- 761 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KİTAP: HAYATIMIN SEYİR DEFTERİ (20.05.2007 Pazar, İzmir - Yaşam farklarında insan algısı)
Uzun zamandır düşündüğüm bazı konuların bende yarattığı sıkıntıları yaşıyorum. İyisiyle kötüsüyle yaşadığım hayatın artık sonlarına doğru geldiğimi düşünüyorum.
Dünden itibaren aklımdan geçenler önemli konular. Antolojiye bundan birkaç gün önce kayıt ettiğim “sıra dışı” isimli şiirimde olduğu gibi, artık dünyadaki yaşamımın sıradanlığından ayrılıp dişe dokunur bir şeyler yapmaya karar verdim.
Bugünden itibaren hayatımın seyir defterini yazacağım. Geçmişimin özetlerini, gelecekle ilgili ideallerimi, ülkemin ve dünyanın içinde bulunduğu durumları anılar tarzında yazacağım.
Daha önce yazmaya başladığım kuran okurken anladıklarımı devam ettireceğim. Allah’ın izin verdiği yere kadar. İnşallah tamamını bitirebilirim. Ama en azından Mekke’de gönderilen sureleri yazmam bile benim için bir onur olacak.
Otokritik çalışmamı artık tamamlamak istiyorum. (kitabı tamamlayıp bastırdım) Antoloji.com benim birçok konuda ufkumu açtı. Antoloji’ye şiirlerimi kaydederken, değişik arkadaşlarımla yaptığım yorum, mesaj ilişkilerinde toplumda fark edemediğim bazı konuları daha iyi fark ettim.
İnsan ilişkilerindeki tutarsızlıklar. Toplumsal yapımız ve bu yapının siyasi boyutlara nasıl taşındığını daha farklı kavramaya başladım. İmkânlar el verdikçe fark ettiğim konuları seyir defterime yazacağım.
Toplum içinde yaşarken, işyerinde, aile hayatında, mahalle komşuluğunda, arkadaşlıklarda hürsünüz. İstediğiniz kişiyle beraber olur. İstemediğinizle olmazsınız. Hayatımın önceki devrelerinde oluşan cezaevi yaşantım bana farklı bir yaşamı göstermişti. Toplumdaki yaşamın tersine, cezaevinde yaşamda hür değilsiniz. Yatakhane, yemekhane, tuvalet ve lavabolar ile beton bahçeyi, isteseniz de istemeseniz de, aynı kişilerle aylarca, yıllarca paylaşmak zorundasınız. Ben siyasi suçlu olarak cezaevinde kaldım. Ancak yargılama sürecinde, yani tutukluluk zamanında yattığım cezaevinde her türlü suçlu vardı. Hırsızı, katili, kaçakçısı, sapığı vs. Bakımlısı, kirlisi, beyefendisi, kabası, güçlüsü zayıfı vs. Her şekilde insan vardı. Onlarla, zorunlu olarak dört yeri paylaşıyordunuz. Görmezlikten gelmek. Konuşmamak. Selamlaşmamak. Bazı şeyleri paylaşmamak zordu. Çünkü hayatın bütün şekillenmeleri ve dinamikleri dar sahadaydı. İnsanların her sıkıntısı, hastalıkları, ayak kokuları, ter kokuları, yellenme kokuları, sevinçleri, hüzünleri, kavgaları ve barışları hepsi birlikte yaşanıyordu. Yani dışarıdaki gibi hür değildiniz. Cezaevinin hürriyeti bağlayıcılığı sadece dışarıyla, ailenizle, işinizle ilişkinizin kesilmesi demek değildir. Aynı zamanda istediğiniz insanla görüşme veya görüşmeme hürriyetinizde elinizden alınır. İstediğiniz insanla yaşama veya yaşamama hürriyetinizde elinizden alınır.
Bütün bu olumsuz gelişmeler bir noktadan sonra olumlu hale gelir. Mecburi ilişkiler sizin insanları gerçek yüzleriyle tanımanıza imkân verir. Bir müddet sonra, hırsızla, katille, sapıkla, kaçakçı ile konuşmaya, arkadaşlık kurmaya başlarsınız. Onunla cezaevi koşullarında volta atar, yemek yer, sohbet eder, birlikte çay içer, birlikte beton bahçede oyunlar oynarsınız. Çeşitli konularda fikir alışverişleri yaparsınız.
