- 640 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BABAMIN EŞİ ÖLSÜN - 7
Regaip Kandili geldi çattı. Köyde, okulda, minibüslerde, sokaklarda, gazete radyo ve televizyonlarda hep kandil akşamının anlam ve öneminden söz ediliyordu. Hemen hepsinde de dargınların mutlaka o gece barışması gerektiği, eş dost akraba ve komşuların ziyaret edilerek kandilleşilmesinin ne kadar sevap olacağı, hele ki anne babayla mutlaka görüşülmesinin, onların hayır duasının alınmasının farz olduğu adeta Halil’in kulaklarının içine içine söyleniyordu.
- Hayrola Halil ; bu gün sanki daha güzel giyinmiş gibisin. Senin için özel bir gün mü yoksa ?
Ece öğretmendi yine. Dersin arasında Halil öyle özel görünmüştü o gün gözüne. Aslında oldukça da dalgın görünen bu çok sevdiği öğrencisinin dikkatini biraz da derse vermesiydi asıl amacı.
- Evet Öğretmenim ; bu gün ben babamı ziyarete gideceğim ! deyiverdi o anda. Aslında derin uykudan uyandırılan hatta bayıldığında ayıltılan bir insanın refleksi gibiydi onun bu sözleri.
Söyledikten sonra kendisi de şaşırdı. Henüz bu konuda bir karar vermiş değildi aslında. Sadece düşünüyordu.
Sevindi öğretmeni. Alkışlamak geldi sınıf arkadaşlarının içinden. İçi coştu çocuğun bir anda. Ağlayası geldi. Arkadaşlarının hiç umurunda olmadığını sanıyordu o güne kadar. Demek ki aslında babasızlığının üzüntüsünü içten içe onlar da paylaşmışlardı. Birden çok mutlu hissetti kendini. Artık kararı kesindi.
Derslerinin bitip paydos olmasını sabırsızlıkla beklemeye başladı. Zil çalar çalmaz koşarak çıktı kapıdan. Koşarak yürümeye başladı babasının oturduğu eve doğru. İlk gördüğü pastahaneden bir kandil simidi alırken bile aceleciydi.
Kapıya yaklaştığında bambaşka bir heyecan sardı ruhunu. Yıllardır görüşmemişti babasıyla. Yeni eşinden bir de kızkardeşi olduğu haberini almasına rağmen hiç görmemişti onu da.
Elleri titredi kapının ziline uzandığında. Ya babası dargınsa ona ? Yıllardır gelmediği için unuttuysa, unutmak istemişse ? Ya kapıdan geri çevirirse ?
Olumsuz duyguları dinî inancı sayesinde atmak istedi kafasından : O, Allah’ın emrettiği şekilde görevini yapmak isteyecekti, gerisi babsına kalıyordu.
Elinde Kur’an-Kerim, başında beyaz bere ile açtı kapıyı babası.
- Hayrola Halil ! Hangi rüzgâr attı seni ?
Sanki yıllardır görüşmediği oğlu o değilmiş gibisine, en ufak bir sevinç belirtisi göstermemişti adam. Fakat , herhangi bir mutsuzluk belirtisi de yoktu yüzünde. Duygusuzdu sadece.
Elindeki kandil simidini babasına uzattı çocuk. Neden geldiğinin muazeretini göstermek ister gibiydi.
- Şey babacığım ; bu akşam mübarek Regaip Kandili ! Annelerin, babaların mutlaka ziyaret edilmesi gerekiyormuş. Ben de Kandilini kutlamaya geldim, deyip eline uzandı babasının, yılların hasretiyle doya doya öpmek hatta boynuna sarılmak istedi. Fakat sadece elini öpebildi, o da çok kısa sürdü.
- Kapıda kaldın, gelsene içeri .
Birlikte salona geçtiler. Bir köşede yatmakta olan kadının baş ucuna gitti yine adam. Kadının gözleri kapalıydı, ağır hasta olduğu belliydi. 7-8 yaşlarında bir de kız çocuğu vardı başında hıçkıra hıçkıra ağlayan.
Karşılarında bir yere oturdu çocuk. Evin içinde derin bir hüzün havası hâkimdi. Ölüm sessizliği dense yeriydi.
- Eşim hasta Halil. Doktorlar çok az ömrünün kaldığını söylüyorlar. Akciğer kanseri olmuş. Tıp çare bulamıyor, tedavi edilemiyor.
Bir anda değişik bir duygu kapladı çocuğun içini. Sanki anlayamadığı bir müjde, hayırlı bir haber almış gibi oldu birden. Neredeyse yüzü gülecekti. Kendine hâkim olmaya çalıştı ve içini saran bu değişik duygunun sebebini düşünmeye başladı.
- Sen Selma’yı görmüş müydün daha önce ?
Utandı çocuk. Bir kardeşi vardı ama daha önce onu hiç görmemişti. Merak edip de görmeye bile gelmemişti. Şimdi yedi el yabancı gibi karşısında duruyordu.
- Tabii nereden görmüş olacaksın ; yıllardır hiç gelmedin ki !
