KARA YUSUF-V
........................
**
Yusuf, artık her işi gören bir delikanlıdır. Koca evin en büyük yetişkin gencidir. Babası, anası, ebesi ve hele amcası ona artık her şeylerini güvenirler; bu nedenle de her işi yapmasına izin verirler. Yusuf, babasından amcasından ve diğer büyüklerinden gördüğü deneyimler üzerine bütün işleri özene bezene yapmaya çalışır. Hele bunların yanında tarlalardan getirdiği ekin işi vardır ki o bambaşkadır. Kağnıya yüklediği ekinlerin düzgünlüğü, ön kısmına buğdayların başak kısmından ‘kekil’ yapması... Combaların süslenişi, kağnının çok uzaklardan bile sesinin en güzel biçimde duyulması için mazının yağlanması... Yusuf’un en çok üzerinde durduğu ve özenerek yaptığı işler olur.
Her sene olduğu gibi Çerkez Harmanı yine dopdoludur. En az on beş hane kadar ailenin ekinleri yan yana harman edilir, sürülür. Yusuf, artık büyümüş bir delikanlı olarak her işe dikkat etmeyi bir görev bilir. Yusuf, süslü ve kara combalarla kekilli sap yüklü kağnısını harmana getirirken, şapkasının hafif yukarı kalkışından bütün mağrurluğu ortaya çıkar. Yüzünün tâ uzaktan bile ıslaklığı güneşin sıcaklığı ile de parıldayıverir.
Hele başkaları... Yusuf’u bu durumda görecekler de durup bakmayacaklar!.. Yusuf bütün bunları bilir; bildiği için de kağnın okundan tutar ve ağır bir şekilde harman yerine getirir. Kağnının çıkardığı ses tâ köyün içinden bile belli olur. Sanki apayrıdır Yusuf’un kağnısının sesi. Duyanlar, ‘Aha geldi Yusuf!’ diye düşünürler.
Yusuf yetişkin delikanlıdır. Köyde hatırı sayılı bir ailenin çocuğudur. Köyün yetişkin kızları vardır; Yusuf da bekârdır. Yusuf artık on sekiz yaşındadır. Bütün akrabalar ile bir arada harman işlerler. Çerkez Harmanında Yusuf’un ailesi yanında Abdilin Veysel, Eşref Emmi, Havuzun Hüseyin, Apışla Memduh; yukarı kısımda İmâmınoğlu Mustafa, Hamdi Ağa, Topal İsmail, dayısı Delik Mustafa, Kel Celâl’in Uşakları, Apık Çavuş (Cenderme), Kel İhsan, Hacı Paşa ile Hamza Kâyanın harmanları vardır.
Kimi kağnılarla sap getiriyor, kimi gelen sapları harman yapmak üzere dağıtıyor. Kimi hâlâ düven sürüyor, kimi de olduğu yerden ya ayakta ya oturmuş Yusuf’u ve kağnısını seyrediyor. Yusuf bütün bunların farkında. Onun için biraz da ağırdan alıyor kağnıyı harman yerine getirirken. Bir de harman yerine kadınlar ve kızların gelip gitmesi... Yusuf’u daha bir şevk ve heyecan sarar. Kim olursa olsun kadın erkek, yaşlı genç, komşu ve akraba kızları bile Yusuf’un kağnısına bakmadan geçmezler. Yusuf’un sadece sap yüklemede değil her işte gösterdiği gayret ve bu gayretin getirdiği başarı, bütün köylü tarafından bilinir. Yusuf, gece gündüz demeden, yaş yağmur aldırmadan bir tarlaya, bir ekin biçmeye, olmadı değirmeni yoklamaya, sonra ‘köm’e gidip davarı görmeye ve çobanları denetlemeye gider gelir. Günün her saatinde sanki ayrı ayrı yerlerde görünür Yusuf. onun bu enerjisine kimse ne yetişir ne de akıl sır erdirir.
Yusuf delikanlı olmuştur ya... Amcası bunu ilk fark ettiğinde yuvarlak bir ayna vermiştir. Yusuf bu aynayı çok sevmiştir. Fırsat buldukça aynayı cebinden çıkarır, şöyle bir bakar. Sonra bir eliyle simsiyah saçlarını düzeltmeye çalışır. O anda eğer işini bitirmiş de biraz istirahat ya da yemek yiyeceği zamansa, pantolonunun arka cebinden bir de tarak çıkarır; başlar aynaya bakarak saçını taramaya. Sonra da iki eliyle şapkasını yavaşça başına geçirir. Bu ona pek keyif verir.
**
Mahi Hanım, Değirmenin Önündeki bahçeden gelir. Avluya girdiğinden beri yüzünde gülücükler... Garip bir şekilde, başını sağa sola çevirerek hareketler yapar. Bu sırada avluda gelini Rabia vardır.
-Hayrola nene! Bek de neşelisin!..
Gülmeye devam eder Mahi Hanım. Rabia iyice meraklanır. O da gülümser ama kaynanasının gülmesine bir anlam veremez. Fazla dayanamaz tekrar sorar:
-Kele nene, neye gulüyon? Merah ettirme beni!..
-Dur hele Fadik, söyliyecam!..
Mahi Hanım varır, oğlu Hasan’ın evinin merdiveninin ilk basamağına oturur. Rabia Hanım sanki nefesini tutar ve kaynanasının söyleyeceklerini dinlemeye hazırlanır. Bu arada Mahi Hanım tekrar gülmeye başlar. Rabia, bu durum karşısında iyice sabırsızlanır. Sesini az da olsa yükseltir:
-Ee nene! Söyliyecasen söyle! Yosam gediyom aha!
-Gız Fadik, Pambılıynan garşılaştım. Ayahüstü epey gonuştuh...
-Hangi Pambılı, nene?
-Gız abılan, abılan...
-Gardaşımın garısı mı? Ee!..
Mahi Hanım başlar yine tatlı tatlı gülmeye.
-Ee nene, söylesene gaylin!
-Sen başına geleni dine bakıyım, Fadik!..
-O ne demek, nene? Başıma ne gelecamiş, benim? Şunu açıh açık söylesene...
-Yusuf evlenmek ister galin! Haberin yoh mu?
-Ne evlenmesi? Neden haberim olacak, nene?
Mahi Hanımın gülmesi eksik olmaz. Konuşurken çok sevinçli olduğunu herkes anlar. Rabia, bunu farkeder.
-Benim bi şeyden haberim yoh. Sen bek neşelisin. Yosam ahlından bi şey mi geçiyo, ne? Söyle de ben de biliyim, nene!
-Gız yavrum! Benim ahlımdan geçen bi şey yok, valla! Bizim Yusuf, Hacca’ya ayna tutmuş! Yaa!..
