- 2105 Okunma
- 17 Yorum
- 0 Beğeni
İNTİHAR SAATİ
Aslında ölmek istemiyordum. O yüzden Metin’i saat beşte arayıp, beş buçuğa randevu verdim ve beş yirmi beşte, buluşacağımız kafenin önündeki bankta bileklerimi kestim. Hava, kesiklerin acısını erteleyecek kadar soğuktu. Mevsim kıştı. Yerlerde erimeye yüz tutmuş kar öbekleri vardı. Uğultulu bir kalabalıkla gömülmeyi hayal edenlere, kış hiçbir zaman, ölmek için ideal bir mevsim değildir. Onlar ekseri Haziran için niyazda bulunurlar. Bunaltmayacak bir sıcak, memlekete dönen hısım akrabalar vesaire. Fakat benim gibi kendi varlığını bile umursamayan yapayalnızlar için, kardan ötürü cenazeye gelemeyecek cemaatin hiçbir kıymeti yoktur. Elbette bunları düşünmenin sırası değildi. Avucuma dolan kanın yapışkanlığını hissedebiliyordum. Bu his, o an, yağan çamurlu yağmurdan, üzerime yapışan giysilerimden, ıslanıp yüzüme gözüme tutunan saçlarımdan daha fazla rahatsızlık vermeyen bir histi.
Metin sokağın ucundaki sokak lambasının kadrajına girdiği an, adımlarının hızlanması için Allah’a yalvarıyordum. Çünkü bu sefer durum diğer iki denememden daha ciddi olabilirdi. Bisturiyi bilinçli bir şekilde kullanmıştım. Diğerlerinde olduğu gibi yatay kesikler değildi şimdikiler. Bunu, zonklayan kesiklerin birbirine sürtünmesiyle içimi saran tuhaf duygunun yoğunluğundan da anlayabiliyordum. Şehir kütüphanesinin arkasındaki iki tecrübemde, içimde daha baskın bir yok olma arzusu olduğu halde, bisturiyi gerektiği gibi kullanmayarak sağ bileğimde yalnızca deriyi kaldıran kesikler açabilmiştim. Ama o zararsız kesikler bana kendim hakkında bilmediğim bir şeyi öğretti: Sandığımdan cesur olduğumu ve hayatın kolay kolay kurtulamayacağım bir bela olduğunu.
Eğer şimdi ölürsem gerçekten üzülürüm, diye düşündüm. Çünkü henüz sırası değildi. Evet, hayat peşimden sürüklediğim ve beni dallara yahut dikenli tellere takılmak durumunda bırakan, renkli ama gereksiz bir uçurtma kuyruğu gibiydi. Üstelik ardım sıra çıkardığı rüzgarımsı gürültü sinirlerimi bozuyordu. Hala insanlara, kendimi hapsettiğim belirsiz bir evren noktasından bakıyor, onları ve acılarını, hanelerini dolduran kahkahalarını, ilkel sevişmelerini, çığırından çıkmış üreme güdülerini ve cinayetlerini anlayamıyordum.
Hala çok sevdiğim bir yemeğin tam ortasında, kendimin de bir av, dolayısıyla müstakbel maktul olduğumu düşünerek kaşığı bırakıyor, evin kuytu köşelerinden gelen - ya da geldiğini farz ettiğim- tıkırtılara kulak kabartıyordum. Sesler bana varan yol üzerindeki eşyalara ellerini süre süre, ayaklarını aralıklı döşeme tahtalarına vura vura yaklaşıyor, kulaklarıma sımsıkı bastırdığım parmaklarımın arasından serin bir rüzgar gibi süzülüp, beynime doluşuyordu. O hayalet hiçbir zaman oturduğu yerden kalkmayacaktı. Beynimdeki yüzsüz kız… Beline değen saçlarını gördüğüm, yanık ellerini, kırık tırnaklarından sızan kanı, ayak tırnaklarıyla beyin etimi tırmaladığını gördüğüm bu hayalet ancak ben ölünce, ayak tırnaklarıyla açtığı tünelden dışarı çıkacaktı. Bütün bunlara rağmen ölüm için doğru bir zamanlama olmadığını düşünüyor, Metin’in bir an evvel gelip beni kurtarmasını bekliyordum.
Hava kararmış, caddenin ışıkları birer birer yanmaya başlamıştı. Bileklerimi dizlerimin üzerine serip Metin’in gittikçe irileşen ama her saniye biraz daha bulanıklaşan siluetine bakıyordum. Daha bir saat önce şiddetli bir kavga neticesinde, artık bana ve anlamsız bakışlarıma katlanamadığını söylemişti.
