Diş Yarası
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Diş Yarası
Küsmek olur muydu insanın kendi gözlerine...
Bir kez olsun küsmeliyim gözlerime. Çünkü hep insafsızca, hep acımazsızca sürüklüyordu peşinden gittiği yerlere, beni de.
Ona inat kapatmıştım gittiği yerleri görmemek için bindiğim metroda. Aramıza arada bir giren güneş de olmasa üstüne taktığım şu kapkara güneş gözlükleri ile, artık ikimizde küs sayılırdık birbirimize.
Ben başını hafifçe cama dayamış gibi yapıp, yarı uyuyor, yarımın yarısıyla yapılacak işlerimi hesaplıyor, diğer yarımın yarısıyla metronun içinde geçen sesleri dinlemekle vazifelendirilmiş gibiymişim gibi işime bakıyordum. Sahi ne çok işim varmış. Bir çocuk ağlaması duyunca bütün işlerimi bırakıp koşmak gerektiğini düşünüyorum!...
Ama henüz gözlerimle dargınım ve o benle arayı düzeltmemiş, kerata. Vay namuzsuz.
Demek öyle.
Alacağın olsun.
Sana inat bende yavaş yavaş dönüp bakarım sesin geldiği yöne...
Küçük sandaletler.
Aslında pembe olmaya çalışıyor bunlar belli ki. Fakat uzak ülkelerin pembe boyaları güneşe fazla dayanmıyor. Bir kaç güneş selamında kahverengi olup çıkıveriyor. Olsun, yinede bir kaç yerinde pembesi kalmış. Hem pembeli çiçekleri de var.
Ama abiler hadi boyalarınızı affettikde ya şu ayağından çıkmasın, düşmesin diye annesinin çorabının fiyonguna bağladığı bağcığına ne demeli. Onun da mı güneşin selamına dayanma gücü yoktu. Ya yapın, ya da yapmayın.
Bu kez sandaletleri giyen çocuğun üstüne giydiği kıyafetlere takılı kaldı benim küs keratalar. İstanbul’un uzun yıllardır görmediği sıcak bir günde giymiş olduğu kışlık yün bir elbise. Yanındaki hamile annesine sarılıp ağlarken, konuşmasından anlayabildiğim sadece " çok acıyor " du. Annenin de dediği, "baban gelecek bekle".
Babayı sadece çocuk değil, bütün metro vagonu hep beraber beklemeye başladı. Anlaşılan çocuğun bir yerini acıtan yarası vardı. Vagondaki bütün meçhul gözler birbirine baka baka çözememişti. Fakat bir başka istasyondan binecek olan baba bu yarayı çözecekti, nasıl güçlü bir babaydı ki bu. Hayret. Bunu düşünürken istemeden de olsa gözlerim yine beni sandaletlerine doğru itti. Orada takılı kaldım, sonra da kışlık elbisesine.
Az sonra metro başka bir istasyonda durdu.
İçeri bir kaç kişi girdi. Benim kerata gözlerim, içlerinden olası babayı seçiyordu... (kendince.)
Elinde laptop çantasıyla şöyle etrafa bakınan çok şık giyimli biri girdi. Ayağındaki ayakkabıları, üstündeki kıyafeti, gözündeki gözlüğü ile eğer bu adam, bu çocuğun babası ise... gözlerim seni oyarım.
Az sonra kadının yanına oturdu.
- dişi ağrıyordu, yoksa seni çağırmazdım
- geçen senede ağrıyordu, geçti yine geçer.
- ya, kapkara oldu dişleri ne var bi kere götürsen diyorum doktora
- Bu kadar işimin içinde sizinle mi uğraşıyım bir de. Al üstümde bu kadar para var idare et. Bak Fidan, bu çocuk doğurunca da beni arama. Merak etme şu Almanya işlerimi halledince ben seni ararım.
- ama artık çalışamıyorum, gittiğim evler karnımı görüp beni geri yolluyorlar. Ne olacak halimiz.
Adamın telefonu çalıyor. Cebinden son moda telefonunu çıkarıp gülümseyerek konuşmaya başlıyor.
