- 1388 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Şiirin başkenti Maraş
Şiirin başkenti Maraş
KSÜ Kahramanmaraş ve Yöresi Kültür Değerlerini Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nce Söz Kuşandı Şairler Kılıçtan Keskin Atışmalar isimli çalışmamızdan dolayı Ahmet Bulut’la bendenize verilen “atışmaya katkı ödülü”nü almak için 23 Mayıs’ta gittiğim Kahramanmaraş’a tekrar gidebileceğim aklıma gelse de, şiirin başşehrinde yapılacak şiir festivaline davet almamıştım. Maraş belediyesi ve Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nin işbirliğiyle düzenlenen Kahramanmaraş Şiir Festivali’ne, Elbistan’dan hiçbir şair çağırılmamıştı. “İl dışındaki şairler davet edilmiş olmalı...” diyordum ki, 24 Mayıs günü Maraş belediyesi kültür müdürü Serdar Yakar Bey’in, şiir festivaline davetli olduğumu söylemesi beni ziyadesiyle memnun etti.
Aynı gün, çarşıda Hanifi Kara hocamla karşılaştık. Ordan buradan derken, söz döndü dolaştı, Maraş’ta yapılacak şiir festivaline geldi. Her ikimizin de davetli olduğu anlaşılınca, 25 Mayıs sabahı saat sekizde otobüsle birlikte gitmeye karar vererek ayrıldık.
Kararlaştırılan saatta ikimiz de otogarda hazırdık. Araba hareket ettikten sonra ufak ufak şiirden konuşurken, bir yandan da, şairler yatağı olan Elbistan gibi bir yerde her yıl böyle bir festivalin düzenlenmeyişine iç geçiriyorduk.
Otobüsümüz eğimi keskin, rampası fazla yollarda bir gelin edasıyla salınarak yol alırken; Elbistan’ın ve Elbistanlının il olma isteğinin bir türlü hayat bulamayışını ve hükümet tarafından Kahramanmaraş’ın büyükşehir programına alınmasından ötürü, ufuktaki ümit kırıntısının güneşin tamamen batmasıyla kaybolan gölgeler misali eriyip kayboluşunu düşünüyordum.
Otobüsümüz otogara vardığında saat 10.30 sularıydı. Merkeze gideceklerin bindiği servise atlayarak, kalacağımız otele geçtik.
Otelde bizleri güleryüzlü personelin yanısıra festivalin baştan sona aksamadan yürümesini sağlayacak bilgi işlem müdürü Hasan Balaban’la Eshabil Yıldız Beyler karşıladılar. Hanifi Bey’le birlikte kalacağımız odanın kartını –kapılar anahtar yerine kart sistemiyle açılıp kapanıyordu– alarak yukarıya çıktık. Birer duş aldıktan sonra lobiye indik. Telefonlarımıza gelen mesajda “saat 12-14 arası belediyenin ikinci katındaki yemekhanede öğle yemeği, 14-15.30 arası otelde dinlenme” yazıyordu. Yemeği; aynı masayı paylaştığımız –şölen boyunca birbirimizden hiç ayrılmayacağımız– Hanifi Kara’yla İstanbul’dan katılan ve Elbistanın Sesi gazetesinde aynı sütunda yazı yazdığımız hemşerimiz Asuman Soydan Atasayar ve Maraş merkezden İnci Okumuş Hanımefendiler ve –biraz geççe katılan ve erken ayrılacak olan– Celalettin Kurt ile aynı masada yedik. Çay içmeye fırsat bulamadan, bir şair grubuyla Erdem Beyazıt Anadolu lisesine giderek öğrencilerle birlikte olduk. Şair ve şiire dair düşüncelerimizi açtığımız bu buluşmadan çocuklar da mutlu görünüyordu, şairler de…
Arkasından, telefonumuza gelen mesajda “saat 16’daki şairler ve yazarlar evinin açılışı için 15.30’da Saffrom otelin önünden hareket edileceği” yazıyordu. Öyle de oldu. İki otobüsle hareket edildi. Şairler ve yazarlar evi olarak restore edilen üç katlı ahşap bina, ismine layık görünümdeydi. Cümle kapısından girilen küçük bir avludan ahşap bir merdivenle üst katlara çıkılıyordu. Uzun bacaklı sehpaların üzerine, gelen davetlilerin tatmaları için Maraş işi çerezler konulmuştu. Böylece, misafirlerin ağızları, köpük sucuğu, tarhana, badem, ceviz vs. gibi, Maraşlının uzun kış gecelerinde konuklarıyla yediği yiyeceklerle tanıştırılıyordu.