Beni matruşkalara benzettiğini, iç içe geçmiş insan güruhundan ibaret olduğumu, oysa sakin bir hayat, sıradan bir semtte ev ve bir sürü çocuk hayal ettiğini yinelemiş, ağlayarak alyansını avuçlarıma bırakmıştı. Bütün bu sözleri sarf etmesine neden olan vaka, sık sık şehrin öbür tarafındaki koruya saklanıp gece yarılarına kadar ortaya çıkmayışımdı. Oraya neden kaçtığımı, neler düşündüğümü bilmek istemiyordu. Beni oturduğum kaya dibinden zorla söküp arabaya bindirdiği en son olayda yüzüme bile bakmamıştı. Eve vardığımızda anahtarı avucuma bırakıp arkadaşında kalacağını söyleyerek çekip gitmişti.
Nihayet gelip önümde durdu. Yağmurluğuna değen damlaların sesini duyabiliyordum. Bir de hızlanan soluklarını.
“Umarım önemli bir sebebin vardır.”
Bu ses ondan mı geliyordu, bileklerimden mi? Hava birden ısınmış, yerdeki kar ölüleri eriyip toprağa karışmıştı. Yavaş yavaş avuçlarımdaki kanın sıcaklığını ve kesiklerin sızısını hissetmeye başladım. Sokak lambaları kafeden gelen hareketli müzikle dans edercesine dönüyor, renkleri parçalanıyor birer havai fişek gibi gözlerimin önüne dökülüyordu. Bir eşikte olduğumu, karanlık ve aydınlığı ayıran o ince zarın içinde nefes aldığımı biliyordum. Artık kontrol bende değildi. Sendelediğimin de farkındaydım. İki taraftan birine biraz eğilmemle zar yırtılacak, kendimi, özgürce gülebildiğim ve pişmanlıklarımın olmadığı bir dünya da ya da; kurtulmak istediğim kuyruğa daha bir dolanmış vaziyette bulacaktım.
Ölürken neye benzediğimi hiçbir zaman bilemeyecek olmak bana haksızlık gibi geliyordu. Bunu görmeye en layık kişiyken, bir ömrü kendimden saklanarak geçirmiş, en sonunda kendimi terk etme basiretini gösterebilmişken, ben değil de bir yabancının bilinçsizce debelenen bedenimi seyretmesi haksızlıktı.
“Zehra! Beni duyuyor musun? Kafeye girelim, dedim sana. İyi misin sen?”
Ayağa kalkmaya çalıştım. Belki biraz zorlasam kalkabilirdim de. Fakat vazgeçtim. Buraya kadar gelmişken, bu eşikte, bu saydam zarın tadını almışken artık geri dönmek olmazdı. Yeniden aynı anlamsız devinimlerin içinde yitirdiğim cevapları aramak, bulduklarımı beğenmeyip reddetmek, bitimsiz yalnızlık ve korku ve acıların kucağına dönmek istemiyordum. İçimden annemin gülümseyen yüzünü geçirdim. Bölük pörçük, siyah beyaz ve eski bir film gibi şerit şerit yüzü gelip tam gözbebeklerime oturdu. Gülüyordu, gamzesini görebiliyordum. Neden annem? Bunu daha önce tasavvur etmemiştim. Aramızda geçen onca şeyden sonra, ölürken görmek isteyeceğim son kişi o olmalıydı. Fakat bir şey vardı. Her şeyi bizden müstakil şekilde kurgulayıp tatbik eden kuvvetli bir güç. Ben annemin dilek balonuydum. Her şeye rağmen büyüttüğü ışığı. Şimdi bu ışıklı balonun sonsuza uçtuğunu görmek galiba en çok onun hakkıydı.
Keşke beni gerçekten görebilseydi. Bu ondan alınabilecek en güzel intikam olurdu. Ona yaşatılabilecek en hatırlı acı. Herkes görmese de, o görmeliydi evindeki bulutlu kanyonları. O kanyonlarda, ömrü boyunca korkunç kertenkeleler yakalayıp seyretmek zorunda kalan kızını bilerek kaybetti. İçimde su tasının dibine çökmüş kurşun eriyiği görünümlü bir kitle vardı. Annem tedavilerden sonra kitleyi donup sabitlendi sanıyordu oysa, o büyüyor ve beni…
“Zehra! Bu da saçmalıklarından biriyse eğer…”
Yanıma oturup elimi tuttu. Sonra diğer elimi. Elleri bileklerime doğru yürürken, içimde bir yerlerde, güzel anılarımı gizleyip, bütün giriş çıkışlarını zehirli bir sırla kapladığım odanın içinde kanatlanan Hüma’yı hissediyordum. İşte bunu planlamıştım. Ölürken Azrail’i değil, bir zamanlar büyükannemin etamin panosunda gördüğüm altın kuyruklu Hüma’yı düşleyecektim. Tanrı’nın son arzumu kabul edeceğinden şüpheliydim. Ona hak veriyordum. Kendisinden önce davranmış olmama içerlemiş olabilirdi. Önüme döktüğü imtihanları reddedip, boş kağıt verme hakkımı kullanmış olmam onu öfkelendirmiş olabilirdi. Fakat şu bir gerçek ki; hiçbir zaman onu ve kudretini inkar etmedim. O da sırf bunun mükafatı olarak bana Azrail’i değil Hüma kuşunu gönderdi.
