KARA YUSUF-II
........................................
**
Gün aştı aşacak... Çatal kapı açık; köyün sığırları belli ki dağdan geliyor. Bir toz duman ortalığı kaplamış Tâ avlunun içinden görülmekte yoldaki duman bulutu. Böğürrmeler, mankırmalar, hatta eşek anırrmaları...Bazı hayvanların birbirlerine karşı hücum etmeleri... İnsanların hem hayvanlara hem de birbirlerine bağırmaları...
-Ulan Kâmil, bunnuna vur, bunnuna...
Genç bir tosun, belli ki hırsını alamamış dağda. Kendisi gibi bir tosuna uğrar. Tabi, bir gürültü ve herkeste bir hareketlenme...
-Yahu şunları aralayın be!
-Etem! Buruya gel! Çıh yuharı bilâder! Adamı tepeliyecek...Azmış bu tosunlar canım!
-Azar ya!.. Eyi gudüyo bizim sığırcı, Vesel. Bahsana, garınlarına... Davul gibi canım!
-Dağlarımızda eyi ot var, Etem.
-Bu sene, eyi de rahmet yağdı, ha!..Ekinler de eyi maşallâh! Ben, on gun mü ne oldu; Gettim, bahtım... Allah seni inandırsın, sanırsın yemlik...
-Sahi mi diyon? Yahu, daha ekin ekiyo millet...
-Ben ikinci yağmurun ardından ekmiştim Vesel. Daha bi haftalık da ekilecek var.
-Benim de var. Üç, dört gun ekerik daha.
-Sen erken başlamışsın. İnşallâh eyi olur.
-Allah bilir, tabi.
-Allah daha eyi etsin Etem Ağa. Allah, onu gule gule yedirsin!
-Âmin, âmin! Hepimiz için hayırlı olur, inşallâh!
-İnşallah!...
Sığırlar yavaş yavaş çekilmiştir. Güneş tamamen batmıştır. Yavaşça kalkarlar. Yusuf Çavuşun avlu duvarının dibindeler. Duvarın dibinde büyük ve kalınca bir kütük. Sığır geldiğinde, tosunlar kavgaya tutuştuğunda onun üstüne çıkarlar. Ortalık sakinleşince de üstüne otururlar. Hemen yan taraflarında daha başkaları var. Uzunca bir avlu duvarı.
Konuşurlar. Herkes bir şeyler konuşur. Yüksek sesle, gülerek, şakalar yaparak konuşur dururlar.
Birisi yukarı sokaktan koşarak gelmektedir. Ayakları yere değmez sanki. Gelir gelir ve çatal kapının önünde durur. Çatal kapı, sığırlar girer girmez kapatılmıştır. Bu Talip’in Yusuf’tur. Yusuf soluk soluğadır. Hemen yan taraftakiler Yusuf’un telaşını anlayamazlar. Çünkü, ‘Yusuf Çavuşun evinde ne işi var’ diye düşünürler. Doğrudur köylülerin böyle düşündükleri... Ama Yusuf, belli ki bir haber getirmiştir. Başka ne olabilir ki?..
-Yusuf emmi kapıyı aç!..
Yusuf, bir yandan da kapıyı zorlar. Yumruğu ile sertçe vurur kapıya. Kapı açık olsa bile içeri giremeyeceğini biliyordur. Onun için yüksek sesle bağırıp durmaktadır. Yusuf, kapıyı açma mücadelesi verirken arkasından Memduh kolundan tutar:
-Ne var la Yusuf! Ne bu telaş oğlum!
Memduh bir yandan da kapıyı açmaya çalışır.
-Yahu bana söylesene! Ben söylerim emmime.
-Yo, olmaz. Bu gizli bi şey! Sadece Yusuf Emmime demem lâzım. Bu sırada Memduh kapıyı açar.
-Gel, beraber gidek.
-İtler!..
-Gel oğlum. Bana alışıhlar...Hem burda daal itler. Davara gettiler...
Yusuf, teklifi kabul eder. Memduh’la beraber Yusuf Çavuşun evine çıkarlar. Memduh önden çıkar merdiveni. Evin dış kapısı açıktır. Nezaketen içeri girmeden kapıyı yavaşça vurur.
-Emmiii!.. Nenee!..
İçerden biri karşılık verir:
-Kim o?
Bu, Mahi Hatundur. Memduh tekrar karşılık verir:
-Benim, Nene.
Mahi Hatun hemen içerden gelir. Mahi Hatun, kapının eşiğinde görünür görünmez, Yusuf, şimşek gibi atılıverir.
-Müjdemi isterim Mahi Abıla!
