LANETLİ YAZGILARA/BEN KİMİN NESİYİM ŞİMDİ
LANETLİ YAZGILARA / BEN KİMİN NESİYİM ŞİMDİ
Bir adam ve bir kadın duvara dayalı kurulmuş olan yatağın üzerinde yan yana oturuyorlardı. Kadın sessiz sessiz ağlıyordu. Arada bir içini çekiyor yaşmağının ucuyla gözyaşlarını siliyordu. Adam gözlerini yere dikmiş yerdeki noktadan gözünü ayırmıyordu. Sanki zaman durmuş onlarda bu zamanın ortasında donmuşlardı. Öylece kıpırdamadan oturuyorlardı.
‘’Yenge!’’
Dedi alçak ve ikircikli bir sesle adam. Sözcükler düğüm düğümdü. Kadının iç çekmeleri ve ağlamaları çoğaldı. Ağzından sözcükler çıkmıyordu sanki. Konuşabilseydi;
‘’Ben artık yengen değilim!’’
Diyecekti diyemedi. Öylece kaç saat oturdular ya da aradan asırlar mı geçti; bilemediler. Zaman durmuş dünyadaki hava bitmişti. Nefes alamıyordu ikisi de. Birazdan tan ağaracaktı. Bütün köy uyuyordu. Bir tek onlar yatağın üzerinde öylece oturmuşlar konuşmadan oturuyorlardı. Fadime geçmişi; Mehmet’le düğününü hatırlıyordu iç çekmelerinin arasında.
Sekiz yıl önceydi. Mehmet tığ gibi bir delikanlı Fadime desen on yedisinde ay gibi bir güzel. Kılıçlar köyündendi Fadime. Şehre uzak olduğu için köy; bir iş varsa erkekler inerdi şehre. Senede bir sefer panayır gelirdi; işte o zaman çoluk çocuk toplanır; şehre inilirdi hep beraber. Panayır harmandan sonra Ekim ayında kurulurdu. Neler yoktu ki panayırda; dönme dolap çarpışan araba atlıkarınca halka atanlar sihirbazlık yapanlar giyim kuşam satanlar… Ne ihtiyaç varsa alınacak, panayıra saklanırdı. Çocuklar eğlencenin sefasını sürerler büyükler de üst baş alırlardı. Fadime panayırın haricinde şehri pek bilmezdi.
Kim kimin kızıdır evlenme çağı gelmiş midir bilinirdi köyler arasında. E onunda artık vakti gelmişti. Birkaç yıldır görücüleri çoğalmıştı. Babası ele gitsin istemiyordu güzel kızının. Köyden birine hatta mümkünse akrabaya verecekti rahat etsin diye. En sonunda babasının emmisinin oğlu (iki dünür birbirinin kuzeni uzaktan bugünkü tabirle)olan Kadir Ağa oğluna istedi. Uzun zamandır babasının da düşündüğü damat adayı da bu idi. Yabancı değildi Kadir’in oğlu Mehmet. Bileğine de güçlü bir delikanlı olmuştu. On dokuz yaşındaydı. Askerlik yoklamaları gelmişti. Kısmetse seneye hangi tertipte olursa gidecekti. Köy yeriydi. Askere gidip gelmeyeni erkekten saymazlardı. Er ocağı denilirdi. Ekmeğini yemeden suyunu içmeden erkekliğe adım atılmazdı. Hele bir de bir posta dayak yediysen komutanından işte o zaman tamamdı.
İstediler Fadime’yi Mehmet’e. Sözü kesildi kahveleri içildi. Askere gitmeden düğünde yapılsın denildi. Hemen harmandan sonra düğün dernek kuruldu ve gençler gerdeğe sokuldu. Fadime çok sevmişti Mehmet’i. Mehmet’te Fadime’yi. Şubat sevkiyatıyla beraber Mehmet’te çağrıldı askere. ‘Er evlenen döl alır!’’ sözünü boşa çıkarmamışlar bu arada Fadime de hamile kalmıştı. Muştularla gitti Mehmet askere. Her fırsatta mektup yazıyordu Fadime’sine. Fadime’nin okuryazarlığı olmadığı için kaynına yani Mustafa’ya yazdırıyordu cevabını. Mustafa on iki yaşındaydı o zamanlar. Elinde büyüdü yengesi Fadime’nin. Yunaklık günü elleriyle yıkar giydirirdi.