“ Sen ne yaptın yine! Allah belanı versin! ”
Boğuk ve derinden bir ses…Gördüğüm tek şey Hüma’nın tepemde uçuşan kuyruğu. Metin kazağımın kollarını çekip bileklerime doladı. Beni banka uzatıp, kar ölülerini çiğneyerek uzaklaştı.
“Biri ambulans çağırsın!”
Işıklar, ışıklar, ışıklar…
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Yine yorumlara kapanmış bir öyküden geliyorum.
Muhteşem bir öyküydü Aynur. Ki senden psikolojik öyküler okumayı çok seviyorum. İnsanların tebessümleri altındaki dehlizlere öyle incelikle indiriyorsun ki. İşte o inşlerle besleniyor ruhumuz.
Eksik etme güzel öykülerini bizden sevgili yazarım.
Ve kücük ama önemli bir eleştiri. Yorumlara cevap verememek yazıyı yoruma kapamak için gecerli bir neden olamaz. Ha dersen ki ben yaptım oldu, boynumuz kıldan ince. Ama ciden olmadı. Dün ilk girdiğimde okuyabilseydim yorumum öykünün altında olacaktı. Ama tren kaçmış.
Her zamanki agız tadıyla çıkmak sayfandan çok güzel. Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Böyle olmayacağını elbette ben de biliyorum. Madem açalım hadi yine.
Güzel sözlerin ve beğenin için teşekkür ederim. Sözlerin insanı yazmaya özendiriyor inan sevgili şairim.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Galiba çok özel geldi bana o cümleler. Duyacağım şeylerden de korkmuş olabilirim. Paylaştıktan sonra pişman oldum. Romandandı elbette. Sanırım biraz saygısızlık oldu okura. Ama bu sefer böyle olsun dedim. Açayım şimdi. Mahcup oldum.
İyi ki varsın sen. Çok şükür binlerce kere...
Angie
Özlemiştim seni okumayı. Öyle çabuk bitti ki.
Eksik olmasın ömrümüzden kelimelerin.
İntihar… Akıl alır gibi değil. Allah korusun, artık nasıl bir haleti ruhiye hâsıl oluyorsa insana böyle bir çılgınlığa teşebbüs edebiliyor.
Hani mümkün olabilse de İntihar teşebbüsünde başarılı olmuş müteşebbis ruhlu bir Niyazi’ye sorabilmek imkânımız olsaydı;
-Kardeşim hani senin yükseklik fobin vardı, nasıl atladın boğaz köprüsünden. Veya
-Ulan hani sen tavuk bile kesemezdin bu ne soğukkanlılık, bileklerini keserken (bilekler mevzuuna bilahare döneceğim) hadi canının yanmasını sineye çektin de hiç mi kan tutmadı allasen!
Nasıl bir çıkmaza düşüyorsa insan, akıl firar ediyor o an demek ki.
Beş altı sene oldu sanırım. Bir akşamüzeri karşıya valideye gidiyorum. Köprü her zamanki tıkalı, trafik ağır ağır ilerliyor. Köprüye girdim, dikkatli bakınca köprünün ortasına doğru deniz tarafındaki şeridin kapatılmış olduğunu fark ettim. Trafik içinde biraz daha ilerleyince on sekiz yirmi yaşlarında bir gencin köprü korkuluklarının deniz tarafında asılı olduğunu gördüm. Birkaç polis ve birkaç vatandaş genci ikna etmeye uğraşırken bir poliste tek şeride düşmüş trafiği açmak için sürücüleri ikaz ediyor, fakat insanlar merak içgüdüsüyle olsa gerek yine de işi ağırdan alıyor. Ve tam gencin tutunmuş olduğu korkulukların hizasındayım. Polisin ilerleyin ikazlarını duymazdan geliyorum, gözüm gencin üzerinde. İlk yüzü gözüme çarpıyor, yüzünde anlatamayacağım donuk bir ifade var. Ölü gibi evet aynen ölü suratı gibi, kendisini ikna etmeye çabalayanları duymuyor bile. Bir eli ile korkuluklara tutunurken diğer eli ile sigara içiyor. Daha üzerinde ne var ne giymişti bakamadan korkuluklara tutan elini de bırakıp tıpkı “bungee jumping” yapar gibi kendini boşluğa bırakıyor, kayboluyor.