Mahi Hatun gülümser. Hatta hafifçe güler. Bir an şaşırır bu söze. Memduh hâlâ şaşkın şaşkın bakar. Yusuf’un birdenbire, ‘Müjde isterim!’ sözüne ikisi de anlam veremezler. Mahi Hatun heyecanla ve ellerini ovuşturarak Yusuf’a adeta yalvarır:
-Gurban olurum sana Yusuf! Müjden müjde ossun! Ne istersen veririm! Çok merahlandım! Söyle n’olur?..
-Yoo. Önce müjdem... Bi horuz isterim, Mahi Abıla.
-Tamam Yusuf’um. Hadi söyle!
-Hasan Ağa, geldi!..
-Hasan mı, Hasan mı dedin? Esker Hasan’ım mı?..
-He, esker Hasan Ağa...
-Eğlenmiyonuz benimle daal mi?...Nerde peki? Hani Hasan’ım?..
Mahi Hatun hemen dışarı, gezintiye çıkar. Sağa sola bakınır.
-Ben Çatalkaya’dan gordüm. Bayraktar Deresinden taraf geliyodu. Çerkez Harmana endiydi...
Mahi Hatun doğruca içeri girer. Girerken de Yusuf Çavuş’a seslenir:
-Herif!.. Gah, ne oturuyon? Hasan’ım geliyomuş!...
Yusuf Çavuş duyar duymaz dışarı çıkar. Hep birlikte avluya inerler. Çatal kapıyı açarlar ve yola çıkarlar. Dururlar kapının ağzında. Bir an aşağıya inmeye karar veremezler. Çünkü, ‘ya değirmen tarafından gelirse’ diye düşünürler. Öyle de ederler. Biraz beklemeyi tercih ederler. Ortalıkta kimseler de kalmamıştır. Daha on, on beş dakika öncesine kadar bu duvarın dipleri insan doluydu... Akşam ezanı yeni okunur. Mahi Hatun ve Yusuf Çavuş bir an birbirlerine bakışırlar. ‘İçeri girsek mi, beklesek mi?’ diye düşünürler. Yanlarında damatları Memduh ile Hasan’ın haberini getiren Yusuf’ta vardır. Onlar da beklerler.
Değirmen tarafı sokaktan yine birisi hızlıca gelir. Bu gelen Ala Veyis’tir. Gülerek gelmektedir. Kapının ağzında Yusuf Çavuşu ve Mahi Hatunu görür görmez yüksek sesle konuşur:
-Yusuf Emmi! Müjdemi isterim!..
Yusuf Çavuş, ta kapının ağzından gülümseyerek karşılık verir:
-Ulan del’oğlan, hele buraya gel. Hani Hasan?..
Çok geçmez, Hasan, Ala Veyis’in hemen ardından görünüverir.
Mahi Hatun görür görmez canlanır birden.
-Hasan’ım...
Mahi Hatun koşarak karşılar Hasan’ı. Arkasından Yusuf Çavuş ağır ağır varır. Çünkü Hasan, anası koşarak gelince olduğu yerde kalıvermiştir. Sarılırlar ana oğul. Hasan, anasının elini öpmeğe çalışır. Ama Mahi Hatun Hasan’ı öpmekten kendini alamaz. Hasan da bir türlü anasının elini öpmeğe fırsat bulamaz. Memduh gelir, sarılır, öpüşürler. Sonra ilk haberi getiren Yusuf, Hasan’ın elini öper; Hasan’da onu öper. Mahi Hatun hemen Hasan’ın kolundan tutar. Öyle sevinçlidir ki gözlerinden yaşlar akar. Sonra Yusuf Çavuş gelir. Mahi Hatun bir, iki adım geriye çekilir. Hasan hemen eline sarılır babasının.
-Hoş geldin oğlum!
Başka bir şey söyleyemez heyecandan. Sarılırlar baba oğul birbirlerine.
Hani kimsecikler yoktu etraflarında? Nereden gördüler? Nereden duydular? Ne çabuk geldiler? On, on beş kişi Hasan’ın etrafını sarıverirler. Her gelen başlar Hasan’ı karşılamaya.
-“Hoş geldin Hasan!...”
Bir başkası,
-“Geçmiş olsun Hasan...”
-“Mahi Abıla gozün aydın!...”
Arkadan birisi,
-“Yusuf Emmi, gozün aydın olsun!...”
Hasan, aşağı yukarı on beş, yirmi dakika kadar yolun ortasında ağırlanır. Karşılama töreni biter bitmez kalabalık bir insan gurubu yine çatal kapıdan içeri girer. Doğruca Hasan’ın evine çıkarlar.