Günler günleri kovalıyordu. Eri askerden gelmeden; o yerine yeni bir asker bir oğlan doğurmuştu bile. Bir kere izine geldi Mehmet. O da oğlan doğduğunda. On sekiz aydı askerlik o zamanlar. Adını Hüseyin koydular çocuğun dede adını sürdürsün diye. Gün geldi Mehmet’in askerliği bitti. Döndü evine. Oğlan da palazlanmış yürümeye durmuştu neredeyse. Çok sürmedi Fadime yine hamile kaldı. Gün günü kovaladı köy yeridir her işin vakti saati bellidir zaman aktı geçti. Önce ekinler ekildi zamanı geldi biçildi. Ekim ayı geldi panayıra gidildi kış geldi köy kahvelerinde pişpirik oynandı hikâyeler anlatıldı eski savaşları anlatan… Bir de kızları oldu Fadime ile Mehmet’in. Adını Döne koydular bu defa büyükannenin adını yaşatmak adına. Her şey çok güzel gidiyordu. Koca bir aile olmuşlardı artık. Hep beraber yaşıyorlardı altı odalı köy evinde. Mustafa büyümüş asker olmuştu. Ağabeyi gibi yakışıklı ve boylu endamlıydı. Köyün kızları göz süzerek bakar olmuşlardı. ‘’ Evli olunca hasretlik çekmesi zor oluyor ‘’ diye ağabeyi engel olmuştu askerden gelmeden evlenmesine. ‘’Hele gelsin everirsiniz. Kızlar kaçmıyor ya?’’ diyordu.
On altı aylık askerdi abisinin ölüm haberini aldığında. Hemen izin alıp köye yetişti. Yetişti ama giden gitmişti işte. Babasından sonra büyüğü atası bildiği abisi; traktör devrilince altında kalmıştı. Oracıkta ruhunu teslim etmişti. İstemese de elleri ile verdi toprağa ağabeyini. Fadime çığırım çığırım çığrışıyor feryatları göğü yırtıyordu. Ama ne gelirdi ki elden; Hakkın emriydi bu.
İki ay sonra askerliğini bitirmiş olarak döndü evine Mustafa. Ev; hala ölü sessizliğini koruyordu. Herkesin yüzü yerdeydi yengesinin başında kara yazması vardı. Altı ay sonra dedikodular çıkmaya başladı. Dul gelin bekâr kayın aynı evdeydi. Aşikâr biçimde dedikoduları yapılır olmuştu; ‘’Ateşle barut bir arada durmaz !’’ diye. Oysa onların aklına böyle bir şey gelmiyordu gelemezdi. Acıları kendilerine yeterken bu laflara tahammül edemez olmuşlardı sonunda. İki tarafın da aile büyükleri toplandı. Aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık misali yoktu bu işin bir çözümü. Kız el değildi; akraba kızıydı; ‘’hadi babanın evine!’’ denmezdi. Hadi dedin diyelim; iki çocuk vardı ortada. Babasının evinde de daim kalacak değildi ya gençti elbet bir isteyeni çıkacak evlenecekti. Varacağı adam çocukları istemezdi istese bile üvey baba bakalım neler edecekti öksüzlerine. ‘’Bırak çocukları dedesine babaannesine!’’ diyecekti belki de. Zaten babaları ölmüş çocukların; bir de hayatta iken anasız kalacaktı yavrucaklar. ‘’Ben kimseye varmam otururum şöyle bir köşede yeter ki bir lokma ekmeğimiz olsun ayrılmam yavrularımdan!’’ diyordu ya köylünün ağzı durmuyordu. En sonunda Mustafa’ya nikâhlamaya karar verdiler büyükler. İkisi de;
‘’Asla olamaz! O benim dünya ahret kardeşim sayılır!’’
Deseler de; kendileri de biliyordu ki bu işin başka çözümü yoktu. Amcaydı o! Baba yarısı sayılırdı. Karar verildi altı ay sonra bu kez Fadime Mustafa’nın karısı oldu ağlaya ağlaya…
İşte bugün o gündü ikisi içinde. Gerdek odası olamadı bu oda onlara. Hüzünlerin, burukluğun başlangıcıydı yaşadıkları. Biri bir köşede biri bir köşede yattılar aylarca. Dokunmadan arada biri varmış gibi arada Mehmet varmış gibi, yorgun uyandılar sabahlara. Lanet ettiler yazgılarına. ‘’Şimdi birbirimizin neyiyiz diye?’’ sordular günlerce. Kavramlar karıştı birbirine... ‘’Kaynım kocamdı; kocam kocamın kardeşi...’’ En sonunda fark etti büyükler durumu. Kulaklarını çektiler. ``Unutacaksınız eskiyi; siz artık evlisiniz bir ömür böyle geçmez!`` dediler. Dediler ya; ikisinin de içine sinmiyordu Mehmet’e ihanet etmek.
En sonunda dayanamadılar baskılara ve karı koca oldular. Unuttular geçmişi sildiler geçmişteki her şeyi. Madem düzen bunu gerektiriyordu kabul ettiler sustular. Çocukları oldu hem de üç tane. Birinin adını Mehmet koydular. ‘’Annem amcamın karısı kardeşim amcamın oğlu, kardeşim kuzenim benim, ben onun ağabeyisiyim…’’ Hep karıştı kavramlar birbirine. İkilemler yaşandı ömür boyunca. Kim kimin nesiydi vazgeçildi sonunda. Ama bir şey vardı ki; o yatakta hep üç kişi uyudular…(200
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.