Her şey birkaç saniyede oluyor, daha doğrusu ben ölümle yaşam arasındaki o son birkaç saniyeye şahit oluyorum. Hani derler ya “şoktayım” aynen öyle işte bir şey, bildiğin buz kestim, kendimden ürperiyorum. Valideye gidene kadar çocuğun yüzü aklımdan çıkmıyor.
Hey büyük Allah’ım.
Valideye gidince televizyonları tarıyorum, haber bültenlerini yokluyorum, tık yok. Ertesi gün gazeteleri takip ediyorum, televizyonların sabah haberlerini seyrediyorum heyhat köprüde intihar vakası diye herhangi bir haber yok. Ya çocuk canlı canlı gözümün önünde intihar etti memleketin umurunda değil.
Kulağınıza küpe olsun; bundan böyle sakın ola haberlerde “SÖYLENMEYEN” hiçbir şeye inanmayın !!!!!!
Tevekkeli değil ikisi asma, ikisi açılır-kapanır, birisi ayaklı tam beş köprüsü ilaveten yaklaşık muhtelif güzergâhlarda beş kilometreye yakın viyadüğü olan bir şehirde dünya ortalamasının altında intihar vakası kayıtlara geçsin.
İnanmayın, inanmayın!
Eğer ki Niyazimiz şöhretli birisi değilse bir tek anası ağlıyor, gerisi yalan.
Çenem düştü gene nerden nereye geldim, hâlbuki yazıyı ısıracaktım pardon yorumlayacaktım.
Yazıya gelirsek; satır aralarındaki mantık zorlamalarından anladığımız kadarı ile kahramanımız intihar psikolojinden mustarip, yarı paranoyak, yarı şizofren bir portreden ziyade alkol barajını ihlal etmiş bir “kolik” portresi çiziyor. İntiharı amaç değil araç olarak kullanıyor. Ki bunu kendi de itiraf ediyor. (Bknz.Şehir kütüphanesinin arkasındaki iki tecrübemde..).
Her zamanki gibi aklıma takılanlar;
-Yazı içerisinde “bilek” kelimesi devamlı surette “bilekler, bileklerim” şeklinde çoğul kullanılmış. Bir insanın yardım almadan her iki bileğini kesmesi anatomi bilimine göre imkânsız. (Bknz. Sultan Abdülaziz’in intiharı, yani öldürülmesi!)
-Kahramanımız eğer bir operatör doktor veya tıp fakültesi öğrencisi veya fenni sünnetçi değilse böyle bir iş için neden “bisturi” tercih etmiştir veya bisturiyi nereden tedarik etmiştir. Mahalle bakkalından alabileceği bir jilet pekâlâda işini görürdü.
Naçizane tavsiye (kahramanımıza);
Bıraksın zırt pırt bileklerini kesmeyi, bundan sonra köprüyü kullansın, hem kimsecikler duymaz.
Şaka, şaka diyeceğim şakası bile kötü.
Engin hoşgörülerine sığınarak tebrikler, selamlar, saygılar…
Aynur Engindeniz
İntihar, Allah akıl yörüngesinden ayırmasın kimseyi. Herşey bir ince bir dengede. Bir sendelemee bakar. O yüzden bunun tartışmasını yapmam kimseyle.
Sagılar İsmet Abi.
Ağyar
Ne o öyle “Sende mi Brütüz” der gibi, ne kötülüğümüzü gördünkine :-)
Yorum yapmış olmak için yorum yapmış olsaydım uzatmayacaktım. Hele hele yoruma cevap yazmış olmak için cevap yazdığını gördükten sonra.(gecenin üç buçuğunda) Olsun ben yinede sabrının sınırlarını merak ediyorum. Bakalım ne zaman patlayacaksın bana :-)
Biraz gergin gördüm seni... Bilhassa şu satırlarda,
“O yüzden bunun tartışmasını yapmam kimseyle.”
Ne yani ben intihar eylemini tartışmaya açıyor gibi mi görünüyorum ya da intihar mağdurları ile makara mı yapıyorum. Sahi karşıdan öyle mi görünüyor. Acaba kullandığım “Niyazi” ismi mi seni böyle düşünmeye itti.