- az sonra, aynı yerde, tabi canım ne demek. Sen var ya sen, güldürme beni konuşamıyorum burda.
Diye sessizce fısıldamalar. Yine benim şu keratalar iş başına geçiyor. Adamla göz göze geliyoruz, konuşmalarını dinlediğimi fark ediyor. Yüzü kızarıyor. Fakat yalana alıştığı belli.
- acil gitmem gerek. Almanyadan gelen bir iş arkadaşımla görüşme yapmam gerekiyor.
- çocuğun dişi ne olacak
- geçer, geçer...
**
İnsanlar bazen yaşamları boyunca bir, bazen iki, üç, hatta dört beş defa Ümreye giderler. Şimdi Ümre mevsimi. Çevremde ne kadar çok Ümreye giden varsa, o kadar da derdini anlatmayan çaresiz insan var.
Mesela; bu yıl tatile nereye gitsem diye birbirine sorup duranlarla dolu.
Ülke isimleri soranlar dolu.
Allah kulak vermiş, illâki misafir oluyor insan.
- ben o ülkeyi çok gezdim, insanlarını sevmedim soğuk geldi nedense.
- aman sende o ülkenin kahvesi güzel değil, bir daha mı gitmek, tövbeler olsun.
- sen bir de şu ülkenin kuzu sarmasını ye de gör!...
- İsviçre’ye gideceksen Alp Dağlarını seyredip patates kızartması yiyeceksin.
Oysa ben isterdim ki annem yaşasaydı da onun elinde ve evinde patates kızartması yeseydim. Alp Dağları da şöyle uzaktan, uzaktan bana bakıp kıskansaydı.
...Bunu neden mi yazdım...
Çaresizlere çare olabilmek için. Her şeyin iyisini, güzelini yaradan bilir ama sanmıyorum ki Ümreye tatile gider gibi bir kaç kere gidin dediğini. Bir çaresize yardım etmek, hayır yapmak çok daha sevap değil midir acaba. Eğer bu yazdığım için günah diyorsanız, ben bunun günahına razıyım.
Acaba her şeyi devletten beklemek yerine, bu paralar yurt dışına gideceği yerde, ülkemize okul olarak, yurtlar olarak, hastaneler olarak, bakım evleri olarak harcansa. Hiç bir Fidan cahil kalmasa, hiç bir kurdun eline tuzak olmasa. Hiç bir Fidanın fidanının dişinin ağrıdığını biz duymasak. Hatta oteller yapılsa o güzelim deniz kıyılarımız boşuna yosun tutmasa, geliri paylaşılsa. Patates kızartmasının kokusu Alp Dağlarından duyulsa !...
**
Bu yazıda geçen Fidan gibi cahil fidanlar eğiliyor, çaresiz kalıyorlar. Ülkemizden yüzbinlerce insanımız cebindeki dolarları, euroları harcayarak sırf diğerlerine gittim, gördüm, yedim, içtim diyebilmek için, kısacası cebindeki paralarını onların dediği yerde tüketip gelmiş olurlar.
Bu arada Fidanın kızı hâlâ bir metroda yine aynı sandaletle çorabına tutturulmuş iplikle belkide annesine " çok acıyor anne " diye ağlamaya devam edecektir. Sandaleti gibi dişleri de tamamen kahverengi olacaktır. Dişlerinden utanıp, gülümsemeyi unutacaktır.
Fakat onlar, İstanbul’un trafiğinin içinde hep öndeki arabayı sollama gayretiyle kornaya bastıkları için bu küçük sesi mutlaka duymayacaklardır .
öyküsatıcısı2012Davidoff
YORUMLAR
SEvgili Davidoff, ne çok şey anlatmışsın aslında küçük kızın sandaletleriyle. Kaçımız bakıp da görüyoruz acaba? Ya da bakıyor muyuz?
Ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi bilmiyorum çözülmüş durumdayım.
Kendi çoluk çocuğundan utanan hayırsız babalar ve çaresiz anneler, sözün bittiği an...
