- 955 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Rüya Tabiri...
Gördüğüm rüyanın yorumunu en çok ben merak ediyordum. ..
Yine aynı rüyayı görmüştüm.Yine başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş, yine kan- tere batmış bütün bedenimde, çiçek çıkarır gibi kıpkırmızı kabarcıklar bahçesi oluşmuştu...
Korkulu rüya görünce " Kalk, üç euzü besmele çek, Felak ve Nas okuyup dört bir yanına okuyup hu de üfle” demişti babaannem...
Alnımda ve yüzümdeki terleri, duaya açık ellerimin tersiyle bir taraftan siliyor, bir taraftan korkudan kocaman açılmış gözlerimin önünden gitmeyen o kabus dolu anları yok etmek istercesine, ağzımın içinde döndürdüğüm duaları kalkan olarak kullanmak için acele ediyordum.
Bugün uykusuzluğumun üçüncü gecesi. Saat gece yarısını çoktan geçti.
Başımda müthiş bir ağrı.Gözlerimde tarifi imkansız bir acı. Oturduğum yerde uyumamak için, göz kapaklarımı, parmaklarımla tutup kapanmaması için cebelleşen ben.
Bedenimde gezinen ellerin kime ait olduğunu bilmiyorum.
Beni durmadan izleyen gözlerin kime ait olduğunu bilmediğim gibi…
Gözlerim kapanırsa onlar yine gelecek ve beni yine kendilerine kurban edeceklerdi. Dilimin ucuna bağladıkları ipi ben her konuşmaya başlarken çekecekler, her hareket ettiğimde ellerindeki çivili topuzu başıma, sırtıma indirecekler, her yer kafatasımdan ve kulağımdan akan beyin ve damarlarımdan patlayan kanlarla dolacaktı.
Vurdukları yerler, sabah kalkınca sızlıyor beni benden ediyordu.Hatta kollarımdaki derin bıçak yarasını andıran kesikleri gördükçe endişeyle, dişlerimle dilimi, dudaklarımı ısırıyor bir anda dudaklarımdaki kuyulara dolan kanın hava almadığı için simsiyah oluşuna şahit oluyordum.
Uykusuzluğa yenilmeye başlamıştım. Üzerime ağır bir yük konmuş, ben ise altından kalkmaya çalışıyordum.
Oysa üzerimde hiç bir şey yoktu. Yorganı, ayağımla itip divandan yere atmıştım. Yastıklar sağa, sola düşmüştü. Başımın arkasındaki duvarda çiviye asılmış, yanan lambanın içinde ki gaz ise neredeyse bitmek üzereydi.
Sendeleyerek olduğum yerde dönmek isterken, başımı sert bir şekilde duvara çarptım. Başımın acısını elimle ovalarken, gözümden akan iki damla yaşa hakim olamadım. Daha fazla ağlamamak için direndim. Ağlamaya devam edersem vücudum gevşer, uyumaya meyilli hale gelirdim. Gaz lambasının kenarında ki düğmeyi yavaşça çevirip, fitili biraz daha kendi karanlığına indirdim. Böylelikle gaz hemen bitmeyecek, ben ise o ışık sayesinde sabaha kadar idare edecektim. Oda loş bir halınca benim uyumam için gerekli ortam tam manasıyla oluşmuş oldu. Bu benim için pek iyi olmamıştı. Ama karanlıktan da korkuyordum. Uykuya daldım düşüncesiyle karanlıkta beliren gözlerden ürküyordum. Buna dayanabilirdim.Dayanmam için her şeyi yapmalıydım.
Kalkıp biraz evin, odanın içinde gezinmeyi düşündüm.Ya da elimi ,yüzümü soğuk su ile yıkamayı. Biliyordum ki; eğer uyursam bu yine acılar içinde sabahlamak olacaktı.Uyku denen şey zaten yoktu. Olsa da bana rahat yoktu. Başımın içine yığılan ağrı, gözlerimin üzerine biriken acı, ızdırap halinde yüzüme perde perde yayılmaya, önümde uzanan karanlık bir odanın upuzun kapıları ardına kadar açılmaya, beni tümden içine almaya başlamıştı. Zaman artık geri işliyordu.
Elimde, onlardan habersiz gizlediğim makası tutuyordum. Pazen beyaz geceliğimin kolu uzun olduğu için fark etmiyorlardı. Bu sefer onlardan korkmamalıydım. Makasın demir halkalarına parmaklarımı yerleştirip, en ufak hareketlerinde bir hamlede onlara saplayacaktım.
Yan yana dizilmiş, aşağı- yukarı kırk kişi kenarda durup hiç kımıldamadan bana bakıyorlardı. Oda ne kadar karanlık olursa olsun, onların siyah gözlerindeki büyük şiddeti seçebiliyordum. Ellerinde her an vurmak için sabırsızlandıkları kılıçlarından daha önceki işkenceden kalma kanım akıyor, çivili tokmaklarıyla harekete geçmek için sabırsızlanıyorlardı. Başlamak için neyi bekliyorlardı? Bir an önce işkenceye başlayıp bitirselerdi ve ben bu kabustan uyansaydım ya bir an evvel! Siyah elbiseli, uzun boylu, kan bakışlı adam, odanın küçük kapısından başını eğerek içeriye girdi.
Korkumun geldiği son noktadaydım artık!
Duvarların, onunla beraber üzerime yürüdüğünü hissettim.Kocaman oda o geldikçe daralıyor, beni içine hapsediyor, nefes almamı engelliyordu. İçimde ciğerlerime daha önce doldurduğum nefesi ziyan etmemek için korkumu ve heyecanımı bastırmaya çalışıyordum. Birde ona korktuğumu belli etmezsem elinden daha çabuk kurtulabilirdim.