Oysa olayın vahametine vurgu yapmak için başımdan geçen bir olayı da anlatmıştım. Tahminimce yazı için kullandığım “mantık zorlamaları” ifadesi ağır kaçtı galiba. Özür dilerim
Tekrar yazıya dönecek olursak;
Sen ne kadar “tıp halt etmiş” desende bir kişinin iki bileğini kesmesi tıbben mümkün değil. Zira bilekler bilhassa iç bölge yoğun olarak parmakları hareket ettiren her türlü işlevi kazandıran sinir-kas karışımı tendonlarla doludur. Bırak bisturi darbesini ufak bir cam kesiği bile parmaklarda kalıcı hasarlara yol açabilmektedir.
[Bknz.( http://blog.milliyet.com.tr/tendon-kesisi--el-ve-bilek-/Blog/?BlogNo=329441 )]
Bu bilgiler ışığında;
1-Kahramanımızın sağlam bileğini kesmek için kesik bileği ile bisturi kullanması işte bu yüzden imkânsız. Eğer kullanabiliyorsa zaten bileğindeki kesik değil belki ufak bir sıyrıktır
2-Kahramanımız toplam üç defa bileklerini keserek intihara teşebbüs etmiştir. Oysa ilk teşebbüsünden sonra ellerinde herhangi bir aleti kullanamayacak kadar hasar oluşması gerekmeliydi. Eğer kesik dediklerimiz birer sıyrık değilse
Sigorta arşivleri el cerrahisi doktorlarının, kazaen de olsa böyle bir duruma maruz kalmış gitarist, piyanist, heykeltıraş, basketbolcu, terzi, camcı, marangoz vs bir çok kişiye yazmış oldukları “işgörmez” raporları ile doludur
Bu işler birazda arabesk sanatçılarının, “Müslümcü” diye tabir edilen hayran kitlesinin uzmanlık alanına girer. Öyle ki dışarıdan bakarsın çocuk kan revan içinde, vücudunda, kollarında kesilmedik yer yoktur, oysa elinde tuttuğu jileti bırak vücuduna temas ettirmeyi tabiri caizse koklatmıştır. Ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi normal yaşantısına devam eder. Tamamı ile ustalık.
Bir yerde okumuştum, şöyle diyordu yazanı ”eğer ki bileklerini kesmeyi tam olarak bilmiyorsan, Allah muhafaza, damarlarını kesersin ve geberirsin”. :-)
Senin anlayacağın hanım kızımızda pardon kahramanımızda artık ustası olmuş işin,(ben öyle anlıyorum veya yorumluyorum) acemi şansı da bir yere kadar. Ve dediğim gibi intiharı da dikkat çekmek için bir araç olarak kullanıyor. Amacı gerçekten intihar olsa idi bunun daha kesin sonuçlar alabileceği başka birçok yolu mevcut oysa. Hani eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmemek için saymayalım bunları. Köprü olayını bir kere ağzımızdan kaçırdıysak da “öldürmeyen Allah öldürmüyor”
Uzmanlar bilek kesme yöntemi için “çabuk ve kesin bir sonuç vermediğinden, kurtarılma ihtimali fazla olduğundan dolayı gerçekten intihar etmek istemeyen kişilerin kullandığı yöntemlerden biri olarak kabul edilir. Yapan insan hayatta kalabilme umudunu içinde taşır ve geri dönmeye meyillidir” diyor
Ha birde hanım kızımız yani kahramanımız üniversite öğrencisiymiş galiba, ben yazıyı birkaç defa daha okudum (dikkatlice) öğrenci olduğuna delalet eden herhangi bir ipucuna rastlamadım. Hımm, öğrenci kimliği çantasındaydı doğru ya, alnına da bakmayı unutmuşum, pardon :- )
Selamlar
Not: Ben de değil ! (Şu sende mi Brütüz olayı)
Aynur Engindeniz
Alaya alındığımı hissetmediğim sürece -nadiren esprili yorumlara ve kişilere- tahammül sınırım geniştir. Sen de o nadirlerdensin. Kaldı ki, sana tahammül bir yana, beş gözle ne der İsmet Abi diye bekleyedururum. Eleştirilerden öyle ya da böyle mutlaka istifade ederim. Bak son yorumundan bir sürü şey öğrendim.
Anlatamadığım konu bu sadece bir parça. Romanımın içinden ve hala taslak. Elbette çok değişime uğrayacak. Bu yüzden burada paylaşıyorum ya. (Kızın kimliği meselesi.)
