- 721 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Neye Sımsıkı Tutunuyorsunuz?
Bir kağıt kalem alın ve hayatınızda bağlı olduğunuz şeyleri yazın. Şimdi sırasıyla okuyalım.
İlk sırada muhtemelen-varsa- çocuklarınız yer alır.
İkinci sırada eşiniz ya da sevgiliniz olmalı, değil mi?
Daha sonra gelenler anne babanız, kardeşiniz.
Burada da çok sevdiğiniz bir dostunuz sanırım.
Beşinci sıradaki kişiye göre değişir; hatta bazıları için ilk sırada bile olabilir. Paranız, eviniz, işiniz, malınız-mülkünüz gibi...
Ya da hepsi bir yana doya doya yaşanması gerektiğini düşündüğünüz dünya hayatına mı sıkı sıkı bağlısınız?
Dünyaya bir kez gelindiğini bilmeniz nedeniyle mi hayata tutunuyorsunuz? Bilmiyor musunuz ki ahirete de bir kez gidilecek. O halde ahirete sımsıkı tutunmanız gerekmiyor mu? Ki ahiret asıl ve sonsuz hayat iken dünya hayatı sonlu ve geçici. Sonsuz olanı bırakıp, sonlu olana mı yöneliyorsunuz?
İnsan yüzeysel baktığında dünya hayatının gerçeğini göremez; baktığı açıdan ne kadarı görünüyorsa dünyayı o kadarı ile görür. Tıpkı halıdaki mayt gibi. Mayt için halı oldukça büyük bir mekandır; tamamını göremez. Dar görüşlü olan insan da aynı durumdadır. Oysa insan dünyayı her cepheden görebilmelidir. Yüzeysel bakınca, görüş de çok sığ ve yüzeysel olur. O zaman insan acı çeker, yanlış yollara gider.
Tümünün geçici olduğunu, dünyadaki herşeyin değerini yitirdiğini, yıprandığını, yok olduğunu bildiği halde, insan kendisini bunlara şiddetle bağlanmaktan alıkoyamaz. Sahip olduğu her şeyi bir gün bırakmak zorunda kalıp dünyadan ayrılacağını bilir ancak yine de bu tutkulu bağlılığı sürdürür.
İnsan, Allah’ın kudretini gereği gibi takdir edebilse, dünyaya dair herşeyin imtihan amacıyla kendisine verildiğini görebilir. Karşılığında yapması gerekenin de tüm bu nimetlerin gerçek sahibi olan Allah’a kulluk etmek ve şükretmek olduğunu anlayabilir. Ancak hırsla dünyaya bağlanan kişinin kavrayışı körelir; çok daha hayırlısının ve üstün nimetlerin bulunduğu sonsuz ahiretten vazgeçip, dünya hayatına razı olur.
"Dünyanın metaı azdır” buyurur Allah. Dünyada bağlanmaya değer bir şey yoktur. Ne görürüz baktığımızda? Sabah kalktığımız andan itibaren acizliklerimizle yüzyüze geldiğimizi. Her insanın onlarca uğraşı var. En basiti belli bir süre uykuya ihtiyaç duyar. Kalktığında temizlik yapmalıdır; elini yüzünü yıkar, dişlerini fırçalar, duş alır. Kahvaltı etmesi, su içmesi gerekir yoksa ayakta duramaz.
Kimi insan ise çay, kahve sigara içmeli ki canlanabilsin. Acizlikleri hiç bitmez insanın. Örneğin beli ağrır, boynu tutulur, nezle ya da grip olur.
Kimi kilolarından şikayet eder, kimi ise yediği halde kilo alamaz. Saçı dökülen, gözleri bozulan, kulağında sorun bulunan, midesi ağrıyan, böbreğinde taş, midesinde ülser ya da asit fazlalığı bulunan hatta kanser olan milyonlarca insan. Allah, dünyaya bağlanmamaları için insanlara o kadar çok acz vermiştir ki, saysanız binlercedir.
Kur’an’da, “Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile.” buyrulur. İnsan en modern hastanenin, en kaliteli odasında da yatsa, en iyi doktorların gözetiminde, en gelişmiş ilaçları da alsa yine kaçamaz, ölüm onu her yerde bulur.
İnsanın, Allah karşısındaki aczini görmezden gelerek dünyaya bağlanması, ölümü ve ahireti kendince hafife alması büyük gaflet halidir. Ölümle birlikte onunla gidecek olan, dünya hayatında bağlandıkları değil, dünya hayatında yaptığı iyi ve kötü amelleri ve erteledikleridir. Onu gerçek muhteşem hayata kavuşturacak olan ise yalnızca Allah’ın hoşnutluğu için yaptıklarıdır.
Kur’an, insanları henüz yaşıyorken ve zaman varken iman etmeleri için, ahiretteki sonsuz azaba karşı uyarır. Ve Peygamberimiz(sav)’in "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar." (Furkan Suresi, 30) ifadesiyle şikayet ettiklerinden olmamak için sımsıkı tutunmamız gerekenin ne olduğunu haber verir:
Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin. (Zuhruf Suresi, 43)