Hasan merdivenleri çıkarken ağırdan aldırır. Etrafına bakarak ilerler. ‘Bir değişiklik var mı?’ düşüncesiyle çıkar. İyice bakar; bir değişiklik göremez. Merdivenler aynı, ev aynı ev. Avlu bile olduğu gibi yarı taşlı... Avlu duvarında da bir değişiklik yok... Ekleme yapılmamış... Hatta yer yer taşlar düşmüş duvarın bazı kısımlarından. Yani bir yenilik yoktur, gördüğü kadarıyla. Evin gezinti denilen dış balkonunda şöyle bir durur. Çünkü karşısına karısı Rabia Gelin çıkmıştır. Kucağında büyükçe bir çocuk... Karısı parıltılı gözlerle bakar ve tatlı tatlı gülümser.
-Hoş geldin...
-Hoş gordük...
İçeriden Mahi Hatun gelir ve güler.
-Gız gelin! Versene çocuğu, ağasına!
Hasan bir anasına bakar, bir karısına...Rabia Gelin, bir an başını yere eğer; utanır sanki. Kucağındaki çocuğu çabucak uzatıverir:
-Oğlun...
Utanır, döner ve hızlıca içeri girer. Yusuf, kocaman olmuştur. Yürümektedir. Hatta konuşabilmektedir. Hasan, oğlu Yusuf’u iki yanağından da öper. Kucağında Yusuf’la içeri girer. Hasan, normal sivil elbisesiyle gelmiştir. Mahi Hatun, salona girer girmez Hasan’a merakla sorar:
-Oğlum! Hani esker uruban?..
Hasan, hafifçe güler.
-Bitti ana, bitti. Askerlik bitti...
Mahi Hatun ellerini açar ve yavaşça kaldırır. Başını da yukarıya çevirir.
-Allah’ım çok şukürler olsun sana! Gurban olurum seni Yaradan’a, Hasan’ım! Demek bitti...Gel, hele gilara gidek. Orda bi ayran iç. Gendine gelirsin ecik...
Hasan sadece söylenenleri yapar. Gerçekten yorgundur. Acıkmıştır ve uykusuzdur da. Anası ne söylese sadece ‘evet’ der gibi başını eğmekte ve denileni yapmaktadır. Bir yandan da misafirler eve girmeye ve Hasan’ı görmeye gelmektedirler. Hasan kucağında Yusuf’u ile mutfakta bir minderin üstünde oturmaktadır. Çocuğubir daha, bir daha öper.
-Adın ne senin?
Anası Mahi Hatun, gülerek karşılık verir hemen:
-Yusuf, Yusuf...
-Ağamın adı! Ağam ha!..
-Ağan, ya!...
Rabia Gelin, oturduğu yerden hıçkırır! Arkası dönüktür. Elinde bıçak, salata yapmaktadır. Birden hüzünlenmiştir. Ağlamaya başlar inceden. Hasan şaşırır önce. Sonra, ‘geldiğime sevindiği içindir’ diye düşünür ve gülümser. Mahi Hatunda duygulanır. Gözleri buğulanıverir. Hasan, anasına da bakar; aynı düşünceyle ona da gülümser.
-Ana, sen bari gul, yahu!..
-Hee... Gulüyoh ya, oğlum! Buna şukürler olsun, oğlum! Gurban olduğum gozel Allah’ım, Yusuf’umu bağışladı bize ya...
Hasan, anasının gizemli konuşmasını çözemez.
-Doğru söylersin ana. Allah’a çok şukürler olsun! Aslan gibi olmuş Yusuf!...
Bu sırada Rabia Gelin salatayı yapar ve ayağa kalkar. Döndüğünde gözlerinden süzülen yaşlar bütün yüzünü ıslatmıştır. Yemenisinin uçlarıyla silerek kilerden dışarı çıkar. Hasan, karısını ciddî biçimde ağlar görür.
-Ana söyle gelinine... Elin içinde ağlamasın, canım! Ayıp olur! Ben utanırım valla...
-Bah, Hasan’ım!.. Garın da bi ana. O ağlamasın da kim ağlasın, oğlum? Şahan’ım öldü...
-O kim? Şahan’da kim ana?..
-Boon üç ay olacah Şahan’ıma... Yusuf’umun ekiziydi Şahan’ım!
Hasan kucağındaki Yusuf’a bakar.
-Ekiz mi dedin? Yusuf’un ekizi mi vardı?..
-He, ya! Deden adını Şahan goymuştu. Sarışındı, bimbeyazdı Şahan’ım. Bir gun içinde...Nazar mı dadi ne?.. Elimizden gayıp getti Şahan’ım. Garın onun için ağlar, oğlum.