-Bizim Hacca’ya!.. Gardaşımın gızına!..
-He ya! Hacca’ya!..
Bunun üzerine Rabia’da başlar gülmeye. Bir süre kaynana gelin birlikte gülüp dururlar. Hemen karşıdan Hanım Gelin görünür. Onların neşeli bir şekilde olduklarını görünce merakla seslenir balkondan:
-Neye gulüyonuz öyle? Bek neşelisiniz, bahıyomda!..
Rabia, hem gülmeye devam eder hem de Hanım Geline cevap vermeye çalışır:
-Gız Hanim! Ben de senin gibi merah ediyodum. Bi duysan sen de gulen!
-E söyleyin de biz de gulek!
-Yusuf, bizim Hacca’ya vurulmuş!
-Kim dedin, kim dedin?
-Gardaşımın gızı Hacca’ya...
-Kim diyo onu?
-Aha, emen diyo. Abılam dert yanmış.
-Panbılı bacı mı söylemiş? Kele inanıyon mu?
-Ne biliyim, nenem öyle deyince ben de şaşırdım kaldım.
-Ee, tabi aslan gibi oğlan... Hem ahraba da... Gendilerinin gonlü var da, lâf ediyolar, n’olacak! Hemi bahıyomda, sizin de bek hoşunuza getmişe benziyo...
Bunun üzerine Mahi Hanım ile Rabia birbirlerine bakışırlar ve gülüşmeye devam ederler. Belli ki gerçekten bu durum hoşlarına gider. Mahi Hanım oturduğu yerden yavaşça kalkar ve Hanım Gelinin evine doğru yönelir.
-Norek...Olursa olur... Allah hayırlısını versin! Hele aşam olsun, ben Musa’ynan bi gonuşuyum. Ne diyecek, emmisi bahalım?..
Rabia, pek heyecanlanmıştır. Hiç aklında yoktu Yusuf’un evleneceği. Onun için hem heyecanlanır hem de sevinir. Sevinci iki bakımdandır. Biri Yusuf’un büyüyüp delikanlı olması ve evlenme çağına gelmesi; ikincisi de söz konusu kızın, kardeşinin kızı olmasıdır. ‘Kardeşimin kızı, yabancı değil ya!’ diye düşünür ve sevinir. Bu duygu ve düşüncelerle akşam olur. Rabia, aynı heyecan ve sevinçle ilk akşamdan karşı eve geçer. Onu ilk karşılayan eltisi Hanım Gelin olur. Hanım Gelin, şöyle bir bakar Rabia’ya yüzünden gülümseme eksik değildir. O da gülümser.
-Ne o bacı? Neşen yerinde, bahıyom da!..
-Yok, kele Hanim? Sen nasılsan, ben de öyleyim işte!
-Yoh yoh! Ben bilmez miyim? Duramadın evde daal mi? Ahlına düştü Yusuf’un evlenmesi... Sevincinden duramıyon!
Rabia gülümsemeye devam eder. Sadece başını hafifçe sallar. Hanım Gelin devam eder konuşmaya:
-Valla bacı, bana sorarsan en iyisi de, en doğrusu da bu... Sen gelmeden, biz ememle gonuşuyoduh... ‘Çok eyi olur’ dedik, kendi kendimize.
-Hee... Ben de öyle düşünüyom.
-Hasan Ağa ile gonuştunuz mu bacı?
-Yoo. Gonuşmadıh daha. Sen ona bahma.
-Haberi yoh mu Hasan Ağamın?
-Nerden olsun haberi Hanim? Hem haberi olsa ne yapar ki? O da çok sevinir kele!
-Sevinir tabi ya! Sevinmez mi!
Konuşmaların üzerine Mahi Hanım gelir. Gülümseyerek eşikten içeri girer.
-Hoş geldik Fadik! Ne ediyon?
-Hoş gordük nene. Hanim’inen gonuşuyoduh da...Sen ne’diyon? Nasılsın?..
-Eh, işte! Bildiğin gibi...
Hanım Gelin araya girer:
-Yusuf nasıl ayna tutmuş? Onu da söylesene eme!
Mahi Hanım gülüverir. Onun gülmesine Rabia ile Hanım da gülerler. Mahi Hanım başlar konuşmaya:
-Gız yavrum! Panbılı’nın dediğine göre iki, üç kere ayna tutmuş, Yusuf. Birinde evin önünden geçerken... Başka da harman yerinde mi, bahçede mi tutmuş, ne?.. Gorseniz Panbılı Hatını;
-“‘Aman gurban oluyum, Mahi Abıla. Bizimkiler duymasın bunu. Haberleri yok. Şu gara oğlana tenbih edin; bi daha böyle bi şey yapmasın!’ deyip durdu. Ben de; ‘Meraklanma sen. Söylerik. Bi daha yapmaz,Yusuf” dedim. Hepsi bu yavrım!..
-Hepsi bu da eme, bunnarı anasına Hacca mı söylemiş?
-Gız yavrum, valla heç ahlıma gelmedi sormah! Ben zaten, Panbılı annatırken, ne yalan söyleyim, çekindim ecik. ‘Lâfı bitse de getsem’ dedim, içimden. Neyse yavrım, ‘şo şu mahana’ derler...Biz onun bunun lâfına bahmıyacaz. Eğer Yusuf’un gonü varsa, sorarıh; ondan sona da bu işin oluruna gedilir. Bize de yahışan budur, yavrım!
-He nene, bek gozel dedin, kele. Ben de senin gibi düşünüyodum. Oluruna baharıh, n’edek... Ben gahıyım. Sona gine gelirim.
Rabia, geldiğinden daha keyifli durumda yerinden kalkar ve evine doğru çıkar gider. Artık bütün plânlar Rabia’nın düşündüğü gibi yönlenmektedir. İş sadece erkeklere kalmıştır. ‘İşin içinde Mahi Hanım olduktan sonra erkekler de rahatlıkla razı edilebilir’ diye düşünür. Rabia eve varır varmaz karşısında Yusuf’u bulur. Biraz ciddi olur Rabia Hanım.
-Sen n’aptın öyle, Yusuf?
Yusuf, annesinin birdenbire söylediği bu lâftan bir şey anlamaz. Gayet yumuşak bir tavırla karşılık verir:
-N’apmışım, ana?
-Daha n’apacan oğlum? Elin gızına ayna tutulur mu heç? Bi goren, duyan olsa ne derler?..
-Ne aynası ana? Kim diyo onu? Kime tutmuşum?..
-Hadi hadi... Kimi gandırıyon! Biz biliyoh her şeyi...
-E söylesene öyleysem, ana!
-Hele şuna bah! Bi de utan mıyon, gonuşurken! Ayıp daal mi, dayıyın gızına ayna tutmah?..