İşte o zaman anlarsınız ki, insanlar ne olursa olsun insandır. İyisiyle kötüsüyle insandır. Hayatlarının değişik zamanlarında değişik ilişkilerde farklı konumlarda kişilikleri ve hayatları ortaya çıkmıştır. Bir katilin aslında çok duygusal olabileceğini, karıncayı bile incitme noktasında hassas olabileceğini görür, bir insanı nasıl öldürdüğüne şaşarsınız. Hırsızlığın bir namus olduğunu, meslek olarak yapılan hırsızlıkta, hırsızların hırsızlardan asla hırsızlık yapmayacağını, bunun namussuzluk olduğunu görerek şaşarsınız. Bir sapığın genelde aklı başında olduğunu, birçok uzmanı şaşırtacak kadar bilgiye sahip olduğunu görür, hayretle donar kalırsınız. Hiç unutmam cezaevinde iken, açık oturumlar dinlerdik. Bir sapık arkadaşımızın televizyonda tartışan unvanı isminin önünde kalabalık olanlardan daha iyi görüşler ortaya koyduğunu hep birlikte görüp, bütün koğuş alkışlamıştık.
Kısaca zorlu yaşam insanların gerçeklerini anlamama neden oldu. Hürriyetin kısıtlılığı altında zorunlu kurulan bazı ilişkilerin daha sonra, gerçekten insan olgusunu tanımama neden oldu.
Antoloji’de ise insanları daha farklı boyutta tanımaya başladım. Toplumda; her türlü düşüncedeki insanlarla değişik yerlerde karşılaşıp görüş alış verişlerinde bulunmakta idik. Doğal olarak her karşılaşmada herkes ya önceden birbirini tanıyor, ya da tanıştırılıyor. İnsanlar daha önce tanışıyorlarsa zaten görüşler biliniyor. Tanışmıyorlarsa bir iki sözden sonra hemen durum ortaya çıkıyor. Yani insanların görüşleri ve durumları belirleniveriyor. İşte bütün mesele burada başlıyor. İnsanların beyefendilikleri tuttuğu zaman, fazla ileriye gitmeden oturup güzelce tartışmalar oluyor. İnsanların inatları tuttuğu zaman, üstüne birde kabalık eklenirse, tartışma bitiyor, ipler kopuyor.
Birinci durumda, yani fikirlerin güzelce tartışıldığı durumda taraflar gayet nazik, birbirlerine hak vererek konuları görüşürken mümkün olduğu kadar uç noktalardan uzaklaşıyorlar. Böylece güzel bir konuşmanın ardından sohbet bitiyor. Nezaket içinde ayrılma gerçekleşiyor. Hatta ileride tekrar görüşmek üzere randevular alınıyor. Yeni tanışılmışsa isimler, adres, telefonlar alınıyor.
Ama bir gerçek var. İlişkilerde hiçbir zaman fikirler gerçek yönleriyle tartışılmıyor. Taraflar görüşlerindeki uçları kapatarak, yani gizleyerek fikir tartışmasında bulunuyor. Böyle olunca, gerçekten insanların ne düşündüğünü anlamak elbette zordur. İnsanlar kendi aralarında karşı oldukları fikirler için her şeyi söylerlerken, karşı oldukları insanlar hakkında ileri geri konuşurlarken, birlikte bunları yapmıyorlar. O zaman, bu tür ilişkilerde ve görüşmelerde gerçeklerin tespiti mümkün olmuyor.
Yapay bir ortamda, yapay olarak yapılan fikir alışverişlerinden bir şeyin çıkması elbette söz konusu değildir. Ama insanların geneli biliyor ki, düşünceleri olanlar kendisi gibi düşünenlerle özgürce düşüncelerini, tavırlarını söylüyorlar ve gösteriyorlar. Karşı taraf olarak gördükleri düşünceler hakkında istedikleri kadar ileri geri söz söyleyebiliyorlar. Karşı tarafta gördükleri insanlara istedikleri kadar suçlama gönderebiliyorlar. Onlar olmadan aleyhlerinde konuşabiliyorlar. Elbette hiç bir düşünce sahibi biz böyle yapıyoruz demeyecektir. Ama işin gerçeği kalplerimizdedir. Kalplerimizi dinlersek, insan olarak şahsım adına yapmasam bile, aynı şekilde düşünenlerimizin yaptığını gördükçe onları engellemek için çaba harcadığımızı biliyorum. Belki de zamanla duygularıma yenilerek bende yapıyorum. Ve arkasından hiç kimse sütten çıkma ak kaşık değildir ifadesine sığınıyorum. Kim bilir?
Böylece toplum içindeki yaşamda, genelde insanların iki yüzü oluyor. Birinci yüzü, kendisi gibi düşünen ve davranan insanlarla birlikte yaşadığı yüz. İkincisi, karşı taraf olarak belirlediği düşünce ve taraflılarıyla birlikte olduğu zaman ortaya koyduğu yüz.