-Ana, ne edelim? Alah verdi, Allah aldı. Aha, Yusuf’un canı sağ olsun!
-He ya, oğlum! Biz de öyle diyoh. Allah, Şahan’ımın ömrünü Yusuf’uma versin!
-Âmin, ana!..
Hasan durumu öğrenmiştir. Karısının niçin ağladığını anlamıştır. Buna rağmen, kucağındaki Yusuf’a bakar ve hiç etkilenmez. Yusuf’u sevmeye devam eder.
***
Yeni yürümeye başladığı andan itibaren entari giydirilir. Beş, altı yaşlarında hâlâ entari giyer. Üstündeki entari bu yaşına kadar sadece iki kere yenilenmiştir; bu ikincisidir. Bazı yerleri solmuş, bazı yerleri yırtılmış ve hemen yamalanarak dikilmiş...İç çamaşırı yoktur. Bütün giyeceği tek parçadan ibaret bir entari...Beyaz bir kaput bezinden, her kadının rahatlıkla kesip, biçip dikebileceği basit bir giysi. Oturup büyük ve küçük apdestini yapabileceği rahatlıkta, boyunu tamamen kaplayan uzunlukta, önünde ve döşünden yukarıya doğru yırtmaçlı, iki ya da üç ilik açılmış, düğmeli bir entari.
Ramazan Bayramı arifesidir. Yusuf Çavuş şehre gidip gelir. Her zaman olduğu gibi hemen bütün köylü salı pazarı olduğunda şehre giderler. Zaten önü bayram olduğundan çok gidenler olmuştur. Hava yeterince güzel; herkes atlarla, eşeklerle gitmişlerdir. Yusuf Çavuş da atı eyerleyerek gidip gelmiştir. Halı heybenin iki gözü dolu gelir. Ayrıca bir de torba doludur. Çatal kapı açılır. Avluya girer. Mahi Hatun ve Rabia Gelin gezintiden aşağı inerler. Hızlıca Yusuf Çavuş’un yanına varırlar. Rabia Gelin atın geminden tutar. Mahi Hatun gülerek seslenir:
-Hoş geldin herif!
-Hoş gordük, garı.
Bu arada Küçük Yusuf’ta yanlarındadır. Mahi Hatun, torununa döner gülümseyerek konuşur:
-Neler almış Yusuf’uma, dedesi...
Yusuf Çavuş attan iner. İnerken Mahi Hatun’a bir eliyle tutunur. Derin bir nefes çeker.
-Oh be! Gıçım da bek ağrımış, yahu! Şöyle oturuyum ecik.
Yusuf Çavuş, oğlu Hasan’ın evinin merdivenine varır ve yavaşça oturur. Hiç çıkarmadığı fötr kasketi çıkarır, dizinin üstüne koyar. Bir eliyle kafasını kaşır, saçını düzeltir. Küçük Yusuf’un bir eli anası Rabia Gelinin eteğindedir. Dedesi oturup rahatladıktan sonra, sonunda küçük Yusuf’u fark eder. Hemen kollarını açar ve seslenir:
-Vay, benim yiğidim! Gara Yusuf’um benim! Ben aslan oğluma neler aldım...
Rabia Gelin, Yusuf’a eğilir;
-Bah, deden ne almış sana... Hadi, yanına get. Gucana otur dedeyin. ‘Bana ne aldın dede?’ de.
Yusuf, anasının eteğini bırakır. Doğruca dedesinin yanına varır. Dedesi, gelir gelmez Yusuf’u kucağına alır, öper.
-Ne aldın bana, dede?
-Elbise aldım oğluma... Ayakkabı aldım oğluma...
-Başka... Gınalı şeker aldın mı dede? Somun da aldın mı dede?
-Şeker de aldım. Somun da aldım oğluma. Yaa!..
-Hani dede?
Mahi Hatun hemen Yusuf’a seslenir:
-Gel yanıma gozelim. Gel ebesinin tosunu. Ben sana hepsini verecaam. Gel ebesinin guzusu!
Yusuf, dedesinin kucağından hemen sıyrılır, iner. Koşarak ebesinin yanına varır.
-Hani, ebe? Versene...
Mahi Hatun, atın üstünden halı heybeyi Rabi Gelinle birlikte aşağı indirirler. Heybe çok ağırdır. İkisi de ayrı ayrı birer gözünü kucaklarlar. Aldıkları gibi eve çıkartırlar. Mahi Hatun, Yusuf’a seslenir;
-Gel benim yiğidim. Evde açah habeyi. Deden neler almış sana...
