- 2031 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Dere Suyun Nerede?
Yemyeşil söğüt ağaçlarının arasında, berrak sularıyla şırıl şırıl akan bir dere varmış. Dere çok mutluymuş, etrafında yaşayanlar ondan da mutluymuş. Kurbağalar, ağaçlar, renk renk açan çiçekler hep birlikte mutluluk içinde yaşayıp gidiyorlarmış. Bu sevgi dolu ortamda derenin suyu hiç azalmaz, hatta bahar geldi mi daha da coşarmış.
Küçük derecik, çevresindeki bitkilere hayvanlara suyuyla hayat verdiği için kendisiyle gururlanırmış. Yakınlardaki dağa yağan karlar onu besler, suyunun kesilmesini önlermiş. Dağ ağaçlarla kaplı yemyeşil gözükürmüş ta uzaklardan bile. Dere, küçük balıklar oynaştıkça gıdıklanırmış biraz ama onların hali çok eğlendirirmiş.
Bir gün yakınlardaki yolda bir araba bozulmuş. Sahibi tamirci çağırmış. Tamirci gelinceye kadar çevreyi dolaşmaya çıkmışlar arabadakiler. Birden dereyi görmüşler. Hayran olmuşlar suyuna ve etrafının güzelliğine. Çığlıklar atarak oradan oraya koşmuşlar. Kelebekleri kovalamış, kurbağalara taş atmışlar. Onlar burayı gördükleri için çok mutluymuşlar. Hatta en kısa zamanda buraya pikniğe gelmeye karar vermişler. Ama dere ve çevresindekiler saygısız, kimseyi umursamaz tavırlarından rahatsız olmuşlar. Dere, sakinleştirmiş diğerlerini, ’çok mutlu oldular bizi görünce ondan öyle davrandılar ’ demiş. Ama ağaçtaki bilge baykuş onun fikrine katılmamış; ’Ben çok yaşadım çok gezdim. Böyle çok yer gördüm. İnsanlar gelmeye başlarsa bir süre sonra her yeri çöpler dolduracak, derenin suyu içilmez olacak. Hatta yaktıkları ateşi söndürmeyerek yangınlara bile sebep olabilirler.’ Baykuşu dinleyenler çok üzülmüş. Bir çare aramayı düşünmüşler ama daha kesin bir şey olmadığı için ’erken’ demişler ’gelsinler öyle düşünürüz’ demişler ve kendi mutlu yaşamlarına dönmüşler.
Aradan günler geçmiş. Yaz sıcaklarında her yer kavrulurken dere kenarı serin, tertemiz ve yemyeşil, yaşayanlar mutlu devam ediyormuş yaşam. Ama bir sabah alışık olmadıkları bir gürültü ile uyanmışlar. Müzik sesleri geliyormuş bir yerlerden, kahkahalar, çocuk sesleri bir birine karışıyormuş. Küçük dere ve dostları çok heyecanlanmışlar. Hele çocuk sesleri çok mutlu etmiş onları. Ama bilge baykuş, çok üzülmüş;’eyvah, korktuğum başıma gelecek.’ Demiş. Diğerleri bir anlam vermemişler. Aslında dinleyen de yokmuş baykuşu. Hepsi de gelen misafirleri seyretmeye koyulmuşlar.
Büyüklerden bir kısmı ateş yakmaya çalışırken, bir kısmı sofra kurmaya başlamışlar. Küçük erkekler dereye taş atmaya başlamışlar. Hatta birkaç kurbağanın canını yakmışlar. Bazıları ise top oynarken ağaçların dalını kırmışlar hiç umursamadan. Küçük kızlar dere kenarındaki çiçekleri yolmuşlar, sonra atmışlar bir kenara. O an anlamışlar baykuşun ne demek istediğini. Ama iş işten geçmiş, bu saatten sonra yapabilecekleri bir şey de yokmuş. Sabırsızlıkla akşamın olmasını beklemişler. Güneş dağların ardına çekilirken toparlanmaya başlamış misafirler. Dere ve dostları sevinememişler bile, üzüntüden ağızlarını bıçak açmıyormuş. Geldikleri gibi gürültülü bir şekilde gitmişler ama arkalarında söndürülmeyen bir ateş ve binlerce çöp bırakmışlar.
Ne yapacaklarını şaşırmışlar. Kuşlar gagalarıyla, diğer hayvanlar ağızlarıyla su taşıyıp söndürmüşler ateşi ama ter içinde kalmışlar, yorgunluktan bitmişler. Ateşin sönmesine ağaçlarda, rüzgâra direnip sallanmayarak destek olmuşlar. Rüzgâra direnmeseler ateş tüm ormanı sarar yok edermiş. Çöpler için bir şey yapamamışlar.