Cezaevinin bana insanlar hakkında çok şey kazandırması gibi, antolojide insanları tanımada bana çok şey kazandırdı. O nedenle antolojiye şiirlerimi kaydetmem ve orada bulunma fırsatını bulmamam benim için önemli. Şiir yazan, okuyan, yorum yazan ve özellere mesaj gönderen, mesajlarda fikirlerini öne çıkaran insanların, şiirlerini, başka arkadaşların çalışmalarına yorumlarını okudukça, birebir kendinizle temaslarının yanında, bir başka yüzünü, başkalarıyla temaslarını, kendisi gibi düşünenlerle temaslarını da görüyorsunuz. Arkadaşların şiirlerini, şiirleri altına yazılan yorumları okuyarak bazı düşüncelere sahip oluyorsunuz.
Bu çok önemlidir. Zira insanların birbirinden farklı yerlerde nasıl davrandığını sanal ortamda görüyorsunuz. İnsanların birkaç yüzünü görebilmek, insanlar hakkında daha net kararlar vermenize neden olur. Tek ama, aldatıcı yüz. Tek ama, arkasında başka yüzlerin olduğu yüzleri taşıyan insanların yapılarında sorun vardır.
İnanıyorum ki, toplumu oluşturan insanların birbirine güvenmeleri, onların yüzlerinin çok olmamasına bağlıdır. Birçok konu açıkça konuşulamadığı için anlaşılamamaktadır. Kişilerin çıkarları. Siyasilerin çıkarları. İktidar güçlerinin, sermaye sahiplerinin çıkarları, Ülke düzenini oluşturan güçlerin çıkarları, insanları netleştirmek istemiyor. Çünkü görüşlerdeki netlik insanlarda güven unsuru kazandıracaktır. İnsanlar bildikleri, gördükleri, arkasında farklı bir şey olmayan görüşlerle, insanlarıyla, arkadaşlık edebilecekler, uzlaşabilecekler, ortak noktalarda anlaşabileceklerdir. Böyle bir durum çıkar güçlerinin işine gelmez. Çünkü; insanlar görüşlerindeki idealleri paylaşabilirler, ancak bu idealleri gerçekleştirme yolunda farklı bakış açılarına sahip olduklarını görürlerse, o zaman birlikte yaşamanın şartlarıyla hareket edeceklerdir. Bu durum çıkarcıların tekerine çomak sokar. Zira çıkarcılar, çatışmalardan, kavgalardan, ikiyüzlülüklerden kazanç sağlarlar.
Cezaevinden aktardığım anıdaki gibi. Hürriyeti kısıtlanıp, dar alanda yaşamaya mahkûm edilen insanlar, birbirinden çok farklı insanlarla birlikte yaşamayı öğrenerek kader birliği yapıyorlar. Hiç ilgisi olmayan insanlar birbirleri için duygulanmaya, kalbinde sevgi beslemeye başlıyorlar.
Toplumda ise çıkar sahipleri korkunç bir şekilde anlamsız kutuplaşma yaratmak istiyorlar. Düşünceleri özgürce tartıştırmama yolunu seçerek, insanların görüşlerini gizlemelerine, sadece kendisi gibi inananlar arasında tartışmalarına neden oluyorlar. Sonunda ne oluyor. Birbirinden habersiz, birbirine düşman kutuplar oluşuyor. Üstelik bu kutuplar çıkar düzeni kuranların değişik metotlarıyla güçsüz kılındıklarından ortaya da çıkamıyorlar. Düzen ve çıkar sahipleri, onların her birini değişik açılardan tehlike göstererek birbirine düşman kılıyor. Birbiriyle savaştırıyor. Kutuplar birbiriyle savaştıkça düzen sahipleri ortaya çıkan kargaşadan para ve güç kazanıyorlar. Ülkemizde en çok görülen manzara, görüşler kutuplaşıp birbiriyle savaştığı zaman, toplum askeri yönetime el koymaya çağırıyor. Asker düzeni korumak ve kollamak için yönetime geldiği zaman, insanların ve toplumsal yapının özgürlüğü ortadan kalkıyor. Para sahipleri, bu karışıklıklardan para kazanıyor. Ekonomi altüst oluyor. Her alt üst olan ekonomide, sermayesi küçük olanlar zarar görürken, sermayesi güçlü olanlar kazanırlar.
Kutuplaşarak birbiriyle savaşan insanlar, mahkemelerin yolunu tutuyor. Sonra suçlanıp cezalandırılıyorlar. Ankara’da Ulucanlar cezaevinde kalırken, sekiz yıl yargılanan, bu süreçte hasta olan, gözlerinden büyük problemler yaşayan, tutuklandığı sırada yapılan işkencelerin izlerini taşıyan ama sekiz yıl sonra suçlandığı her suçtan beraat eden tanıyorum. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin arkasından yapılan tutuklamalar ve yargılamalar ile ne çok insanın mağdur edildiğini biliyorum. Bu gün bilimsel olarak, sadece istatistikî bir çalışma için, bu dönemlerin arkasından siyasi olarak açılan tüm davaların mahkeme zabıtları, ilgililerin cezaevlerinde kalma süreleri, yargılama sonuçlarında beraat ederek dışarıya salınıverişleri incelense, ortaya korkunç bir tablo çıkacaktır. Ortaya çıkan tablo, yüzlerce, binlerce insanın haksız olarak zarar gördüğüdür. Üstelik bu dönemlerden çıkar sağlayanların, maddi varlıklarını katlayarak zenginleştikleridir.