Küçük Yusuf arkalarında, eve girerler. Heybeyi açarlar. Birer birer çıkarırlar içindekileri. Yusuf sabırsızlanır. Bir eliyle de ebesinin eteğini çekiştirir.
-Elbisem hani, ebe?
-Aha, şimdi çıkar; gozel oğlum!
-Gınalı şeker de var mı ebe?
-Sana şeker almaz mı deden...
Bu arada Mahi Hatun’un eline saman renkli kâğıda sarılmış somun ekmekler gelir.
-Bah, somun bile almış deden...
Diğer gözünü de Rabia Gelin boşaltmaktadır.
-Nene, bak. Emmim bi çeşit meyve almış.
-Elma, armuttur...
-Yoh, yoh! Elma, armut daal, başka bi şey. Bizim buralarda yok bundan.
-Bahıyım neymiş?
Rabia Gelin kese kâğıdı içinden bir tane çıkarır, Mahi Hatun’a verir. Mahi Hatun elinde evirir, çevirir... O da anlamaz.
-Allah, Allah!.. Bu neyse? Ben de gormedim...
Hemen Yusuf’a döner Mahi Hatun:
-Bah, deden sana meyve de almış... ‘Yesin benim tosunum’ deyin.
Elinde, adını bilmedikleri meyveyi Yusuf’a verir. Yusuf, ebesine sorar.
-Bu ne ebe? Erik mi?
Mahi Hatun hiç tereddüt etmeden karşılık verir.
-He, ya! Erik, oğlum. Yozgat eriği...
Yusuf yemeğe başlar. Bu sırada Yusuf Çavuş, yavaş adımlarla salona girer.
-Çıhardınız mı oğlumun pantolonunu?
-Pantolon mu aldın dedesi?
-Benim oğlum delânı oldu artıh. Yahışır mı canım, fistan geymek...
-Aha şimdi çıhar... Geydiririk dedesi.
-Geysin ya! Geysin de, şöyle pınarın başına bi çıhsın oğlum.
-Yoh dedesi, şimdi çıhmasın. Yarın bayram nasılsa. Oğluma nazar ederler de...
-Peki, tamam. Öyle olsun.
Bu sırada Rabia Gelin gülümseyerek Yusuf Çavuş’a yavaşça seslenir.
-Bi çeşit meyve almışsın emmi...Adı ne bunun? (Elinde de o meyveden vardır. Gösterir Yusuf Çavuş’a)
-Aha şu emmi...
-Haa, o mu? Allah Allah! Bilmiyonuz mu?..
Rabia Gelinle Mahi Hanım birbirlerine bakışırlar. Yusuf Çavuş alaycı bir şekilde güler.
-Demek bilmiyonuz ha!
Mahi Hanım sert bir şekilde karşılık verir.
-Gelin doğru söylüyo. Nerden bilek biz? Var mı bizim torpaklarda böyle bi şey?
-Hee. Yoh, ya!
Eyi de niye gulüyon, dalga geçer gibi herif?
-Yahu garı, guldüm işte. Ne biliyim ben. Haa...Adı şey, canım! ‘Yeni dünya mı’ ne diyolar.
-Yeni dünya mı dedin, emmi?
-He ya! Yeni dünya...
Rabia Gelin bu adı duyunca yavaşça gene gülmeye başlar.
-Allah Allah! Eriğin, adını goymuşlar ‘yeni dünya’.. Elleham ‘eski dünyası, öbür dünyası’ da var...
Mahi Hatun ve Rabia Gelin yüksek sesle gülüşürler. Yusuf Çavuş oturma odasına girer. Çok yorgundur.
-Ben sedire ecik uzanacam...
-Tamam herif. Sen get yat. Biz seni irahatsız etmek.
Rabia Gelin çıkardıklarını yavaş yavaş açmaya başlamıştır. Usulca Mahi Hatun’a seslenir.
-Aha buldum, nene!
Neyi buldun, gelin?
Rabia Gelin ince ince güler.
-Yusuf’un pantolonunu...
-Öyle mi? Bi bahıyım kele! Oğlumun pantolonuna...
Mahi Hatun eline alır. Sanki Yusuf’u sever gibi pantolonu sevmeye başlar.
-Aman da ne gozelmiş. Yeşil kadifeymiş. Oğluma de bek yahışır bu!..
Heybedekileri bir an bırakırlar. Başlarlar Yusuf’a pantolonu giydirmeye. Mahi Hatun, Rabia Geline seslenir.
-Hadi anası; oğluma bi geydir de, yörüsün şurda.
Rabia Gelin, az ilerde duran Yusuf’u eliyle işaret ederek yanına çağırır.