Çevresine duyarsız kalamayan kalemini tebrik eder, kandilini kutlarım
Çoğunlukla ''Günün Seçkileri'' ni okuyorum. Sizi de yeni okudum. Uzun zamandır ilk defa seçkiye değer bir yazıyla karşılaştım. Ne kadar duyarlı bir insan olduğunuz belli. Söyliyecek çok şey var ama bize ''söz gümüşse sukût altındır'' diye öğrettiler. Özellikle bazı tabulara değinmek haklı da olsanız hoş karşılanmıyor. İsminizi ''okunacak yazarlar'' listeme aldım. Böyle sizin gibi duyarlı insanlar çoğalır inşallah. Kandilinizi kutlarım.
Aslında Diş Yarası anı bölümüne yazılması gereken bir öyküydü. Bu konuda kararsız kaldım. Konunun alt kısmına eklemek istediğim bölümler yüzünden deneme olmak zorunda kaldı.
Oysa metroda geçenler, isimleri haricinde tamamen yaşanmış olaylardır.
Fidanın küçük kızının ayağında gerçekten bir ip bağlıdır.
Kendi karnındaki bebek bir kaç güne kadar dünyaya gelecektir.
Bütün vagon onları izledik.
ve Baba az sonra geldi,
biraz sonra neşeyle çekti gitti.
Diş yarasını bizlere bıraktı.
Bunun gibi korna seslerinden duyamadığımız kimbilir ne çok diş yaralarımız vardı.
Hepinize Teşekkür ederim. Kandiliniz Kutlu Olsun.
Değerli üstadım,
Yazılarınızı okumadan önce gayri ihtiyari kendime bir çeki düzen verme ihtiyacı duyuyorum. Öncelikle başlık çok vurucu. Dil yarası, Gönül yarası değil de diş yarası. Okumaya mecbur eden bir başlık. Küçük kızı tasvir edişiniz, onun yadsınmaz sefaleti ve canının acıması okurken içimi sızlattı. Hem de fena acıttı. Onun sefaletinden sorumlu olduğum hissine kapıldım. Aslında bir bakıma sorumluyumda. Yazınızın devamında siz de aynı mesajı vermişsiniz zaten.
Kadının toplumdaki yeri ve uğradığı şiddet benim yumuşak karnım. Hele sefalet yaşayan masum yavruları görünce kahroluyorum. Peki bu konuda ne yapıyorsun derseniz cevap vermem fakat birçoklarından fazlasını yaptığımı bilin kafidir.
Dini konulara hafiften bile olsa dokunmak cesaret ister. Çünkü sonuçta afaroz edilmek, hakarete uğramak ve incinmekte var işin ucunda.
Gerek konu, gerekse edebi yönüyle harika bir yazı, önünüzde saygı ile eğiliyorum.
Davidoff
Fakat izin verirseniz öncelikle yazının ne demek istediğini bu kadar güzel ifadelerle anlattığınız için tebrik etmek istiyorum.
Çünkü tek üzüldüğüm, yorum yapmış olmak için yorumcu kılığına bürünmek ve hiç okumadan, anlamadan yorum yapmaktır.
Teşekkür eder hayırlı kandiller dilerim.
Yüregindeki aciyi yazisiyla hafifletmeye calisan
dogrular ile akla cimdik atan bir yazi idi desem...
ve öpsem o güzel yüreginden.
ve
hayirli kandiller duasi ile.
Davidoff
Hayırlı kandiller güzel yüreklim.
Teşekkür ederim.
Davidoff
Sevgi benden olsun, kocamanından.
:)
(( Seçil Nimet ))
Ohhh!
Sefam olsun derim... :)
Seviyorum seni...
Offf dedimyazı bitince.
Sen hiç bir zaman boş yazmadın hep dopdolu yazdıkların.
Bu yazı...
Kızlarımızı okutmak en önemli ve tek çaremiz. İnsanlar hayatlarında hatalı seçimler yapabilirler ama eğer kendi ayakları üzerinde durabilmeyi biliyorlarsa o hatalardan daha az yara bere içinde ama muhakkak hayata devam ederek çıkarlar.
.