Ağzını açıp konuşmaya başlayınca, nefesinden yayılan iğrenç küf kokusu karşısında, başımın döndüğüne, midemin bulandığına ve benim farkında olmadan kusmamı çaresizce izledim.Bir anda ellerimin bağlı olduğunu ve bir çarmıha gerildiğimi gördüm. Saçlarımın örgüleri çözülmüş, baş aşağıya sallandıkça, göl’e düşen kuru yapraklar gibi bir oraya, bir buraya savrulup duruyorlardı. Uçlarındaki kınalar duvarın dibinden sızan ışıkta iyice belli oluyordu. Annem ölmeden önce kendi saçlarına yakarken benim saçlarıma da yakmıştı…
Ellerimin soğuyarak hissizleşip acıdığını, sonra birden ısınıp yandığını hissettim. Ellerim arkadan bağlıydı ama yine de ellerimi tam önüme getirip avuçlarımı açıp üzerinde ince bacaklı, koca kafalı, patlak, siyah gözlü karıncaların gezindiği kocaman bir çamur topağı gördüm. Şaşırmıştım. Gözlerime inanamadım.
Sekiz yaşındaki halime döndüm bir anda. Yaz tatili için halamların yazlığındaydık. Yanımda halamın kızı Sümeyye var. Havalar çok sıcak olduğu için arka bahçede oynuyoruz. Bir anda hızlı hızlı koşuşan karıncalar dikkatimizi çekiyor.Onları takip ediyoruz. Boylarından uzun ve büyük bir şeyler alıp, bir yerlere götürüyorlar. Onların bu telaşı bizim merakımızı artırıyor. En sonunda yuvalarının olduğunu düşündüğümüz, küçük bir dağa benzer yerden içeriye giriyorlar. Oturup onları izliyoruz. Belki yüzlerce karınca, evlerine sürekli bir şeyler taşıyıp duruyorlar. Bir zaman sonra ikimizde bu işten sıkılmış vaziyette ne yapacağımızı düşünüyoruz. Neredeyse iki saattir orada oturmuş onları izliyorduk ve onlar hala bıkıp, usanmadan yiyecek taşıyorlardı. Bu işe bir son vermemiz gerektiğini karar alan gözlerimizle anlaşıp sinsice güldük.
Kömürlükten bulduğumuz eski bir maşrapanın içine, çiçek dikimi için hazırlanmış topraktan biraz alıp su ile toprağı tıpkı annemin evde yaptığı gibi yoğurmaya başladım. Yoğrulan topraktan kocaman bir parça alıp elimizin içinde yuvarladıktan sonra karıncaların evlerinin giriş kapısına bıraktık. Şimdi o küçük dağın üzerinde kara bir bulut gibi duran çamur topağı gözümüze daha güzel görünmüştü. Böylelikle hem artık yorulan karıncalar dinlenecekti, hem de biz eve gidip yemeğimizi rahatça yiyecektik. Sonra da gelip o çamur birikintisini yuvanın üzerinden alıp, çalışmalarına devam etmelerini izleyecektik.
Ama hiçbir şey düşündüğümüz gibi olmadı. Babaannemin ölmesi üzerine apar-topar hazırlanıp, halamlarla beraber oradan ayrılmıştık. Ve o karınca yuvasının üzerindeki çamur yığını hep orada kalmış belki; havasızlıktan içerideki karıncalar ölmüştü. Oysa biz sadece onu bir oyun gibi görmüş mutlu olmuştuk. O zaman savunmasız olan karıncalar şimdi bütün bedenime ateşli oklar fırlatan bakışlarıyla acımasızca ele geçirmiş, insafsızca işkence ediyorlardı.
Uzun siyah elbiseli, ağzı küf kokan adam elinde tuttuğu çamur topağını ağzımdan içeriye sokuyor, bağıramadığım gibi nefes almakta da zorlanıyorum. Sonra bir göle atıyorlar beni. Ellerim hala arkadan bağlı. Saçlarımdaki kına, mavi suyun içinde kıpkırmızı dağılıyor. Tam dibe bakmak üzereyken Sümeyye’yi görüyorum. Beni kurtarması için gözlerimle feryat ediyorum. Duymuyor. Birkaç saniye sonra yanında bana işkence eden adamların arasında yürüyüp gidiyor…
Sümeyye’nin çığlıkları kulaklarımda çınlıyor... Oysa Sümeyye öleli, sekiz sene olmuştu…Demek, öldükten sonra da azap devam ediyor….
Bu benim uykumdan beşinci uyanışım. Avuçlarımda, başımdan yolup, sıkıca tuttuğum saçlarımı uçlarındaki kınadan tanıyorum.
Annemin önünde oturuyorum. Annem saçlarımı tarayıp örüyor. Bir ağıt büyüyor içimde. Mavi suyun içinden, uykulu haliyle güneş yükseliyor…
Pencereden, arka bahçeye Sümeyye ile bakıyoruz.
Karıncalar tek sıra halinde yürüyorlar. Başlarının üzerinde, elleriyle tutup taşıdıkları kocaman demirli topuzları ile beraber zafer şarkılarını söyleyerek giriyorlar küçük dağ şeklinde yeniden inşa ettikleri evlerinden içeriye…
YORUMLAR
Karıncalar tek sıra halinde yürüyorlar. Başlarının üzerinde, elleriyle tutup taşıdıkları kocaman demirli topuzları ile beraber zafer şarkılarını söyleyerek giriyorlar küçük dağ şeklinde yeniden inşa ettikleri evlerinden içeriye…
güzel düşündürücü dizelerinizi kutlarım.
sealm ve saygılar.