-Gelele gel. Çabuk... Ha ha!..
Yusuf, anasının yanına varır. Rabia Gelin, Mahi Hatun’a döner.
-Nene bah! Askısı da varmış...
-Çok eyiymiş kele. Düşmez çocuğun belinden.
Rabia Gelin, Yusuf’a, üzerindeki entariyi çıkarmadan yeni pantolonu giydirir. Entarinin eteklerini de pantolonun içine sokar. Yusuf, salonun içinde beri öte gider gelir. Cebi bile vardır. Ellerini cebine koymasını gösterir anası. Yusuf, pantolonun ceplerine ellerini sokar. Öylece evin içinde hayli bir holta atar. Hem Mahi Hatun, hem Rabia Gelin birbirlerine bakışırlar. Onlar da çok sevinirler. Gülümserler, hatta arada bir ince ince gülerler.
Yusuf artık pantolonludur. Bu sevinçle dışarı fırlayıverir. Doğruca karşıdaki evlerine gider. Orada babasına ve başkalarına görünecektir. Pantolonunu gösterecektir. Koşa koşa çıkar merdivenleri. İçeriye yıldırım gibi girer. Bir yandan da bağırır durur sevincinden.
-Ağa!.. Ağa!..
Yusuf’un bayramı bugünden başlamıştır.
**
Yusuf on yaşındadır. Artık babası Hasanla birlikte tarlaya, bağa, bahçeye hatta koruya bile gider.Yanlarında her zaman ya Çapar ya da Karabaş bulunur. Yusuf onları almadan bir yere gitmez. Birini mutlaka alır yanına. Çapar ve Karabaş da Yusuf’u pek severler. Yusuf’u nerede görseler hemen yanına gelirler. Yusuf nerede, onlar da oradır.
Çatal kapı açılmaya çalışılır. Bir değnek çatal kapının arasına uzanır. Arkadan ‘zelze’li olan kapı değnekle açılmaya çalışılmaktadır. Kapı açılır. İçeri çoban girer. Kucağında bir torba, içinde başı dışarıda bir kuzu... Belli ki yeni doğmuştur. Kuzunun anası ve diğer sürü arkadan gelmektedir. Çoban önden gelmiştir. Kuzu yürüyemediği için uzun yolu çoban kucağında getirmiştir. Yusuf, avluda köpekleri sevmektedir. Köpekler çobandan da önce gelmişlerdir. Kapı kapalı da olsa onlar için içeriye girmek bir engel değildir. Duvardan atlar içeri yine girerler. Öyle yapmışlardır belki de. Yusuf hemen köpekleri bırakır. Çobana doğru koşar.
-Bana ver guzuyu, Seyit Emmi!...
-Şimdi olmaz Yusuf! Durmaz sende. Daha eyice basamıyor yere. Anası şimdi gelir; o zaman yanında baharsın.
-Bi elleyim, Seyit Emmi...
Çoban Seyit, kıramaz Yusuf’u. Yavaşça eğilir.
-Hadi elle bahalım...
Yusuf, iki eliyle birlikte kuzuyu sevmeye başlar. Çok sevinir. Gülücükler atar. Hasan Ağa, merdivenlerden aşağıya iner. Arkasından Rabia Gelinle kızları Satı ve Mahi de inerler. Avlu birden kalabalıklaşır. Rabia Gelin, Seyit’in elinden kuzuyu alır. Torbanın içinden çıkarır ve yere bastırır.. Kızlar sırasıyla kucaklarına alırlar. Başını, sırtını okşarlar. Yusuf, yerinde duramaz. Seyit’in yanına varır. Kolundan, bacağından tutar.
-Seyit Emmi, beni de gotür davar gutmiye...
Seyit, şöyle bir gülümser. Hasan Ağaya ve Rabia Geline bakar. Onlardan bir karşılık gelmez. Bunun üzerine Seyit, sesini birazcık yükseltir:
-Bah Yusuf; ‘yoruldum, uyhum geldi’ demiyecan, ha! Ben ne dersem yapacahsın. O zaman gotürürüm. Tamam mı?
-Tamam, Seyit Emmi. Boon gediyoh. Daal mi Seyit Emmi?
Seyit karşılık vermez. Sadece gülümser.
Yusuf ellerini birbirine vurur. Seyit’e iyice sarılır. Çok sevinir Yusuf. Oradan oraya hoplar zıplar avlunun içinde. Kendi kendine hareketler yapar.
-Ne zaman gotürecan davarları geri, Seyit Emmi?
-Boon olmaz Yusuf. Yarın gotürürüm. Hemi eyice hazırlanırsın. Tamam mı?