-Haa... Annaşıldı canım! Anama bahın, anama!.. Dayanamadı yiğenine...
-Öyle olur mu, oğlum? Biz ahrabayıh! El ne der?.. Herkes ayıplar, gınarlar...Bunun yolu var, yordamı var!..
Yusuf, annesinin bu lâfı üzerine oturduğu yerden ayağa fırlar. Hem sevinir hem sesini yükseltir. Hem de annesine karşılık verir.
-Ben ona gosteririm!.. Demek varmış, çalıh anasına şipilemiş ha!..
-Vıı... Şu gonuştuğun lâfa bah, hele! Sen kimsin de öyle gonuşuyon, bi kere!..
-Yahu ana! Sana n’oluyo ki?.. Elin gızını gayırıyon!..
-Bi kere elin gızı daal. Hem sen neyisin? Nişanlısı mısın?..
Yusuf, sesini ve hareketlerini şiddetlendirir. Hatta beklenmedik bir davranış sergileyiverir;
-O zaman nişan dahın, siz de!..
Yusuf, kapıyı sert bir şekilde çarpar ve dışarı çıkıp gider. Annesi Rabia, bir süre yerinde oturup kalır. Sonra kendi kendine gülümsemeye başlar ve arkasından konuşur;
-“Ee, işte olacağı buydu ya! Demek doğruymuş olanlar. Artıh baş goz etmek lâzım bu oğlanı...”
Rabia artık yerinde duramaz. Akşam olur olmaz doğruca kaynanasının yanına varır. Yusuf’un evlenmek istediğini kendisinden bizzat öğrenmiştir. Bunu hemen kaynanasına ve amcası Musa’ya iletmeyi bir görev hisseder. Tam istediği gibi kaynanası, kayını Musa’da evdedir. Gülümseyerek girer.
-Bu zamanınız hayırlı olsun!
Mahi Hanım karşılık verir;
-Hoş geldin, Fadik abla.
Rabia’nın gülümsemesini gören Musa, kendisi de gülümser ve ilk akşamdan gelişine bir anlam veremez. Gerçi Rabia her zaman gelir gider ama böyle ilk akşam yemek zamanı pek gelmez. Musa, bu nedenle, ‘Mutlakla bir işi var bunun’ diye düşünür. Onun için başka bir anlam veremez.
-Hayırdır Fadik! Bek neşeli gorünüyon! Nedense?..
Rabia karşılık vermez hemen. Sedirin bir köşesine yine gülümseyerek varır oturur. Onun oturmasıyla Mahi Hanım konuşur:
-Ee, guler tabi! Yusuf’u everiyo anası, oğlum! Gulmez mi Fadik?..
-Ha, öyle mi?.. Allah Allah!.. Siz gene bi şeyler gaynatıyonuz...
Musa, solunda oturan Rabia’ya döner ve sesini yükselterek konuşur:
-Ee, ne edecaan şimdi, evlendirince? Yalınız mı galdıydın? İşlerin mi gorülmedi? Hem çocuğun yaşı ne daha!.. Ulan, bu siz var ya, siz!.. Çocuğun ahlına fikrine sohmayın şu evlenme işini, yahu! Bize heç danışmıyonuz. Gendinize gore işi bitiriyonuz; ondan sona gelip güya danışıyonuz!..
Musa ağzını açar, gider dümdüz. Kimse ne tutar, ne önüne geçer. Ama Mahi Hanım bir ana olarak, sonunda araya girmeye cesaret eder:
-Oğlum! Musa! Sen hahlısın da...
-Hahlıyım tabi!
-Yalınız bunda Fadik’in heç suçu, haberi bile yoh...
-Ne demek ana? Siz, ‘evlendiriyoh’ demiyonuz mu?
-Tamam. Hahlısın oğlum da... Yusuf istiyomuş... Ya!..
Musa anasının bu lâfı üzerine sesini azıcık alçaltır ve yumuşar biraz. Ama Yusuf’un evlenme işinde anası Rabia’nın mutlaka parmağı olduğunu düşünmeye devam eder. Başını hafifçe sağa sola sallar ve konuşur:
-Yusuf mu istiyomuş? Kimi istiyomuş Yusuf? Kimimiş bu gız?
-Bizim Haccayı istiyomuş.
-Hacca mı? Hangi Hacca? Kimin Hacca bu, yahu?
-Kimin Hacca olacah, Mustafa’nın gızı...
Musa birdenbire değişiverir. Hatta gülmeye başlar. Sonra Rabia’ya tekrar döner ve gözlerini patlatır. Sesini daha da yükseltir:
-Sen var ya, sen!.. ‘Gardaşımın gızı, dedin....Bana bahar yiğenim nasılsa...’ diye düşündün, plânladın... Oğlanın ahlına da girdin. Şimdi de adını ‘oğlan istiyo’ goydun. Daal mi? Ben bilmem mi sizi. Sizde Arap cinsi var, Arap... Mustur mustur durursunuz ama ne plânlar yaparsınız, siz... Ben bilmem mi...
Rabia, Musa’nın karşısında çıt çıkaramaz. Hiç mi hiç karşılık vermez. Hatta sadece gülümser geçer. Musa konuştukça kaynanasının gözüne bakar Rabia. Sanki ondan yardım bekler; ‘Benim yerine konuş’ der gibi bakar durur. Mahi Hanım da çaresiz, ‘İş başa düştü’ diyerek, oğluna karşılık vermeye çalışır:
-Yoh oğlum, inan bunda senin düşündüğün gibi Fadik’in Yusuf’u yellemesi, ahlına girmesi filân, heç bi şeyi yoh.
Mahi Hanım konuşurken aniden gülüverir. Onun gülmesine Rabia ve Hanım Gelin de gülerler. Musa, anasının konuşurken ansızın gülmesine anlamsız bir şekilde bakar.
-Ne o ana? Niye guldün öyle?
-Oğlum, duysan sen de gulen...
-Ee, anlat da biz de gulek öyleysem, ana!
Mahi Hanım başlar anlatmaya. Anlatırken bir yandan da gülmeye devam eder.
-Oğlum! Ben bostandan geliyodum. Pambılı Hatın evlerinin önünde yolumu kesti. Anlattı ki anlattı... Senin annıyacan, Yusuf, Haccıya ayna tutmuş. Bunu iki, üç defa yapmış. Gız da gelmiş anasına demiş. Ya!.. Pambılı Hatın sadece bana dedi, bunu. Ben de geldim Fadik’e dedim. Yusuf’a söyle, ‘yapmasın, ayıptır,’ dedim. Hepsi bu, oğlum.