Çok güzel bir yüreğin var bunun o güzel kokusunu harflerinden almak mümkün.
Gün seçkisi olmayı çok çok hak eden bu güzel, anlamlı yazının gün seçkisi olduğu için çok çok çok mutluyum.
Sevgimle her daim.
Davidoff
Deli yüreğin, deli yüreğimin gözlerini doldurdu.
İstediğiniz bir konuyu ele aldığınızda nakış gibi işliyorsunuz.
Vermiş olduğunuz ders cabası.
Bu ülkede Fidan ve fidanları gibi çok kişi var, ama kimin umrunda? Sabah kahvaltısını İstanbul'da, akşam yemeğini Kıbrıs'ta geçiştirenler olduğu müddetçe bu böyle devam edecektir.
Tebrikler Öykü Satıcısı, bu öyküyü aldım kendime, parasını da öderiz elbette... :)
Davidoff
Baktım modası geçiyor, yol yakınken az isim değişikliği ile rötüş yaptım kendime.
Hem Siz yabancı değilsiniz sağolun, biraz bahşiş bırakın yeter.
Sevgiyle.
Mesajı içinde yazılar mutlaka sesini yormadan duyurur...
Yaralar yaşamın derin kuyularında arındırılıp dökülür tecrübe denizine...
İyi ki yazıyorsun Davi... İyi ki...
Tebrikler...
Mehtap ALTAN
sende bugün anladım ki hayatımda olması gerekenlerdensin sonsuza dek...
iyi ki rastlaştık... iyi ki...
Öykücü satıcımız küçücük sayfaya ne çok şey sığdırmış yine..
özet geçersek
anlatıcının kendi iç dünyasını(ki iç dünya sonsuz kadar büyüktür:) , anlatıcının gözleri ile savaşını
ismini fidan koyduğumuz anneyi çocuğu çocuğun terliklerini, dayaklık babayı, babanın çantasını babanın gözlüklerini telefonunu,bir dayaklık daha babanın sevgilisini ümreyi, alpleri
patates kızartmasını, ülkemizi , yosunlu, kıyılar,ı okulları, hastaneleri ,..
Nasıl hiç bir taşırma yapmadan okuyucuyu şaşırtarak bir metro yolculuğuna bunları sığdırdın bilmiyorum ..
Bildiğim
Tebrik etmem gerektiğidir..
Tebrikler davi
Davidoff
Ne kadar güzel bir özetleyiş bu böyle.
Sonsuz Teşekkürler.
Davidoff
Tepegöze benzer, sen kendini göstereceğini sanırken. O karşındakini gösterir.
Sevgiyle lamour.
Söyleyecek çok da sözüm yok aslında. Yazdıklarınız içime oturdu. Bunu hep düşünmüşümdür, israf nedir ihtiyaç nedir? İyi bir cevap da bulabilmiş değilim.
Bazen bir alışveriş merkezinde bir arkadaşıma kahve ısmarlayıp sonra masaya yirmi lira bırakıp çıkarken o yirmi lirayla bir ailenin kaç gün karnını doyurabileceğini düşünüyorum.
Biz cennet yoluna koyulmuşken kahverengi dişleri olan bir kız çocuğunun karşımıza dikildiğini ve gözleriyle bizi ite ite mahşer yerine doğru geri döndürdüğünü hayal ediyorum.
Ağır yük...
Siz yazdıkça hafiflemişsiniz biz okurlarınız da elimizdekileri dağıttıkça hafifleriz inşallah
Davidoff
Çok güzel bir yorumdu çizgilikağıt. Teşekkür ederim.
Sevgilerimle.
Aklıma gelen ilk şey Nfk'nın adam olmak cinsiyet meselesi değil şahsiyet meselesidir...
Böyle bir baba olabilir mi? Eşine çocuğuna ilgi yok ..İlk sıraya işini koyan..O çocuğun büyüyünce yaşayacağı psikoloji...Beyninde opluşan baba profili...
Aman Ya Rabbimm dedim...O minik yavru baba gelecek sözü ile avutulurken gelen baba'nın söyledikleri..Ve ikinci bebek anne karnında.....Bu bebeklere yazık değil mi? Bu annelere yazık değil mi?