Yusuf bir süre sessiz kalır. Ancak sevinmeye devam eder. Bu, ‘tamam’ anlamındadır.
Bu arada iki kanadı da açık olan çatal kapıdan koyunlar giriverir. En önden de yeni doğan kuzunun anası girer. Öyle bir meler ki herkes birden ona bakar kalır. Acıklı acıklı melemektedir.Ana koyun, bakar durur etrafına. Avlunun her tarafını dolanır. Bu sırada kuzu, Rabia Gelin tarafından ahıra konulmuştur. Yeni doğan kuzulara ahır içinde önceden özel bir yer hazırlanmıştır. Daha fazla bekletmezler anasını. Onu da kuzusunun yanına alırlar. Ana içeri girer girmez, yavrusunun sesine koşar. Arkasından Rabia Gelin girer. Kuzuyu özel yerinden alır, anasının yanına koyar. Koyun, kuzusunu yanına alır almaz hemen emzirmeye başlar. Bir yandan da koklar yavrusunu. Artık yavrusuna kavuşmuştur. Koyun melemeyi kesiverir birden.
-Gız Fadik. Hele çıh dışarı...
Rabia Gelin hemen dışarı çıkar.
-Yuharı çık da, yemek hazırla. Seyit acıhmıştır...
-Tamam. Aha çıhıyom.
Bu sırada Hasan Ağa çocuklara döner ve konuşur:
-Hadi bahıyım, davarı içeri alın. Sona da çatal kapıyı eyice gapatın.
Yusuf neşelidir. Seyit Çoban ona söz vermiştir. Yususf da çobanlık yapacaktır. Bu keyifle Hasan Ağaya önce Yusuf karşılık verir:
-Tamam, ağa! Ben yaparım onnarı...
-Aferin oğluma! Gozü açıh, benim oğlumun canım!
-Maşallah, çok mal canlı Yusuf, Hasan Ağa!
Hasan Ağa ve Çoban Seyit eve çıkarlar. Zaten vakit öğle olmuştur. Yemek zamanıdır. Her zaman olduğu gibi Hasan Ağa pencerenin hemen önüne oturur. Dışarıyı seyretmeyi pek sever. Koyunlar girmeye devam eder. Avluya kardeşi Musa girer. Pencereyi açar, seslenir:
-Musa!
Musa durur ve sese doğru bakar.
-Buyur Hasan Ağa!
-Gel hele. Yemek hazır.
-Bi eve varıyım da gelirim, Hasan Ağa.
-Peki, çabuh gel ha! Ağam evdeyse ona da söyle.
Musa, sessizce yürür. Aynı avlu içindeki karşı eve gider. Bu ev, Yusuf Çavuş’un ve Musa’nın evidir. Ayrı ayrı evlerde oturmaktadırlar.
Avlunun uzak köşesinde duran Yusuf, amcasını görür görmez seslenir:
-Emmi!.. Guzumuz oldu. Biliyon mu?
-(Gülümseyerek karşılık verir.)Öyle mi? Hani nerde?
-Aha bizim ahırda. Bi gozel ki...
Yoh canım! Senin gadar gozel daaldir.
Musa, tâ uzaktan konuşa konuşa yanına gelir ve eğilir öper Yusuf’u.
-Ne yapıyon şimdi sen burda?
-Davarları bekliyom, emmi.
-Niye? Davarlar kendi kendilerine içeri girerler...
-Ağam, dedi; ‘Hepsi İçeri girincek çatal kapıyı ört’ dedi.
-Doğru, tabi ya! Aferin sana yiğenim.
Musa,Yusuf’u sevdikten sonra taş merdivenden evine çıkar. Burada da yemek hazırdır. Ancak Hasan Ağa, hem Musa’yı hem de babasının gelmesini bekler. Çatal kapı kapanmıştır. Çatal kapıyı Yusuf kapatmıştır. Yusuf eve girer. Hasan Ağa içeri yeni giren Yusuf’a hemen seslenir:
-Yusuf, oğlum! Emminle dedeni hemen çağır, gel. ‘Sofra gurulmuş. Sizi bekliyolar’ de. Tamam mı, oğlum?
-Tamam, ağa!..
-Hadi çabuh ol.
Yusuf hemen geri döner ve hızlıca dedesinin evine gider. Avluya indiğinde dedesini merdivenlerden inerken görür.
-Dede!..
Buyur aslan oğlum!
-Ben de seni çağırmıya geliyodum...
-Tamam. Geliyom yiğidim! Geliyom...
-Emmim de geliyo mu dede?