Musa bu lâfın üzerine gerçekten daha da yumuşar. Beklenildiği gibi önce hafifçe gülümser. Arkasından yavaşça gülmeye başlar. Musa’nın yumuşadığını gören Rabia cesaretlenir.
-İlkindi üzeri Yusuf evdeymiş. Ben üstüne üstüne vardım. Nenemin annattıhlarını bir bir sordum. Önce sert çıhtı; bağırdı, çağırdı... Sona birdenbire; ‘Hemi de istiyom. Siz de everin...’ dedi, çıhıp getti. Ben de duramadım, buruya geldim. Valla gayınım, iki gozüm onüme ahsın ki, benim evermek mevermek ahlımda yoh! ‘Siz, nasıl bilirseniz öyle edek’ demiye geldim ben. Sen emmisisin. Senin sözünü dinner. Seni, ağasından da çok sever, sayar.
Musa, Mahi Hanım konuştuğunda yumuşamaya başlamıştı. Ama Rabia Gelin konuştuğunda temelli yumuşayıverdi. Hatta yüzleri gülmeye başladı. Sanki o da sevinmişti.
-Bah şuna! Evlenmek ister ha! N’edelim? İstiyosa everirik, canım!..
-Öyle ya! N’edek, Musa? Oğlan istiyosa...Hacca da yetişik gız olmuş. Bekte işçimen... Boylu boslu da...
-Hasan Ağam ne diyo, bu işe?
-Onun haberi yoh, daha.
-Neyse canım! Hayırlısı olsun! Yarın, öbür gun, Hasan Ağam da gelsin, bi gonuşah!
İki gün sonra Hasan Ağanın evinde toplanılır. Konuşulup karara varılır. O anda odanın içinde Yusuf hariç iki evin büyüklerinin yanı sıra diğer gençler ve çocuklar da vardır. Karar, en kısa zamanda dünür gitmek yönünde alınır. Kızlar, bu kararı duyar duymaz hemen dışarı fırlarlar. Yusuf bu sırada dışarıda durmaktadır.
-Hadi gozün aydın Yusuf Ağa! Haccıya dunür gidecekler!..
Yusuf, kız kardeşlerinden müjdeyi alır almaz çok heyecanlanır. Gezinti denilen balkonda bir ileri, bir geri gider, gelir bir süre. Sonra dayanamaz, hızlıca merdivenleri iner ve çatal kapıdan çıkar. Yusuf nereye gitmiştir bilinmez. O da gidip müstakbel sözlüsü Hatice’ye mi müjdeleyecek, yoksa bazı sırlarını paylaştığı erkek arkadaşlarına mı?...Yusuf’un bunu, kesinlikle içinde tutamayacağı bellidir. Paylaşmak istemektedir birileriyle. Ya Hatice’yle ya da arkadaşlarıyla... Gerçi çok geçmeden duyulacaktır ama Yusuf, hemen duyulmasını ister gibi dışarıya fırlar.
Hemen ertesi akşam dünür gedilir. Kız tarafında da her şey bilinmektedir. Allah’ın emri ve Peygamberin kavli ile Hatice kız Yusuf’a istenir. Mustafa Efendi gülerek ve sevinçli bir şekilde karşılık verir:
-Allah, hayırlı eylesin! Hadi verdim!..
Bundan sonra yenilir, içilir, konuşulur. Bunlar Yusuf için hiç önemli değildir. Önemli olan Hatice’nin verilmesiydi...Yusuf istediğini almış ve dediği olmuştur. Yusuf nişanlanmıştır.
‘Bayraktarlık’ köy delikanlılarının çok önemsediği bir olaydır. Yusuf, buna hiç mi hiç heves etmemiştir. Ancak arkadaşları bu işi sürdürürler. Yusuf, köyün içinde yürürken Ahmet’le karşılaşır. Ahmet elinde, sarılmış vaziyette bayrakla gelir. Şu an, köyde bir düğün yoktur. Yusuf merakla sorar:
-Nerden böyle, Bayrakçı başı? Kimin düğününden geliyon gine?
Ahmet, hafiften gülümser. Bayrağı yan tarafına indirir ve karşılık verir:
-Boymul’dan geliyom, oğlum! Gine gidecik. İstersen sen de gidek. Hem alışırsın. Sana bayrah çektiriyim, aslanım!..
Yusuf, tatlı bir şekilde güler:
-Ulan, get oğlum! Bayrah da, duğun de senin ossun!
Yusuf, başını yere eğer ve gülümsemeye başlar. Ahmet, pek bir şey anlamaz. Merak eder ve sorar:
-Neye gulümsüyon öyle, Yusuf!
Yusuf birdenbire söyleyiverir:
-Nişanlanıyom, oğlum!..
Ahmet, çok sevinir ve bir eliyle Yusuf’un omzundan tutar:
-Kim, lan? Kimin gızı, oğlum?..
Yusuf, gülümsemeye devam eder. Ahmet tekrar konuşur:
-Ee, hayırlı olsun Yusuf!
-Sağ ol!
-Bi şeyler yerik gaylin odada...
-Yerik yemesine de, sanki biz seninkinde yediydik!
-Sen başka, ben başka oğlum!..
-Hadi, neyse! Yediririm, yediririm.
Ahmet şaka yaptığını gülerek belli eder. Yusuf bunların şaka olduğunu zaten bilir. Sonra ikisi de gülerler. Yusuf, sessizce Ahmet’in kulağına eğilir:
-Sahi, sen evlenincek ‘bayrağı’ kime teslim edecin?..
-Bayrağı mı gayle çekiyon? Aha, şimdi bırahsah, koyün hep delanıları ‘bana verin’ derler. Gormüyon mu? Bi düğünde arhamdan gençler nasıl da geliyo?..
-Tamam, tamam. Annadım! Sen mutlaha ayarlamışsındır...
-Sen gayle etme! Hele o zaman gelsin... Çıhar, adam akıllı delanılar.
Köyde ‘bayraktarlık’ çok önemlidir. Bunu, genelde bekâr delikanlılar yapar. Şu anda da Ahmet, ‘bayraktar başı’dır. Ancak, bayraktarlık yapanlar evlendiklerinde bu işi arkalarından gelen bekâr gençlere bırakırlar. Bu önemli ve kutsal emaneti, güvendikleri ve gönülden sevenlere bırakırlar. Ahmet’in de mutlaka aklında, bayrağı teslim edeceği birileri vardır. Hatta bunu düşünmekte bir görev sayılır. Ahmet, yüzünü biraz asarak konuşur:
-Benim düğünü geciktiryolarmış... Seninki ne zaman?
-Valla, ‘en geç bi sene içinde yapalım’ diyolardı... Neyse, bunnarı boş ver de yahınlarda düğün yoh mu heç?
-Ne ki bayrahtarlıh mı yapacın?