Girişte biriken kalabalığa hitap eden Maraş belediye başkanı Mustafa Poyraz, bazı bürokrat ve milletvekillerinin konuşmalarından sonra kurdeleyi şairlerle birlikte kesti. Poyraz’ın “Haydi yâ Allah, yâ Bismillah… Hayırlı olsun” dilekleriyle açılan yazarlar ve şairler evini kalabalık bir şair ve yazar ordusuyla gezdik. Henüz ikinci katta idim ki omuzuma bir el dokundu. Dönüp baktım; bir genç.. Elin sahibini –ne yalan söyleyeyim– tanımıyordum. Vücudunun iriliğinin yanında, dikkatli bakıldığında, gülen gözlerinin karşısındakine sunduğu emniyetin yüzüne yansıdığı hemen farkedilen genç “Babam yukarda seni bekliyor” dedi. “Babanız kim?” diye sordum. “Nafiz Karakoç” demesiyle “Senin adın ne?” diyerek yukarı kata yöneldim. Genç, Ümmet olduğunu söyledi. “Dedenin ismi yani” dediğimde gülümsedi. Beni karşılayıp sarılan Nafiz abi, “Memlekette ne var, ne yok?!” dedikten sonra, şiire ve şaire dair konuşmaya başladık. Şair ve yazarlar evi olarak düzenlenen binadaki her odaya bir şair veya yazarın adı verilmişti. Söz arasında kahırlı olduğu anlaşılan Nafiz hocamın kahrı da tam burada başlıyordu. Açılış konuşmalarında da değinilmeyen Karakoç kardeşlere –Bahaeddin, Abdürrahim...– hak ettikleri değerin verilmediğinden yakınıyordu. Gerçi Gazi hastanesinde yoğun bakımda yatan Abdürrahim Karakoç adına bir oda düzenlenmişti; ama bu, aynı kadirşinaslığın Bahaeddin Karakoç’a gösterilmesine mani değildi tabii ki. Ömrü boyunca Maraş’a ve Maraş şiirine hizmet eden Bahaeddin Bey’in hak ettiği yere oturtulmamış olması benim de içimi kanatmıştı doğrusu. Avluda dondurma ustalarının şovunu seyredip ikram edilen dondurmaları yedikten sonra “yazar atölyesi” programına katılmak üzere buradan ayrıldık.
Maraş belediye başkanı Mustafa Poyraz, açılış konuşmasının ardından, yazar atölyesini yine şairlerle birlikte açtı. Atölyede o sırada ders gören yazar ve şair adaylarına bir konuşma yapması için mikrofon uzatılan Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul şube başkanı Muzaffer Doğan kısa ve veciz bir konuşmanın akabinde üstat Necip Fazıl’ın “Sakarya” şiirini ezbere okuyarak hepimize duygusal anlar yaşattı. Buradaki programın bitmesiyle, saat 19’da verilecek akşam yemeği için tekrar belediyenin yemekhanesine geçildi.
Program çok yoğundu. Birinden diğerine zor yetişiyorduk. Saat 20’de Mehmet Akif Kültür Merkezi’ne ulaşabilmek için acele ediliyordu. Biraz gecikmeli başlayan program birkaç şairin şiir okumasıyla başladı. Arkasından, Kenan Işık’ın, şiir okumak üzere gelen şairlere şiir okuması için çağırılması şairleri rahatsız etti. Bu rahatsızlık, şairlerin kendi aralarındaki konuşmalarına ve yüz ifadelerine de yansımıştı. Şiirin başkenti dediğimiz ve dışarıdan –belki– yüze yakın şairin katıldığı bir topluluğun, kendisine yöneltilecek “Bugünkü geceyi nasıl buldunuz?” sorusuna vereceği cevap –senfoni orkestrası dinletilen halkın verdiği cevaptan pek de farklı olmayacak şekilde– “Maraş Maraş olalı, şairler böyle eziyet görmedi!..” olurdu herhalde.
Kahramanmaraş Şiir Festivali’nin ana teması Necip Fazıl Kısakürek olup, üstadın doğum ve ölüm günlerine (25-26 Mayıs) denk getirilmişti. Bir taşla iki kuş vurmanın amaçlandığı festivalde, bazan, “kuşun taşa değmesi” beklentisinin beyhudeliği, ancak taş boşa gittiğinde anlaşılabiliyordu. Necip Fazıl’ı iyi şiir okuyan birisinin anlatması yerine, iyi bir şair tarafından anlatılmasına fırsat verilse daha iyi olmaz mıydı? Şurası bir gerçektir ki, bir koltukta iki karpuz taşınmaz. Anma ve festival farklı tarihlerde yapılsa daha mı iyi olurdu acaba? Gece geç saatta (23.30) biten programdan otele döndüğümüzde saat 24’ü geçmişti. Programı bizimle birlikte takip eden Mustafa Kök hocamla kıymetli eşleri Şefika Hanım da bizimle gelmişlerdi. Biz bize biraz daha birlikte olalım diye, lobide geç saatlere kadar hasret giderip çene çaldık.
