- 940 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SÖZÜN BİTTİĞİ YERDE
Hani eskiden hep övünülürdü ya “Ben, dürüst vatandaşım, vergimi veriyorum, devletime güveniyorum.” diye. Siz hiç “Ben, sahtekâr vatandaşım.” terimini duydunuz mu? Hayır duymadınız. Çünkü “Dürüst vatandaş” terimi vardır. “Sahtekâr vatandaş “ terimine, dünyanın hiçbir ülkesinde kavram olarak rastlayamazsınız. Elbette ki dürüstlük, çalışkanlık, erdemli olmak hepimizin yüreğinde barındırması gereken temel bir olgudur.
Peki, yönetenler dürüst mü? Ya yönetilenler.
Biraz geçmişe gidelim, çok fazla değil, yirmi-otuz yıl öncesine gidip o yıllarımızı genel bir çerçevede değerlendirelim. Türkiye, 1980 ihtilali sebebi ile demokrasinin kesilmesi süreciyle karşı karşıya kalmıştı. O günlerde, ortalığı kasıp kavuran, kardeşin kardeşi vurduğu terör belasından ihtilal sebebi ile kurtulduğunu zanneden vatandaş, devletine ve askerine güvenmişti. Terörden geçici olarak kurtulanlar bu kez başka bir terörle; şiddetle, işkence ile ve haksızlıkla tanışmıştı. O dönemlerde yaşananlar, ihtilal terörünün ağır izlerini taşıyordu ve hepimizi olumsuz yönde etkilemişti. Güven duygumuzu bir kez daha gözden geçirmek durumunda kalmıştık.
İhtilal yapıldığında eski siyasetçiler, siyaset arenasından çekilsinler diye ya tutuklandılar, ya da göz hapsine alındılar. Sonrasında, demokratik olmayan hükümetler, konuşmasından korktukları kişileri -ki bunların çoğunluğu gazetecilerdir- tutuklayarak siyasi arenadan çekmeyi prensip haline getirdiler. İçerideki gazeteciler susturularak halkın gerçek haber alma özgürlüğü de böylece kısıtlanmış oldu. Bu tutuklamalarla vatandaş, aslında kendi haber alma özgürlüğünün tutuklandığını hiçbir zaman anlamadı.
İhtilalde, siyaset arenasından el çektirilen sakıncalı siyasiler sonra tekrar siyasi yaşamlarına eskisinden daha hızlı döndüler. Ülkeye cumhurbaşkanlığı yapan da oldu. Allah adına topladığı trilyonları çocuklarına miras bırakan da oldu. Şimdi sormak gerekmez mi?
—Madem bu siyasetçilerin, siyaset yapmaları sakıncalıydı ve bu yüzden demokrasiyi kesintiye uğrattınız, sonra neden siyasetin içinde olmalarına izin verdiniz?
Vatandaş aradan geçen onca yıla rağmen bu durumu bugün bile çözemedi ve bulamadı sorularının cevabını. Hiçbir siyasinin işine gelmedi cevaplamak.
Ülkesinde ekonomik sıkıntıları, siyasette, kültürde, sanatta yaşanan yozlaşmaları gördü vatandaş, önceki yıllarda hiç görmediği, hatta örneğine dahi rastlamadığı; Türk siyasi yaşamında para gücünü kullanıp, bu gücü “basın” etkinliğine kaydırarak siyaset yapıldığını da ilk kez gördü. Önce şaşırdı, sonra anlamaya çalıştı anlayamadı. Ancak kanıksadı.
Ekonomide, kültürde, sanatta, siyasette, yani yaşamın her alanında plan, program, hedef yerine daha çok ayağı yere basmayan bir takım söylemler ile günü geçiştiren sözcüklerin etkili olabildiğini ve prim yaptığını gördü. Plansızlık, programsızlık, hedefsizlik kimseye hesap vermeme inanışının geçerli olduğunu gören kişiler arasında çok farklı bir yayılma gösterdi. Vatandaş akşam yatıyor, Ülke de her şey sakin. Sabah kalkıyor, ülke gerginliğin eşine gelmiş. Hatta şu aralar Suriye ile savaşa girme olasılığı bile çok yüksek.
Nedenler? Niçinler? Nasıllar? Beynimizde yığılmaya başlıyor. Sorular cevaplanamıyor, ya da doğru cevaplanmıyor. Bir bakıyoruz, küt diye bir kanun çıkarılmış, uygulamaya geçilmiş. Acıklı olan, kanunun ilgili olduğu kurumun bundan haberi olmuyor. Vatandaş zaten bihaber. Gündem hızla değişiyor, arka tarafta çıkarılmak istenen kanunlar el çabukluğu ile meclis gündeminden çıkıyor.
Vatandaş, bazı şeyleri dolambaçlı yollardan öğrenmeye devam ettiği sürece dengeleri ve ilerlemeyi göremediğinden dürüst kalması da mümkün olmuyor. “Baştaki ne yapıyorsa ben de onu yaparım” düşüncesine kapılmadan, bir takım yanlışlıklardan dönüldüğünü görmesi gerekiyor. Kafası, beyni, yüreği genç olanlarla gençleşmeyi, yenileşmeyi gençliğe verilen önemi, kadın dinamizmini görmek isteyen her vatandaş, mutlaka önündeki yıllarında neler getirdiğini bilmek istiyor haklı olarak. Belirsizlik yaşanmadığı sürece, güvenin tesisi ile dürüst kalmak mümkündür. Yoksa dürüst vatandaş olarak kalmak hayalden öteye gidemez.
Yarınını bilemeyen vatandaş nasıl dürüst kalacak. Bugün, bilerek yoksullaştırılmış ve cahilleştirilmiş, bugününü kurtarmak ve gemisini yürütmekten başka bir şey düşünemez durumda olan vatandaşlar nasıl dürüst kalacak. Vereceksin ki alabilesin. Bir büyük siyasetçi ne güzel söylemiş;
Gençtik, davacıydık, yaşlandık şimdi duacıyız.
Türkiye Cumhuriyeti henüz çok genç. Kolay kurulmadı. Türkiye’de bu kadar diplomat varken, Atatürk neden İnönü’yü Lozan’a gönderdi dersiniz. Atatürk “ barış görüşmelerine katılacak kurulu oluşturacak kişilerin, her şeyden evvel yabancı devletlere verilen ödünlerle, Osmanlı İmparatorluğunu günübirlik yaşatmaya çalışan bir zihniyet içinde yetişmemiş, bu sistemi benimsememiş diplomatlar olması gerekir” demiştir. Gerçekten Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devletleriyle ilişkilerinin artmaya başladığı Tanzimat sonrası devrede, İmparatorluğun dış ilişkilerini yönetenler, Avrupa devletleriyle yapılan temaslarda kendilerini aşağılık duygusundan kurtaramamışlardır. Bu kimselerin Türkiye’nin ulusal çıkarlarını konferansta gereği gibi koruyamamaları doğaldır.
29 Ekim 1930 günü, Associated Press muhabiri, “Türkiye ne zaman Batılılaşacak” deyince, Atatürk; “Türkiye bir maymun değildir, hiçbir ülkeyi taklit etmeyecek hiçbir ülkenin maşası olmayacaktır. Türkiye Batılılaşmayacak, yalnızca özleşecektir” demiştir.
NE DERSİNİZ FAZLA SÖZE GEREK VAR MI?
Hülya TÜRK