-Sen eve çıh! Emminle beraber gelin. Tamam mı?
Yusuf Çavuş büyük oğlu Hasan’ın evine giderken Yusuf’ta amcasını çağırmak için dedesinin evine çıkar. Yusuf Çavuş, bir yaz günü olmasına rağmen sırtında kışlık paltosu, elinde ağaç bastonu, başında her zaman olduğu gibi fötr şapkası... Hasan, Yusuf Çavuş’u yukardan görür.Yanındakilere döner ve gülerek babasını gösterir:
-Şu Ağama bahın! Tam Osmanlı adamı canım! Ağam, böyük adam olacak bi kişiymiş ya...
-Gine böyük adam şu eniştem, yiğenim!
-Doğru söylüyon Paşa Dayı. Yusuf Emmi böyük adamdır, canım!
-Gendimi bildim bileli herkes, ne olsa, şu civar köylerden bile gelirler, hep emmime danışırlar...
-Artık bastonu elinden heç düşürmüyo ağamın!.. Foter de yahışıyo canım!
-Ee! Aha biz varıh kırk, kırk beş yaşlarında... Ben, bacımın gelin olduğunu gıt sat hatırlarım. Yaşlandı eniştem, canım!
-Öyle, dayı! Yetmişi geçti ağam. Son gunlerde aşırı unutganlıkda başladı...
Konuşmalar sürüp giderken Yusuf Çavuş içeri girer. Hep birden ayağa kalkarlar. Memduh, elinden bastonunu alır, sırtından paltosunu çıkartır. Kapının arkasına çakılmış olan çiviye asar. Artık sofraya otururlar. Burada yemek yenirken, öte tarafta, yani Musa’nın evine Yusuf hızlıca gitmiştir.
Yusuf, içeri girdiğinde yeni yürümekte olan Sürmeli ile karşılaşır. Durur, eğilir Sürmeli’yi kaldırır, kucağına alır. Doğruca oturma odasına girer. Musa, ayakta duruyor. Yusuf’u görür görmez gülümser:
-Bah.bah! Sürmeli gızım da kimin gucağında...
-Emmi! ‘Ağam çabuh gelsin’ dedi. Yemek hazır bizde.
Yan tarafta kiler denilen odada Musa’nın eşi Hanım Yenge daha önceden yemek hazırlığına girişmiştir. Konuşmaları duyunca yanlarına gelir.
-Yusuf mu gelmiş?
-Ben, Hasan Ağamgile gediyom. Ağam da getti. Bizi beklemeyin. Siz yemanizi yen.
- Eyi, tamam...
Musa, karısına döner ve anasını sorar;
-Anam neriye getti? Ortalıhta gozükmüyo!..
-Bostana gettiydi. Ecik yeşillik getirecadi.
-Neyse, ben gediyom. Hadi aslan yiğenim, gidek.
Birlikte çıkarlar. Yavaş yavaş Hasan’ın evine varırlar. Sofra çoktan kurulmuştur. Sofrada yer yoktur sanki. Herkes oturmuş sofranın etrafına. Başlamışlar yemeğe. Yer açarlar Musa için. Bu arada yeni gelenler olmuştur eve. Gelen sofraya oturmuştur. Yabancı değillerdir gelenler. Hemen her zaman gelenlerdir. Biri Memduh, Yusuf Çavuş’un damadı. Biri de Paşa Dayı, Yusuf Çavuş’un kayınbiraderi. Her ikisi de avluya girdiklerinde, pencerenin önünde oturan Hasan Ağa tarafından evine çağırılmıştır.
Yemek yenmeğe devam ederken, içeri Mahi Hanım girer. Önündeki önlüğünde bir şeyler vardır. Hasan hemen seslenir:
-Gel, ana. Otur sen de... (Hasan kalkmaya çalışır.)
Mahi Hanım hemen müdahale eder Hasan’a.
-Yoh oğlum, gahma. Hanım Gelin de hazırlamış, beni bekliyo...
Önlüğünden bir elçim yeşil soğan çıkarır ve sofraya bırakır.
-Bostandan geldim. Ecikte taze suvan getirdim. Pınarda da yayhadım, temizledim. Size âfiyet ossun!..
Onu salonda Rabia Gelin karşılar.
-Otursaydın nene. Biz de içerde beraber yerdik. Çocuhlar içerde yiyolar. Gel istersen?
-Gelirdim de Fadik, Hanim yalınız. Söz verdim, beni bekler gelin. Yosam galırdım. Hadi bana müsaade.
-Galsaydın eyi olurdu nene! Neyse, hadi gule gule!..
___________ romanın devamı var ___________ EKREM GÜRER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.