26 Mayıs sabahı kahvaltı sonrasında NFK merkezinde yapılacak “Necip Fazıl Kısakürek Sempozyumu” için hareket edildi. Kültür merkezinde üstat için açılan –resimlerinden, Büyük Doğu dergisi serilerinden ve şiirlerinden müteşekkil– sergiyi gezme fırsatı bulduk. Sempozyum tasarlanan saatta başlayamadı. Necip Fazıl’la alakalı sinevizyon gösterisinin ardından öğrencisi Turan Karataş’ın üstada yazdığı –oldukça uzun– mektubun Asuman Alaca tarafından okunmasıyla sempozyuma ayrılan vakit iyice daralmıştı. Dr. Lütfü Şehsuvaroğlu’nun yönetimindeki ilk oturumda Prof. Dr. Fazıl Gökçek “Bab-ı Ali çevresi ve Necip Fazıl”, Prof. Dr. Yunus Balcı “Büyük Doğu ve Büyük Doğu çevresi”, Doç. Dr. Yılmaz Daşçıoğlu “Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde metafizik bilgiler açısından Necip Fazıl’ın şiiri ve etkisi” ve Yrd. Doç. Dr. Zeynep Kevser Şerefoğlu “Bir arayışın adresi olarak Tohum’a gitmek” konularında –zamanın yettiği ölçüde– bilgi birikimlerini bizlerle paylaştılar.
Öğleden sonraki ikinci oturuma katılamayacağım bilgi şöleni benim için burada bitiyordu. Öğle yemeği için geçilen Konak tesislerinde yenen yemeğin ardından Kahramanmaraş kalesinde yapılacak şiir okuma programına katılmak üzere bindiğimiz arabalar bizi kalenin –otobüslerin çıkmasına müsaade etmeyen– girişine kadar getirdi. Otobüsten inerek, o kenarı korkuluksuz yolu yaya yürüdük. Kaleye girdiğimizde, şiir dinletisinin bir parçası olmuştuk. İsmimizin anons edilmesini boş yere bekledik durduk… Maalesef, mikrofonu eline geçiren hem konuşuyor, hem de uzun sayılabilecek bir şiir okuyordu. Vakit yine birbirine ulanmış ve söz, yerini tam manasıyla bulamamıştı.
Amaçlanan sayıdan çok daha az şairin şiir okuyabildiği bir program daha böylece geride kalırken Binevler’deki Şairler parkının açılışı için hareket edildi. Belediye başkanı Mustafa Poyraz’la festivale katılan şairler tarafından açılan parka “şiir okuyan banklar” da yerleştirilmişti. Üzerinde bir şairin adı ile bir şiirinin yazılı olduğu banklara oturanlar, yazılı şiirin okunduğunu farkedince büyük şaşkınlık yaşıyorlardı. Necip Fazıl’ın “Sakarya türküsü”nden Nazım Hikmet’in “Ne güzel şey seni hatırlamak” şiirine, Abdürrahim Karakoç’un “Mihriban”ından Âşık Mahzuni’nin “İşte gidiyorum çeşm-i siyahım”ına kadar toplam 21 şairin şiiri yer alıyordu. Arif Eren, Arif Nihat Asya, Aşık Hüdai, Bahaddin Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Gülten Akın, Hayati Vasfi Taşyürek, İsmet Özel, Karacaoğlan, Nuri Pakdil, Ali Akbaş, Aşık Yener, M. Hanifi Sarıyıldız, Sümbülzade Vahbi ve Sezai Karakoç gibi, büyük bölümünü Maraş’ın yetiştirdiği şairlerin şiirleri banklara oturanlar tarafından dinleniyordu.
Şairler parkını gezdikten sonra ver elini Teras Kafe… Teras Kafe ki Teras Kafe. Ahırdağı’nın orta yerine kadar açılan bir yoldan çıkılan bir mekan ve misafirlerine göz banyosu yaptıran bir manzara... Biz de, Maraş’ın büyük bir bölümünün kuşbakışı seyredilebildiği bir noktadan nasibimize düşeni aldık.