Ertesi gün uyandıklarında korkunç bir manzarayla karşılaşmışlar. Akşamın karanlığında fark etmedikleri şeyler çok sıkmış canlarını. Çöplerin bir bölümü derenin sularına karışmış. Poşetler ağaçların dallarına takılmış. Şişeler, cam kırıkları oraya buraya dağılmış. Kimse de neşe kalmamış. Sessizce oturmuşlar gün boyu.
Birkaç hafta gelen giden olmayınca sevinmişler dere ve dostları. ’ artık bizi rahatsız etmezler’ diye düşünmüşler ve eski neşeli günlerine geri dönmüşler. Fakat bu güzel günler fazla uzun sürmemiş. Tekrar gelmişler piknik yapan insanlar. Ertesi hafta bir daha gelmişler. Artık her hafta geliyorlarmış. Derenin kıyısında kirlenmemiş bir yer, güzel olan bir şey kalmamış. Ağaçların dalları kırılmış. Çiçekler kökünden sökülmüş. Kuşların yuvaları bozulmuş. Her yer çöple dolmuş. Giden birer ikişer uzaklaşmışlar oradan. Gidemeyenler, ağaçlar, çiçekler, yaşlı hayvanlar çok üzülmüşler, hem giden dostlarına hem de düştükleri duruma.
Günlerden bir gün yine gelmişler bu kez çok kalabalıklarmış. Rüzgâra rağmen birkaç yere birden ateşler yakılmış, etler, sebzeler pişirilmiş. Çaylar demlenmiş. Ama ateşleri söndürmek kimsenin aklına gelmemiş. Rüzgârın etkisiyle büyük bir yangın başlamış. İnsanlar kendilerini kurtarmışlar. Pişmanlık içinde dövünmüşler, itfaiyeye haber vermişler ama onlar yetişene kadar yangın dağın yamaçlarına ulaşmış. Ağaçlar kül olmuş. Binlerce hayvan yanarak ölmüş. Kurtulanların yuvaları yok olmuş. Yemyeşil cennet gibi yerde suyu küle dönen bir dere kalmış. İçinde akan su değil kül, toprak ve savrulan ağaç parçalarıymış artık. Derenin gözyaşları da karışmış bu suya.
Görevliler gelmiş bir gün. Yarısı yanmış ağaçları kökleyip yangının kalıntılarını temizlemişler. Şimdi o bölge çıplak bir toprakmış. Ne bir ağaç ne bir çiçek ne de bir hayvan kalmış. Bir avuç suyuyla küçük dere yalnız kalmış. Bir avuç suyunu çoğaltmak, etrafına yeniden hayat verebilmek için çok uğraşmış ama başaramamış. Ağaçsız kalan dağa artık eskisi gibi kar yağmur yağmaz olmuş. Küçük derenin bir avuç suyu da kuruyup gitmiş. Çevredeki hayvan boşuna bir yudum su umuduyla dereye koşmuşlar.
Bu tarafa yolu düşen bir aile, gördükleri karşında şaşırıp, dolaşmışlar bir süre. Eski halini bilen büyükler üzüntülerinden ne yapacaklarını bilememiş. Büyükler, bu hale gelmesine sebep olanlara söylenirken küçük kız dibinde kalan birkaç damla suda yetişen küçük otlarla mutlu olmaya çalışan dereye gözyaşları içinde sormuş: ’küçük dere, suyun nerede? Nerede kurbağaların, oynaşan balıkların?’ dere başlarına gelenleri, bilge baykuşu dinlememelerinin sonuçlarını bir bir anlatmış. Küçük kız çok üzülmüş. Ertesi gün okulda öğretmenine anlatmış, derenin hikâyesini. Öğretmeni, bir sabah müjdeyle gelmiş, ’toparlanın çocuklar ağaç dikmeye gediyoruz.’ Öğretmenin sözünü bitirmesini beklemeden koşmuşlar çocuklar. Arabalarla gelmişler küçük derenin yanına. Büyüklerin gözetiminde onlarca fidan dikmişler. Ve küçük derenin hikâyesinin yazılı olduğu bir levhayı da oluşturmaya çalıştıkları ormanın girişine asmışlar.
Eskisi gibi dağın yamacında ağaçlar büyümeye başlamış. Ama dere suyuna kavuşmuş mu bilen yokmuş. Derler ki sorumsuz bir grup insanın hatasını çevresini seven çocuklar gidermeye çalışmış.