En ağır eleştirileri bencağıza yaptığının farkındayım. Daha beter olsun, ah der isem ne olayım? Yeter ki benim ciddi ciddi çalıştığımı çabaladığımı bil ve bilmeye devam et. Esprilerini de seviyorum. Klişe değilsin, şakşakçı değilsin vesaire...Velhasıl, no problem:)
Affedersin ama yine sonsuzca saygılar İsmet Abi:)))
Ağyar
Yirmibir gün köşeli jeton için bile fazla :-)
Selamlar
Aynur Engindeniz
Ağyar
Kiiiim ben mi. Allah kuru iftiradan saklasın :-)
'' Önüme döktüğü imtihanları reddedip, boş kağıt verme hakkımı kullanmış olmam onu öfkelendirmiş olabilirdi.''
ve ödül olarak Hümâ ...
baştan sona etkileyiciydi anlatım ... hele bir de okurken kanı çekilirse insanın !...
kalemine bereket bereketim ... hiç solmasın hayallerin ...
Nasıl hızlı okudum bir bilsen. Ve buna rağmen nasıl konsantreyim nasıl. Naıl girdim içine...
Biliyor musun? İyi ki varsın.
Bu aralar hiç okuyamıyorum. Bebek büyütmek bazı şeylerden fedakarlık yapmak gerektiriyor biraz da. Eskiye oranla daha iyiyim şu an. Bu süre içinde kısa kısa okumalar yapmak iyi geliyor bana. İnternette takip ettiğim birkaç yer ve isimler var. Ki sen de birisin onlardan. Yani ihtiyaçsın. İhtiyacımı gideriyorsun.
Seviyorum o yüzden seni. Heyecanla gelip hayal kırıklığına uğramadan gidiyor olmanın keyfi doyumsuz.
Yazmaya devam yazarım.
Sevgimle çok.
Okurken ne düşündüysem metinde buldum: Kış vakti o saatte hava kararmış olmalı. Evet, kararmış. Bilek kesiminin fiziki etkileri: Seslerin ve görüntülerin bulanıklaşması. Evet, var. Belki giderek artan üşüme hissi de olmalıydı (Olabilir de, ilk okumamı hızlı yaptım) ama o kadar önemli değil.
İntihar edenin psikolojisi güzel yakalanmış. Benmerkezci bir özellik kazanıyorlar, özellikle de saplantılı intihar girişimcisi değilse. Hatta o kadar güzel ki aynı sahneyi Metin'in gözünden yazma isteği doğdu. Bankta yanına oturup "Bileklerini mi kestin? Yazık olmuş. Giderayak neden bahsetmek isersin?" diyen bir umursamazlıkla Metin'i hayal ettim.
İlham verici bir metin olmuş. Peki Zehra'ya üzülüyor muyuz? Yazık etti diyor muyuz? O bu tepkimizi ilk cümlesiyle elimizden alıyor: Aslında ölmek istemiyordum.
Her şeyi yerli yerinde, olması gerektiği yerde. Tebrikler.
Hayat matruşkalar gibi ,birini açıyorsun başka bir şey dökülüyor ,diğerini kapatıyorsun başka bir şeyler üstüne biniyor.Bir ağırlık kaçma ve var olma isteğinde belki de hep yığılıyoruz anlamlandırdığımız o matruşkaların içine..
Güzel toprağım devam.çok beğendim.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim toprağım Karadenizim.
Sevgiler.
lacivertiğnedenlik
"Annemin dilek balonuydum" cümlesinde takılıp kaldım. Anne kız ilişkileri başlı başına bir roman konusu bile olabilir. Kızlarından, hayallerindeki balerin biblosunu yontmak için onların ruhlarını kırıp döken anneler ve hayatın her yenilgisinde yıllar öncesine dönüp annelerinde kabahat arayan kızlar...
Bizleri çok sıkı bir roman bekliyor. Tebrikler.
Aynur Engindeniz
Bu romandaki anne biraz sıradışı olacak.Bilmediğimiz anne, bilmediğimiz bir ruh...
Beğenmenize her zamanki gibi çok sevindim.
Sevgiler.
cizgilikagit
Selamlar.
SAYGIDEĞER AYNUR ENGİNDENİZ,
Yorum hakkımı kullanmak isteyerek şunları diyorum,
Her zaman ki gibi özlediğim öykünüzü kana kana okudum.Bazı bölümlerdeki imgeler çok hoşuma gitti.Sokaklambasının kadrajı-renkleri parçalanan havai fişekler-bulut kanyonları-umut balonları-ölürken eriyen kar kütleleri, bunlar sadece bir kaçıydı.