Şurasını söylemeden geçemeyeceğim; Maraş belediye başkanı Mustafa Poyraz her ânımızda bizlerle birlikte oldu. Teras Kafe’de de beraberdik. Herbirimizle ayrı ayrı ilgilendi, hatırımızı sordu ve organizasyonu nasıl bulduğumuz hakkında fikrimizi dinleme nezaketinde bulundu. Maraş’ın firik tarhanasının yanısıra ikram edilen badem ve fıstıklar da işin lezzetini artırıyordu. Havanın kararmasıyla birlikte şehrin elektrikleri yanmış, manzara renk cümbüşüne dönüşmüştü. İnsanı çekip içine alan bu güzellik sona ermeden fotoğraf karesinde yaşasın diye kimileri ikili-üçlü, kimileri de toplu fotoğraflar çektirdikten sonra akşam yemeği için belediyenin yemekhanesine gitmek üzere tekrar yola koyulduk.
Festivalin üçüncü gecesinde Kahramanmaraş fuar merkezi önünde gerçekleştirilecek İbrahim Sadri’den şiir dinletisi ile Uğur Işılak konseri için yine yollardayız. Şölenin başlamasına biraz süre olmalı ki, şairlerin, şölen yerinde toplanan Maraşlılara şiir okuması gündeme geldi. Neden olmasın denildi; akabinde şiir okuyacaklar arasında benim de ismim anons edildi. Sıram gelince de “Türküler” isimli şiirimi okudum. Dinleyicilerin şiiri beğendiği aldığı alkıştan anlaşılıyordu. İbrahim Sadri’nin gelmesiyle ortalık şiir adına daha bir ısındı. Sadri’den sonra sahne alan Uğur Işılak, Göksun’da şehit olan polis memuruna rahmet dileklerini belirttiği ve bu vatan toprakları üzerinde bin yıl yaşanmış bir mazi olduğunu söylediği kısa konuşmasının ardından konserine başlayarak birbirinden güzel parçalarıyla hayranlarını coşturdu.
Vali yardımcıları Mustafa Anteplioğlu ile Servet Güngör, belediye başkanı Mustafa Poyraz, başkan yardımcıları Cevdet Kabakçı, avukat Hasan Kara, Kent Konseyi başkanı Zeynep Arıkan, Gençlik Hizmetleri ve Spor İl müdürü Ali İhsan Kabakçı, İl Genel Meclisi üyeleri, belediye meclis azaları, belediye birim müdürleri, şairler, yazarlar, muhtarlar, basın mensupları ve geniş bir halk kitlesinin katılımı ile gerçekleştirilen konser gece geç saatlara kadar sürdü.
27 Mayıs sabahı kahvaltımızı yaptıktan sonra dönmeye karar vererek, Hanifi Kara’yla birlikte, tanış-konuş olduğumuz şair dostlarımız; bizimle yakından ilgilenen Hasan Balaban ve otogara nasıl gideceğimize varıncaya dek alakadar olan ve araba tahsis eden Eshabil Yıldız Beyler ile vedalaşarak, ayrı kaldığımda nefes alamayacak kadar boğulduğum, kaderi kaderim olan Elbistan’ın yoluna düştük.
Düştüğüm sadece yol değildi tabii ki, arzuyla-gerçek arasındaki uçurumdu. Dışarıdan davet edilen yüze yakın şairi, ayaklarını yere değdirmeden bir programdan diğerine ulaştırmaya gayret göstererek memnuniyeti ön planda tutan bir anlayışa karşılık, şairinin çokluğuyla övündüğümüz “Şairistan Şiiristan Elbistan”da, şiir ve şair adına bir yaprak dahi kıpırdamaması ne vahim bir durumdu.
Düştüğüm yerden çıkmak için gösterdiğim gayret gönül dünyamda beni bir gerçekle yüzleştiriyordu: İl olmak istemekle il olmaya layık olmanın ayrı şeyler olduğu... İç dünyamda kendimle hesaplaşıyordum adeta. İl olmayı arzulamanın gerekçeleri yalnızca nüfusun fazlalığı ve şehrin betonlaşmada aldığı yol olamamalıydı. İl sözünün içi sanat-kültür-edebiyat-ilim; festival-sergi gibi faaliyetlerle hayat bulan kültür sarayları; konferans-sempozyum ve paneller ile doldurulabilseydi il olup olmamanın bir önemi kalmaz, daha fazla şey yapılmış olmaz mıydı?
Sonuç itibariyle, Elbistan, cisim olarak il olma şartlarını taşıyor olsa da ruh olarak il olabilmekten çok uzak görünüyordu gözüme...