Cevap vermek istedi babasına. Kendini ona karşı savunmak, her şeyin suçlusunun babası olduğunu haykırmak istedi bir an. Ama sustu. Suçlu olmayı o mübarek gecenin hatırına kabul etti.
- Bak Selma ; bu senin Halil ağabeyin.
Şaşırdı Selma. Adını çok duymuştu ama hiç görmemişti ağabeyini. Koşarak gelip sarıldı.
- Ağabeyciğim, canım ağabeyciğim ! Niçin hiç gelmiyorsun bize ! Ben seni çok seviyorum. Hiç görmesem bile çok seviyorum.
Yılların hasretiyle sarıldılar. Yabancılığı ilk dakikada atıverdiler üzerlerinden.
- Ağabeyciğim ; annem hasta oldu benim ! Doktorlar onu iyi edemiyorlar ! Ne olur onun için dua et !
Halâ içindeki duygu değişmemişti Halil’in. Her şey güzel bir olayın müjdesini verir gibi geliyordu ona. Kendinden utanmaya, içten içe nefsiyle kavga etmeye başladı.
Babası Kur’an okuyordu kadının başında. Kardeşi ağlıyordu. Ama onun içinde değişik duygular kabarıyordu. Utandı kendinden ve bir an önce oradan ayrılmak istedi.
Tekrar geleceğine söz verip ayrıldı oradan. Şimdi koşarak köyüne, evlerine, annesinin yanına gitmek istiyordu.
Kapıyı açan annesine bir başka sarıldı o akşam. Önce elini öpüp kandilini kutladı. Sonra ana oğul oturdular yan yana.
- Hayrola oğlum ; sende bir haller var bu akşam, anlat bakalım !
Yüzü gülüyordu çocuğun. Sanki bir ölüm mahkûmu hastayı görmemişti bir kaç saat önce !
- Anneciğim, kızmazsan sana bir şey söylemek istiyorum.
- Ne demek kuzucuğum ; sana kızabilir miyim hiç ?
- Anneciğim ; hani bu akşam kandil akşamıydı ya !
- Evet oğlum ; mübarek Regaip Kandili. Peygamberimiz (SAV) efendimizin doğum günü.
- Herkes Kandil akşamlarında anne ve babaların ziyaret edilmesi gerektiğini söylüyordu. Hatta farzmış galiba.
- Evet, tabii öyle. Hatta yalnız Kandil akşamlarında değil, her zaman ziyaret edilmeli anne baba ve akrabalar.
- Ben bu gün babama gittim anne !
Duraksadı kadın. Yüzünü öfke değil ama derin bir hüzün kapladı bir anda. Yıllar önce kendisini çalıştığı yerdeki bir kadın uğruna terk eden kocası geldi gözlerinin önüne.
- Kızdın mı anne ? Ne olur affet beni ! İstersen bir daha gitmem, vallahi gitmem !
- Ne demek oğlum ! Çok iyi etmişsin, elbette gideceksin. Her zaman da gidebilirsin !
- Sahi mi anne ; sahiden kızmadın mı bana ?
- Tabii ki kızmadım oğlum .
- Biliyor musun anne ; bir de kardeşim olmuş benim. Adı Selma. Onunla da tanıştım.
- Duymuştum oğlum.
Şimdi içindeki gerçek duyguları açığa vurmak için hazırlanmaya başladı çocuk. Çok önemli bir müjde vermek ister gibi hazırlamak istedi annesini.
- Anne , sana çok önemli bir şey söylemek istiyorum !
- Hayırdır oğlum ?
- Hayır anne, hayır. Bence çok hayırlı olabilir.
Şaşırdı kadın, sustu ve çocuğun söyleyeceklerini sabırla beklemeye başladı.
- Anne, hani babam bizi bıraktıktan sonra başka bir kadınla evlenmişti ya !
Yine sustu kadın. Gözleri ıslanmaya başladı bu kez. Fakat çocuk o yaşları görebilecek gibi değildi o an.
- İşte o kadın hasta olmuş anne. Kanser olmuş. Çaresi de yokmuş üstelik. Ölecek o anne, anlıyor musun ölecek ?
Birden tepki vermek istedi kadın. İki koluyla birden kollarından tutarak sarstı oğlunu. Daldığı gaflet uykusundan uyandırmak istedi.
- Bu ne hal oğlum ? Öleceğini öğrendiğin bir insanın haberi böyle mi verilir ? Utanmalısın Halil, utanmalısın kendinden ?
- Hayır anne, utanmıyacağım ! Ölsün o ölsün ! diye bağırmaya başlayınca o güne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapmak zorunda hissetti kadın kendini. Yıllardır hayatı birlikte göğüslediği, canı gibi koruyup kolladığı oğluna sertçe bir tokat attı . Şokta olduğunu anladığı oğlunu kendine getirmesi gerekiyordu.
Şaşırdı çocuk. Hatırladığı ilk tokadıydı annesinden yediği. Ağlamaya başlayınca kadın da sarılıp ağlamaya başladı onunla birlikte. Ana oğul uzunca ağladılar birlikte.
Devam edecek
Fikret TEZAL