Her zaman ki akıcılığında okurken içtiğim güzel öykülerinizden biriydi bu.Olaylar ve kişiler gözümde canlandı.Arada söz edilen yardımcı karekterler, anne ve büyükanne kısımları örtülü anlatılmış.Ve oranın içinde bir ton öykünün kırıntıları konulmuş. Ve birde ormana kaçışlar.Orada derin bir anahtar var kesinlikle açıklanacak.Ama kalem şimdilik bunu saklamış öykünün gerisi için.
Son kısımlarda Metinin soğuk kanlı tavrı moralimi bozdu. Sürekli intiharlar girişimlerine şahit olmaktan usanmış bir adam olduğundan sanırım.
Kazağın kollarını çekip bileklerime doladı kısmına takıldım. Atkısını sarsa daha iyi olur diye kendimce düşündüm.
neyse çenem fazla düşmeden
Elinize ve yüreğinize sağlık demek isterim.Tüm yazılarınızı okumak için özlemle bekleyenlerdenim...Tekrardan kutlarım....EN DERİN SAYGILARIMLA....
Aynur Engindeniz
Takip ettiğiniz, okuduğunuz için teşekkür ederim.
Saygılar.
" boş kağıt verme hakkı"...intiharlara karşıyım ama böyle bir haylazlığa tanrı bile gülümser bence...saygılar...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim okuduğunuz için. Ayrıca ben de intihara kesinlikle karşıyım. Ama mantıksız bulduğum için değil, yasak olduğu için.
Saygılar değerli şair.
Ölümün soğukluğunu hissetmek...
Bugünlerde o kadar ağır geliyor ki bu...
Sanırım yalnızlık insanlar için hiç bir zaman olmamalı en azından kendi içinde..
Ya da tutunmayı bilmeli, sahip olduklarının değerini...
O soğuğu ve kanının ellerinin içinden akarken, dişlerinin birbirine vuruşunu hissettiren; yaşama son verme isteği...
Devamı bence de var. Olmalı. Ama bu kız bence intiharı koymuş kafaya. İflah olmaz. Ama ne kadar çok bu intihar şekilleri çoğalırsa o kadar okunası olur. En sonunda aşk galip gelsin dilerim:)
Sevgiyle hep cancazıma
ölürken ışık mı olur ki?, hep öyle derler, bir ışık hüzmesinin içine girdim, felan filan...
Oysa kan akerken insan yorgunlaşır, Yavaşlar aklı ve mantığı hep duragandadır. Belki pişman olmuştur ama o tarifsiz uyuşukluk bişey yapmasına olanak sağlamaz... Sonra yavaş yavaş gözler kapanır bunu sen istemezsin o kendiliğinden iner. Tıpkı yavaş yavaş kapanan sahne perdeleri gibi.. Ve sonra hiç birşey görmezsin, hatırlamazsın. Kör ve karanlık bir kuyuya yuvarlanmışsındır... Ançak yeniden canlanırken hissedersin ışığı, yavaş yavaş ve açarsın gözlerini. Gözlerin kamaşır gibi olur yeniden kaparsın ve o kısa anda ne gördüysen onları anlamaya çalışırsın.. Birisi varsa yanında ve konuşuyorsa seninle o zaman sende kendini hemen sorgulamaya başlar. Yaptığını anlarsın ve yaşadığına, kurtulmuş olduğuna ve hayatı yeniden sana bahşedene şükreder sevinirsin.... Ama kimseye belli etmeden sevgini içinde yaşarsın. Azar vardır, kızgınlık vardır, üzdüklerin kahır doludur. Onlar bunu bana yansıtnasın kimseye hesap vermeyeyim diye susmayı dener sesiz sinamada başrol oynamaktan memnun olursun....
Canım Aynurum, senin hikayelerini çok severim bilirsin. Sen burada okumayı sevdiğim bir kaç insandan birisisin. Sana bunları yazdım.. İçimden geldi anlarsın ya.... Kalemin daim olsun ve sana başarılar diliyorum.
Sevgimle daima.
Aynur Engindeniz
Aslında çok şey söylemek isterdim bu sözler üzerine sana. Belki de uçsuz bir " ölmeyi tercih etmenin nedenleri nasılları ve sonuçları" sohbeti olurdu bu. Asıl yaşamış gibi kaleme alan sen oldun. Fazla dramatize etmek istemedim. Çünkü bu kahraman realist geçinen bir tip. İşin duygusal boyutu engin bir denizdir...
Minnettar olduğum birkaç kişiden birisin sen de İncim. İyi ol, var ol. Sevgiler.