Yusuf, Ahmet’in bu lâfı üzerine güler.
-Yahu, onun için daal de, sordum işte!
-Valla, ben de bilmiyom. Bi sürü nişanlı var ya...Olunca, nasılsa bana gelecekler...
-Hee. Hahlısın. Senin her şeyden haberin olur...
-Dur, bekle beni! Şunu eve bırahıp geliyom.
Ahmet, elindeki bayrağı hızlıca gider, eve bırakıp gelir. Sonra, Yusuf’un koluna girer ve odaya doğru giderler. Oda günün her saatı açıktır. Mutlaka birileri vardır. Odaya girdiklerinde Eşref Emmi yalnız başına oturmaktadır.
-Selâmünaleyküm Eşref Emmi!
-Aleykümselâm Bayrahçı Ahmet!
Ahmet, Eşref Emminin kendisine ‘Bayrakçı’ diye hitâp etmesine gülüverir. Yusuf’a döner ve yavaşça seslenir:
-Ula yavrım! Eşref Emmi de hemen yahışdırıyo lâbı, canım!
Eşref Emmi, yavaş konuşmaları anlamaz bir biçimde araya girer.
-Bana bi şey mi dedin, Bayrakçı?
Ahmet, buna daha da gülerek karşılık verir:
-Şey, Eşref Emmi! Nasılsın? Eyi misin? Diyom da...
-Eyiyim Ahmet’im. Gene birliktesiniz Gara Yusuf’umunan!.. Düğünn filân yoh mu?
-Duğun filân yoh Eşref Emmi. Biz her zaman birlikte gezerik, Yusuf’unan...
-Eyi, eyi! Çok eyi. Bah, eyice hazırlan Bayrahçı. İki gun sona Derbent’e gidacan...
-Ne Derbent’i Eşref Emmi? Hayırdır...
-Hayır tabi, oğlum! Dursun’un düğününü edecaam!
-Öyle mi? Çok eyi valla! Hayırlı olsun Eşref Emmi! Giderik tabi. Vazifemiz Eşref Emmi! Bah, gordün mü Yusuf? Aha sana düğün...
-Hayırlı olsun Emmi! Demek Dursun’un düğününü ediyon!
-He ya, Yusuf’um! Ediyom. Darısı size ossun.
-Âmin.
-Allah razı olsun Eşref Emmi! İnşallâh!..
İki gün sabırla geçer. Yusuf, köyün içinden düğün beklerken, dışarıdan düğün çıkmıştır. Ahmet tüm hazırlıkları yapmıştır. Düğün sahibi Eşref Emmi her şeyi ayarlamış, kalabalık bir insan topluluğu Çatalkaya’dan hareket eder. Kadın, kız, erkek, hatta bazıları çocuklarıyla birlikte bir sıcak günde neşe içinde giderler. Bir uzun insan konvoyu oluşturulur. Bu konvoyun içinde iki at ve dört eşek, üzerlerinde heybe ve torbalarıyla ağırdan ağırdan yürürler. İki, üç saat kadar bir zamanda Derbent’e gelirler. Burada da hazırlıklar yapılmış ve törenle karşılama yaparlar. Köyün girişinde derbentli gençler ve diğerleri ‘hoş geldin’ demek için durdururlar. Yusuf ile Ahmet yan yanadır. Birlikte giderler. Gerçi Yusuf, ‘Bayraktarlık’ yapmaz ama gene de hem Ahmet’in hem de diğer gençlerin yanından ayrılmaz. Dursun’un düğünüdür. Dursun, amca oğludur. Bu düğün Yusuf’a göre çok yakın bir akraba düğünü sayılmaktadır.
Birkaç saat sonra Derbent’e girilir. ‘Hoş geldin’ faslı devam ederken Ahmet heyecanla Derbentli gençlere ‘salavat’ okumaya başlar. Herkes, Ahmet’in gür bir şekilde sesini duyunca olduğu yerde durup dinlerler. Dikkatle izlerler:
“Bu dünyanın varı kim?
Hasbahçenin gülü kim?
Sana soruyom arkadaş.
Abdulvahabın piri kim?”
“Elif üstünde mim durur
Mim üstünde cim durur
Efendimiz mihraba çıkınca
Sağ yanında kim durur?”
“Bu dünya yok iken
Cümle yerler su iken
Ağaçlar kalem iken
Mürekkep ezilmeden
Dört kitabın yazılmadan
Dünyaya inen ne idi?”
“Bu dünyaya kim evvel geldi?
Kuran yok iken inen ne idi?
Sana soruyom arkadaş,
6666 âyet içinde din benini çözen kim idi”
“Gökten indi merdiven
Yere düştü postunan
Kim kıldı beş vakit namazı,
Bir abdestinen?”
Ahmet , ‘salavat’ı başlattığı gibi hepsini de kendi okur.
Adettir, dışardan gelen gençler sadece soru sorarlar. Karşılarındaki ev sahibi gençlere cevaplandırmak düşer. Ancak sorulara karşılık vermek zorunda değillerdir. İsterlerse verirler...Eğer sorulara cevap verirlerse onlar da soru sormak zorundadırlar. Bunu bildikleri için sadece dinlerler.
Salavat bittikten sonra Derbentliler misafirlerini alkışlayarak köylerine alırlar.
***
İlkbaharın ilk ayı, bir Mart günü...Hatta Mart’ın ilk günleri. Gökyüzünün yavaş yavaş maviye boyanmaya başladığı sıralar. Ağaçların kabuklarının gevşeyip uyandığı ve içlerinden yeşilliklerin kendini göstermeye başladığı günler. Böceklerin, kuşların, sürüngenlerin her bir yerden çıkıp yeni bir âleme baktıkları; hatta insanların zorla yerlerinden, uykularından kaldırıldıkları günler... Çeşit çeşit sesler, hareketler, olaylar... Her şeyin yeniden başlangıcı... Her şeyin bir daha uzunca bir hayata başladığı zaman...
Yusuf ile Hatice’nin ilkbaharıdır bu. Nişanlandıklarından bu yana bir yıl bile geçmemiştir. Dokuz ay kadar bir zamandan sonra düğün yapılmasına karar verilir. Bir ilkbaharın düğünleri olur.
Yusuf, on sekiz yaşına girer girmez evlenir.
Âdet haline gelivermiştir ‘lades’. Evliler ilk günde pişirilmiş bir tavuk yerler. İki genç tavuğun lades kemiğini, aralarında bir dilek ya da herhangi bir şey almak, vermek, yapmak şartıyla, tutup kırarlar. Yalnız ilk gün birbirlerini ütmezler. İkinci gün sabahından itibaren geçerli sayarlar. Yusuf ile Hatice de bu âdet üzere ilk günlerinde ‘lades’ çekişirler. Yusuf, Hatice’ye sorar:
-Sen önce dilâni söyle.
