ne yapacağım şimdi annemsiz?!"
"Bundan sonra senin annen benim oğlum. Annen ölmeden seni bana emanet etti. Sen bana ondan bir yadigarsın. Ölen oğlum için yapmak istediğim her şeyi senin için yapacağım, dedi ve yürüdü arkasına bakmadan. Oysa benim annem olsa mutlaka arkasına bakardı...
Annemin mezarına baka, baka yürüdüm ardı sıra…
Aradan geçen on beş yıl boyunca bana hem annelik hem babalık yapan iyilik timsali Ayla teyzem( annem) her türlü imkanını benim için seferber etmiş, her türlü zorluğa rağmen okutmuş bir meslek sahibi yapmıştı. Benim ise yapabileceğim tek şey, yan yana yatan annelerim için Allaha her zaman dua etmek olacak...
...