Aynur hanım,
"Terbiyesizler" başlıklı hikayenize yorum yazarken bir insan karşı cinsin duygularını ve yaşamadığı yerleri nasıl bu kadar güzel tasvir edebilir şeklinde bir yorum yapmış, siz de oralarda yaşamadığımı nereden çıkardınız gibi bir cevap yazmıştınız.
Şimdi soruyorum size; intihar gibi soğuk bir konuyu nasıl bu kadar güzel tasvir edebiliyor ve bizleri nefes almamacasına okumak zorunda bırakıyorsunuz. Bunu da yaşamadığımı nerden çıkarıyorsunuz demenizden korkuyorum.
Romanınızın harika olacağı kesin. Sanırım çıktığında buradan haberimiz olur. İlk müşterilerinizden biri olacağım kesin. Bir de bu siteden arkadaşlarınıza bir güzellik yapıp imzalarsanız kitaplığımız baş köşesinde yerini hazırladım bile.
Dün gazetede okudum. Microsoft Stephan Hawking'in beyin dalgalarını okuyabilen bir yazılım geliştirmiş. Acaba bu yazılım biraz daha geliştirilip sizin gönül zenginliğinizi ve ruhunuzun derinliklerini okuyabilir mi?Tüm yazdıklarınızda kelimeler ahenkle dans ediyor ve bizi okumaya mecbur bırakıyor. Önünüzde saygıyla eğiliyorum.
Saygılarımla,
Aynur Engindeniz
Evet, ölmediğime göre intihar etmedim:) Ama bunu beynimde sahnelemem zor iş değil. Bazen bir cenazeyi hayal ederim. Durduk yere o sahnedekilerin ruh haline girer öyle yazarım. Ağlarım bile. Gerçi bu biraz anormal bir çalışma tarzı ama...Yani empati yeteneğim az biraz vardır. Ama inanın bu iltifatları hak edecek kadar değil. Gerçekten ne diyeceğimi bilemedim. Teşekkür edip kaçmak en güzeli sanırım.
Saygılar değerli yazar kardeşim.
Devâmı var gibi, mi acaba?
Tanrıdan önce davranmak ve imtihanda boş kâğıt vermek, intiharı ne güzel özetlemiş.
Konu ürpertici olsa da anlatımı çok canlı, akıcı ve güzeldi yine.
Emeği ve yüreği kutlarım değerli yazarım.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Saygılar ve teşekkürler değerli şairim.
Sen ne yaptın yine! Allah belanı versin! ”
Boğuk ve derinden bir ses…Gördüğüm tek şey Hüma’nın tepemde uçuşan kuyruğu. Metin kazağımın kollarını çekip bileklerime doladı. Beni banka uzatıp, kar ölülerini çiğneyerek uzaklaştı.
“Biri ambulans çağırsın!”
Işıklar, ışıklar, ışıklar…
bu güzel yazını içten kutlarım
selam ve saygılar.
Aynur Engindeniz
Devam edecek mi?
Soluksuz değil, bütün içsel ruhumu katarak binlerce soluk alarak okudum... Kesilmek üzereydi ki " Işıklar"ı gördüm... İçim içimi bu kadar yerken, ölmek istemememin ardına ölmüş olma hissi şu günlerde bastırmışken bu öyküde nereden çıktı! Ölemeyeceğimi, canımın tatlılığını anlattı bana!
Devam edecek mi?
Sonu olmasın istediğim hikayelerden biri. Ben odaklı. Ben merkezli. Psikolojik yardıma ihtiyaç duyarken, tek ihtiyacımın elimi tutup bana Hüma kuşunu gördüğümü hissettirecek birisinin olması...
Devam edecek mi?
Etmeli... Lütfen... İyi bitmeli...
Aynur Engindeniz
Ablalara verilen söz tutulmalı. Hani yazacaktın içindekileri.
İyi ol lütfen. Seni çok sevdiğimi de unutma.
destina*mltm
İnan şu an yalnız olsam ağlayacak durumdayım... Yine pinarlar dolu dolu ve yine buğulu bakışlarım. Neyse ki başkasının yanında ağlamamayı biliyorlar... Gururdan olsa gerek..
İçimdekileri oturup yazmaya kalktım ama olmadı ki. Bir cümle bile yakışmadı hiç bir paragrafıma... Yazacağım ama... Biraz iyi olunca... İçsel olarak ...
Teşekkür ederim... Bugün de pembe giymiştim... Seviyorum seni ablacım...
Sevgiler...
destina*mltm
Ben alıştım .. Üzülme benim ümidim var iyi olucak herşey...
İnşallah..