Hatice gayet yavaşça ve hafifçe de gülümser. Başını önüne eğer, iki eli birbirine bağlı şekilde kollarını yukarı doğru kaldırarak karşılık verir:
-Bilmiyon mu?..
-Niye gollarını gosteriyon ki?..
-Bundan isterim, işte!
Yusuf, tatlı bir şekilde gülümser:
-Boynundakiler yetmedi mi? Bah, gaç dene gıramise! Başka bir şey istesen olmaz mı?
-Yoo! İstemem başka bi şey! İki dene de bilezzik isterim.
-Annaşıldı! işimiz zor ya!.. Bi çaresine baharıh,canım! Peki, sen bana ne yapacan?
-Ne istiyon ki?
Yusuf, güler ve arkasından espiri yapar:
-Hah! Ne istiyom biliyon mu? Ben de bilezzik istiyom!..
Hatice bu lâfın üzerine küser gibi yapar ve Yusuf’un yüzünü bakmaz. Yusuf, gülerek duruma müdahale eder:
-Tamam canım! Şaha olsun, dediydim. O zaman sen söyle ne yapacanı?.. Ne verecani?.. Ben her şeye razıyım...
-Gazah örüyüm.. Gullü çorap örüyüm...
-Eyi, tamam. Annaştıh...
Lades çekişme işi böylece tamamlanır. Aradan bir gün geçer sadece. Yani evliliklerinin daha ikinci akşamı. Öyle ki bundan evin diğr fertleri bile habersizdir. Yusuf işten gelmiştir. Tarladan ya da harmandan... Terlidir. Yorgun olduğu elinden ve yüzünden bellidir. Her zaman olduğu gibi evin gezinti denilen yerde sürekli bir leğen ve ıbrık durur. Yusuf, gelir gelmez eline ibriği alır ve kendi kendine elini yüzünü yıkamaya koyulur. Bunu gören Hatice içerden, hızlı hareket ederek, bir sabun ve havlu alıp Yusuf’un yanına gelir. Yusuf, karısının yanına geldiğini görünce gülümser ve sevinir. Hatice, elindeki sabunu gelir gelmez kocasına uzatır. Yusuf tereddüt etmeden alır.
İşte, büyük olay gerçekleşiverir. Yusuf çoktan unutmuştur. Hatice biraz sesli bir şekilde söyleyiverir:
-‘Lades!..’ Üttüm...Üttüm seni!..
Yusuf çok şaşırır. Hatice kendi omzundaki havluyu alır, Yusuf’un omzuna atar. Gülerek, sevinçle ve hızlıca içeri girer. Yusuf’un şaşkınlığı devam ededursun içerde bir gürültü kopar. Bu, Hatice’nin sevincini içerdekilere anlatması olayıdır.
-Bana iki dene bilezzik alacak oğlun, eme! Üttüm oğlunu eme! Üttüm...
-Gızım iki dene bilezzik olur mu? Bi deneyi bile yapamaz Yusuf...
-Valla,ben bilmem, eme! Oğlun söz verdi.
Kaynana gülümseyerek dışarı çıkar. İçerde Yusuf’un kız kardeşleri yengelerinden taraf olurlar. Başlarlar her biri aynı desteği vermeye:
-“Aldır gız yenge...”
-“Valla, aldır gız! Şimdiden ne aldırırsan o galır yenge.”
-“Yenge gı, bilezziğin olunca ecik ben de dakınıyım mı?”
Hatice ve diğer kızlar, ‘ecik ben de dakınıyım mı’ lâfına gülerler.
-Hele durun bahalım. Bilezzik ne zaman olacahsa...
Yusuf ile Hatice’nin evlilikleri daha sonra da böyle neşeli ve sevinçli sürer. Evliliklerinin birinci yılında Yusuf, gerçekten iki bilerzik alır. Hatice buna çok sevinir. Sanki Yusuf’un alacağından eminmiş gibi, o da kazak ve çorapları örmüştür bile. Yusuf da buna çok sevinir. Hatice bileziğini takınır; Yusuf’ta, ilk kış günleri başladığında, büyük bir sevinçle kazak ve çoraplarını giyer.
**
Yusuf on dokuz yaşında. Ağustos ayı. Avlu davarla dolu. Her zaman olduğu gibi Yusuf, koyunun başını tutuyor. Hatice Gelin koyunların sütünü sağıyor. Çatal kapı yumrukla vurulur. Ardından gür bir erkek sesi...
-Gapıyı açın!.. Avluda kim var?
Bu, köyün bekçisi Arif’tir. Yusuf ve bütün ailesi bu sese alışıktır. Köyün bekçisidir ama kendi ailelerinden biri gibidir. Yusuf ve Hatice hiç rahatsız olmazlar. Hatta Hatice Gelin koyunları sağarken başındaki yemenisi sağa sola, öne arkaya kayar düşer; buna rağmen aldırmaz. Arif Ağayı aynı evde yaşayan bir amca gibi sayarlar. Bu nedenle telaşlanmazlar. Toparlanma gereği pek duymazlar. İşte bu duygu ve düşüncelerle Yusuf, karşılık verir:
-Ne var Arif Ağa?
-Yusuf sen misin? Hele bir aç kapıyı goçum! diyecaam var...
Yusuf, Hatice’ye yavaşça eğilir:
-Az dur hele! Arif Ağa, ne diyomuş, bahalım.
Koyunların kimisinin üstünden atlayarak, kimisinin arasından geçerek çatal kapıya gelir. Kapının zelzesini çeker ve açar. Arif Bekçi içeri girer. Gayet yavaş bir sesle kapının hemen ağzında konuşmaya başlarlar. Arif Bekçi konuşur, Yusuf dinler. Dinler ama dinlerken Yusuf’un başı hep yere eğiktir. Yusuf, Arif Ağa ile konuşurken hiç başını yere eğmezdi. Hep dik dururdu. Uzunca bir konuşma olur. Hatice Gelin merdivenin alt basamağında oturmaktadır. İyice sabırsızlanır. Hiçbir şeyden habersiz, biraz da yorgun vaziyette bekler. Yorgunluğu yüzündeki terden bellidir. Hatice Gelin dayanamaz ve seslenir:
-Arif Ağa, şunu oyalama n’olur? Daha yeni başladım. Çoh goyun var sağılacah.
Arif Ağa, gayet samimi bir şekilde ve yüksek bir sesle Hatice Geline karşılık verir. Biraz da Yusuf’a moral olsun düşüncesiyle konuşmanın havasını değiştirmek ister.
-Yahu Yusuf! Ben sana daha önceden de demedim mi?.. Şu vicdansıza ‘goyun sağdırma’ diye...