Ailesine karşı ilgisiz olup ilgisini dışarıya yansıtan dışarıda güler yüzlü evinde (biraz kaba olacak ama) mendebur...Siz buna eş ya da baba diyebilir misiniz ?
Pekala ya kadınlarımız? Böyle eşlere neden katlanıyor? Karnı burnunda hamile bir kadın kucağında küçük çocuğu ile temizliğe gidiyor hayhat ki hayhat!!!! Ve buna müsade eden baba profili..
Onun içindir ki muhakkak ki muhakkak....... KIZ ÇOCUKLARINI OKUTMALIIIIIII.....Bilinçli kendi ayakları üzerinde duran, kendi hakkını savunabilen kız çocukları yetişmeli..Yoksa bu devram böyle sürüp gider...Dahaçok fidanlarımız dişi, kalbi acır...
.....................
Ve diğer yazdığınıza değinecek olursam...
Acaba her şeyi devletten beklemek yerine, bu paralar yurt dışına gideceği yerde, ülkemize okul olarak, yurtlar olarak, hastaneler olarak, bakım evleri olarak harcansa. Hiç bir Fidan cahil kalmasa, hiç bir kurdun eline tuzak olmasa. Hiç bir Fidanın fidanının dişinin ağrıdığını biz duymasak. Hatta oteller yapılsa o güzelim deniz kıyılarımız boşuna yosun tutmasa, geliri paylaşılsa. Patates kızartmasının kokusu Alp Dağlarından duyulsa !...
Evet maalesef ki maalesef insanlar bu olaylarda cıvıttılar...Bilmiyorum günah mı bende dini eğitimcilik yapmış biri olarak söylediğim doğru mu bilemiyorum..Farz olan hac'dır..Umre ziyaretini de tabi ki yapabilirsin....Maddi gücün varsa yap ama Rasulullah sav ne buyuruyor komşusu açken uyuyan bizden değildir...
O maddi imkanda olanların yapacağı hayrın okul hastane vs....Kendisine kat kat geri döneceğini bilmiyor mu?
Ölünce bile kapanmayacak amel defteri...Senin yaptırdığın o okulda nesiller yetiştikçe sana oradan sevap gelecek....Bir sürü insanın yetişmesine vesile olmak o çorba da bir tuzunun bulunması...
Belki yanımızda ihtiyaç yoktur..Afrika Somali'de mi yok? Oradaki açlık dramı..
Bence insanlar bu yaz umre gezisi yok bilmem Avrupa vs vs vs...Nereye giderse gitsin bizi ilgilendirmez..Ama biraz "el- vicdan".......Eğer ben müslümanım diyen herkes kendisine farz olan zekatını verse bu dünya bu gün bu halde olmazdı...Bir arap kralının yaşayışına bakınca uçağında ki muslukları bile altından bu ne saltanat...Biz açlıktan karnına taş bağlayan bir peygamberin ümmeti değil miyiz?
Bu konu bitmez ki bitmez...Güzel bir konuya değindiniz...Kutluyorum sizi......
Davidoff
Eğer bir baba olsaydım iskele babası gibi deniz kenarında durup martıların üstüne tünediği babalardan hiç olmazdım.
Yazıma cevabınız için çok Teşekkür ederim
Saygıyla..
Doğru zamanda, doğru yazılan bir yazı ancak bu kadar güzel olurdu Davidof. Seni gönülden selamlıyorum ve eline sağlık diyorum.
İnsan olmayı bilmiyoruz. Ve huzurun anlamınıda bilmiyoruz biz.
bence,ne güzel özetliyor şu sözlerin Huzuru.
""Oysa ben isterdim ki annem yaşasaydı da onun elinde ve evinde patates kızartması yeseydim. Alp Dağları da şöyle uzaktan, uzaktan bana bakıp kıskansaydı."" Böyle bir anı değişmem hiç bir yurt dışı seyahatine...
Sevgier.
Davidoff
Selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Çok sağ olun.