Yusuf ve Hatice hiç karşılık vermezler. Üstelik Hatice yavaşça güler. Arkasından devam eder Arif Bekçi:
-Arhadaş! Bu gelin var ya, bu gelin!.. Çoh gaddar canım, çooh! Çünku, yandı guzucuklar! Analarının memesinde heç süt bırahmaz! Ne varsa sağar. Goyunların memesinde bi damla süt bırahmaz, bu vicdansız gelin, canım!
Hatice Gelin gülümseyerek karşılık verir:
-Yoh, Arif Ağa! Valla, hepsini sağmıyom!
Arif Ağa, başını hafifçe sallar:
-Ben bilmem mi, ben!..Neyse, hadi golay gelsin size!
Arif Bekçi döner gider. Yusuf, çatal kapıyı yavaşça kapatır. Hatice’nin yanına oturur. Hatice hemen kalkmak ister. Yusuf eteğinin bir ucundan tutar:
-Hele otur...Cendermeler gelmiş!
Hatice Gelin araya girer:
-Bunda ne var ki? Her zaman gelir cendermeler. Yemek hazırlanacasa hazırlarıh. Aha gediyim. Hanım Bacıma söyleyim.
Yusuf bir elini yavaşça sallar:
-Hanım Bacım yemeklerini hazırlamış bile. Cendermeler niçin gelmiş, biliyon mu?
-Nerden biliyim ben, niçin geldiklerini?
-Benim için gelmişler!..
Yusuf, aynı çatal kapının ağzında Arif Bekçiyle konuşurken nasıl başı eğikti; şimdi de öyle başını eğmiş sadece kendi önüne ve doğrudan yere bakıp durur. Hatice, birden hareketlenir. Oturduğu yerden Yusuf’a döner ve sağ elini Yusuf’un dizinin üzerine kor.
-Seni n’apacahlarmış? Mıhtar sen misin? Ne işleri varsa, emmime getsinler. Seni niye gayle alıyo ki?..
Yusuf, başını yavaşça yukarı kaldırır, Hatice Gelinin yüzüne bakar.
-Bildiğin gibi daal, Çalığın gızı...
Hatice Gelinin anası aksaktır. Yürürken açık bir şekilde topallar. Bu yüzden herkes ona “Topal Karı” ya da “Çalık Karı” bazen de kısaca “Topal”, “Çalık” gibi lâkaplar takarlar. Hele köy yerinde zaten herkesin bir lâkabı vardır ya, işte Yusuf’ta bu nedenle Hatice’ye Çalığın kızı diye söyler. Bu bir alışkanlık olmuştur. Kötü bir niyet yoktur. Çünkü çokları birbirlerine lâkaplarıyla seslenirler.
Hacca Gelin çok heyecanlanır.
-Ya nedir? Beni merahlandırma da söyle, çabuh! Yosam biriyle mi dooştün? Bi şeye mi garıştın?..
Arif Bekçinin getirdiği kâğıdı uzatarak gösterir:
-Yoh, be yavrum, yoh! Şu nedir? Biliyon mu?..
-Benim ohur yazarlığım var mı da uzatıyon? Ben ne annarım, o kağıttan?
-İşte, annamadığın için gosteriyom. En geç yarın Yozgat’ta olmam gerekiyomuş!..
Yusuf, bir ara duraklar. Ayağa kalkar ve durur. Bir sağa, bir sola bakar...Başını önüne eğer ve yavaşça konuşmaya devam eder:
-Eskere çağırıyolar... Şimdi annadın mı?
Hatice, daha iki senelik gelindir.Zaten küçük yaşta evlendiler. Bir de çocukları var. Birden o da ayağa kalkar.
-Sen de hemen getmezsin... Emmim ne gune duruyo. Onun adamı vardır; geç gidersin. Emmimin hatırı çok böyükmüş. Heç de saldırmaz, seni eskere.
Hatice’nin içi, sanki patlamaya hazır bir volkan gibi olmuştur. İçi, gökyüzünü tamamen kaplayan su dolu bulut gibidir. Gözlerinden yaşlar aktı akacak... Gözleri patlak patlak oluverir. Yanakları kıpkırmızı kesilir. Hem konuşuyor hem de eli ayağı garip hareketler yapıyor. Hatice Gelin adeta bir şok geçirmektedir. Bütün bu şaşkınlık içerisinde Hatice, söylenmeye devam eder:
-Peki, n’olacak şimdi?..
Yusuf, derin bir soluk alır...Sonra yumuşak bir sesle konuşur:
-Emmimin zaten haberi olacah, bu işten. Belki de haberi vardır. Emme ben giderim. Ne zaman olsa getmiyecam mi? Bari çabuh gider, çabuh gelirim. Vatan borcu bu... Herkes gibi ben de gidecam...
Yusuf’un bu kesin kararlı sözünün üzerine, Hatice’nin unu uğrası kaçar.
Yusuf’un doğuştan esmer oluşu yüzünden bellidir. Bir büyük işe koyulmuş gibi simsiyah kesiliverir. Kendisinin siyahımsı olması değildir sadece, askerlik haberi onu şok etmiştir. Onun için sanki her şey bitmiş, her şey yarım kalmıştır. Sadece Yusuf için değil, Hatice Gelin için de, birden dünyanın sonu gelmiştir. İkisinin de ayakta dakikalarca kalması, avlunun bir başka köşesinde koyun sağmakta olan amcasının kızı Sürmeli’nin dikkatini çeker. Sürmeli kız on bir, on iki yaşlarındadır. Köyün muhtarı olan amcasının büyük kızıdır. Sürmeli bu yaşta çok çalışkan, her işi gören ve biraz da meraklı bir kızdır. Onu, bu merakı, küçük yaşta koyun sağmaya da başlatır.
-Gız Hacca bacı! Ben yarı ettim, goyunları. Senden evvel bitirecam. Siz öyle gonuşun, bahalım. Şimdik çobanlar gelirse... Ne diyecaniz?
Bu ses, Yusuf’u ile Hatice’yi birazcık olsun kendine getirir. Anlarlar ki Sürmeli konuşulanları duymamış ya da tam olarak anlayamamıştır. Yusuf, zoraki gülümser.
-Tabi ya, Sürmeli, sen olmazsan bizim bu davarları kimse yetiştiremez. Bahsana iki koyun saadı... ‘Yoruldum’ deyin oturuyo. Bu, anası gozel!
Bu konuşmanın ardından ikisi de koyunları sağmak üzere sessizce yürürler. Hatice Gelin, Sürmeli’ye bakar;
-Valla, ne deyim Sürmeli? Benden yiğitsin...
-Gız tembel! Maşallah de, Sürmeli’ye!
-Gırh bin kere maşallah! Şaha yapmıyom. Doğru söylüyom. Sürmeli beni geçti.
Böylece tekrar koyunları sağma işine koyulurlar. Ancak uzun süre içlerini, bir sessizlik kaplar. Hatice Gelin koyunları sağıyor mu, sağmıyor mu belli değildir. Üç beş dakikada sağabildiği koyunları, şimdi neredeyse yarım dakikada bitirir. Artık üç beş dakikaya bir koyun değil, beş ve bazen daha fazla koyun sığıyordu. Yusuf bile koyunları tutup getirmeye zorlanır. ‘Çabuk... Bitti... Başka koyunu tut...’ diye seslenip durur Hatice Gelin. Yusuf ise hiç seslenmez, sadece söyleneni yapar. Halbuki önceleri böyle değildi. Hatice Gelinin koyun sağışına bile karışırdı. Yusuf’ta Bekçi Arif’in düşündüğü gibi düşünürdü. Koyunların sütünü hep sağdırmazdı. Hatice’ye bu nedenle de olsa müdahale ederdi. Onunla konuşmak için yoktan bir neden bulur, işine karışır ya da öylesine konuşurdu. Mutlaka koyun sağma işleri çeşitli nedenlerle uzun sürerdi.
Yusuf ve Hatice, işlerini çok mükemmel yaparlardı. Ama şu an sanki birileri emir vermiş ‘Çalışmayın... Önemli değil... Artık bunların faydası yok... Her şey bitti sizin için...’ gibi umutsuzluk, çaresizlik, her şeye bir son vermişlik duygusu ve düşüncesi kaplayıverir içlerini. Ellerinde olmayarak, istemeyerek içlerini saran bu duygu ve düşünceler tabi ki çok etkiler onları. Bundan dolayıdır ki bu iki genci daha şimdiden ayrılık acısı sarıverir.
O gün, akşam zor gelmiştir. Çünkü Musa, muhtardır. Bu nedenle de çoğunlukla dışarılardadır.
Rabia Hanım o akşam, muhtar kayını Musa’nın evine gelir. Zaten Rabia Hanım her zaman gelirdi. Şimdi ise iş başka. Musa’nın evinde o an akşam yemeği yenmektedir. Rabia Hanım içeri girer girmez Musa’nın dışında hemen herkes, sofranın başından kalkmaya çalışırlar. Oturması için ısrar ederler. Rabia Hanım yine de oturmaz. Sedirin ta dip köşesine geçip oturur.
-Yahu ,benden ne çekinirsin? Gel işte! Otur şöyle!..
Rabia Hanım zoraki gülümser.
-Yoh, gayınım! İnan, yiyecek ne yerim var, ne iştaam... Siz yen. Boğazınız ossun.
Rabia Hanım sabredemez... Söyleyiverir diyeceklerini.
-Yusuf’un eskerliği gelmiş! ‘Ben eskere gediyom, ana’ dedi...
Mesaj yerine varmıştır. Lâf Musa’yadır.
-Eee!.. Ne var bunda? Herkes gibi o da gidecek. Vatan vazifesi bu...
-Yoo, ona bişey demiyom da... Hani bi yıl sona getse... Yeni evliler de...
Sofranın başında oturan Musa’nın kızları ve karısı gülüşürler. Bunun üzerine Musa da güler.
-Bi yıl sona, bi yıl evvel... Ne fark eder ki?..
Rabia Hanım sitemli ve üzüntülü bir sesle karşılık verir:
-Zaten Yusuf da dinlemiyo beni. O da, ‘Bi an önce gediyim, geliyim’ diyo...
Musa’nın karısı Hanım araya girer:
-Kele herif! Sen eyi bilin de... Sahi, bi yıl sona getsin n’olacak ki?..
-Al, bi daha!...Yahu, siz ne lâf annamazsınız! Düşünceniz gıt sizin, canım!
Hanım ile Rabia, kısa bir an birbirlerine bakışırlar. Hafifçe başlarını yanlara bükerler ve susarlar. Musa, sözlerine devam eder:
-Getsin, getsin... Eyi olur. Bu, öyle bi şey ki, uzadıhça adama daha zor gelir. Hem ahranlarından sona asker olursa, yarın Yusuf’a zor gelmiyecek mi? Hem, koylü ne der bahalım. ‘Bah, bah! Musa Kâ, yiğenini askere gonderemiyo...’ Yahut, ‘Yusuf, askerlikten korkuyo...’ gibi, olur olmaz lâflar çıkarmazlar mı?..
Rabia Hanım gayet yumuşak bir tavırla konuşur.
-Sen bilin gayli! N’edek!..
Rabia Hanım yavaşça ayağa kalkar.
-Ben gahıyım artık...
Bu arada Rabia Hanım dışarı çıkmış, evine doğru gitmektedir. Musa, fazla dayanamaz. Yüksek sesle içerden konuşur:
-Yahu, şuna seslenin de gonü rahat etsin. Yusuf, hemen askere getmiyo. Bu, muayene haberi. Bi yıl sona gidecek askere.
Musa’nın kızı Sürmeli, hemen yerinden fırlar ve dışarı çıkar. Merdivenleri inmekte olan Rabia Hanıma seslenir:
-Fadik Nene! Yusuf Ağam bi yıl sona gidecamiş, eskere. Ağam, öyle diyo.
-Yaa!.. Öyle mi?..
Musa’nın karısı Hanım da çıkıverir.
-Kele Fadik, hemen getmiyomuş Yusuf. Muayene mi olacahmış, ne?.. Bi yıl önceden haber veriyolarmış...
-Vıı.. Kele, öyle dese ya, gayınım, bana da!.. Eyiymiş, bah...
Musa, köyün muhtarıdır. İstese gerçekten Yusuf’un askerliğini vakti geldiğinde bir yıl sonraya da attırabilir. Fakat o, kadınlar gibi duygusal düşünmemektedir. Kendi kendine kafasını sallar:
-Ulan şu kadınlar yoh mu, şu kadınlar... Her şeyin gendi istedikleri gibi olmasını isterler. Ayıp olacamış, zor gelecamiş düşünmezler, canım! Vahti saati geldiyse de gider. N’olacak!...
Rabia Hanımın arkasından bir de şaka yapar.
-Hacca’ya söyle; Yusuf’u yarin askere yollıyacam!..
Rabia Hanım, başını önüne eğer ve sessizce gülümser.
-Galın sağlıcahla...
Zaten dışarı çıkmakta olan Musa, karısı ve kızı Sürmeli, neşeli bir şekilde gülüşerek Rabia Hanımın arkasından bakışırlar.
_____________ romanın devamı var _____________ EKREM GÜRER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.