1988 yılının Nisanında 2,5 yıl fiilen cezaevinde yatıp çıkmış biri olarak, 163. maddenin kaldırılmasıyla sicilim silinerek, sanki hiç suç işlememiş gibi oldum. Düşünebiliyor musunuz? Devlet, oluşturduğu yasalar çerçevesinde bir dönem insanları suçlayarak yargılayıp cezaevlerine koyarak mağdur ederken, başka bir dönem, bunlar suç değildir diyebiliyor. Aynı dosya üzerinde, bir hâkim grubu, yargılananları suçlu bulurken, diğer bir hâkim grubu suçsuz bulabiliyor. İşin en ilginç yanı ise, ülkenin siyasi tansiyonu, medya kuruluşlarının topluma yaptığı yönlendirmelerle, özellikle siyasi tutuklamalar ve yargılar seyir değiştirebiliyor. Onun için, siyasi olarak yapılan tutuklama ve yargılamalarda hiçbir zaman adalet aramadım.
Bütün bu olguların arkasından şunu gördüm ki, toplumda oluşan görüşlerin açıkça tartışılmaması, tartıştırılmaması, düşünceye siyasi, yasal baskıların uygulanması, sadece çıkar gruplarının işine geliyor.
Atatürkçülük dayatması, Atatürkçülükle insanların susturulması…
Din dayatması, din kültüründen gelen, mezhep, tarikat, şeyh, imam, ulama, alim, Ayetullah ekseninde insanların susturulması…
Küresel sermaye, batı kültürünün uzantısıyla, laiklik, demokrasi, cumhuriyetçilikle insanların sınırlandırılması ve susturulması…
Düşüncelerin özgürcü tartışılmamasını sağlıyor. Siyasiler, din temsilcileri olduğu söylenenler, batının tipi yaşam tarzının, kapitalist sömürünün çıkar gurupları, bu durumdan sınırsız çıkar çağlıyorlar.
Çıkar hegemonyasının altında ezilen, içinde boğulan insanlar, gerçek düşüncelerini var olma adına saklıyor, ikiyüzlü insanlar haline geliyorlar.
Atatürk düşmanı sayılmamak. Dinden kopmuş sapık sayılmamak. Kapitalizmin çıkar dünyasında ekmek parası kazanabilmek. İnsanların temel ekseni haline geliyor. Bu eksene göre hareket ederken, gerçek düşlerini, düşüncelerini ortaya çıkaramıyorlar. Baskılara karşı, ikiyüzlü davranmak zorunda kalıyorlar.
Hâlbuki insanlar kendi hallerine bırakılsa, düşüncelerini rahatça ifade edebilseler ortadan ikiyüzlülük kalkacaktır. Ama, düşüncelere karşı yapılan her türlü baskılar, düşüncelere inanan insanların ikiyüzlü olmasına neden oluyor. İki arada bir derede kalan insanlar, kendilerini korumak için görüşlerini açıkça ifade etmekten alıkoyuyorlar.
Antoloji serüvenimde, işte bu gerçekleri daha net olarak görmeye başladım. Toplumdaki ilişkilerde insanlar, nezaket kuralları içinde efendiliklerini koruyarak, fikir tartışmalarını uçlandırmazlarken, rahat kaldıklarında istedikleri gibi, yorum yazıyor, şiir yazıyor, düşüncelerini açıklıyor ve karşı tarafları suçlayabiliyorlar. Tabi yasaların yasaklarını da göz ardı etmeden.
İnancım odur ki, her düşünce veya inanç, insanların iyiliği için vardır. İnsan hayatı çok karmaşık değildir. Hayatın şekillenmesine baktığımızda kısa ve net şeyler öne çıkar. .
Yaşamak için yiyeceğe ihtiyaç duyan insanlar. Korunmak için aileye, çevreye, barınmaya ve giyinmeye ihtiyaç duyan insanlar. Hayatını devam ettirebilmek için işe ihtiyaç duyan insanlar.
Yiyecekler ve temini. Giyecekler ve temini. Sosyal ilişkiler ve düzenlenmesi. Dünyadaki değerler ve paylaşımı. İnsan ilişkileri ve ilişkiler arasındaki adalet.
Dünyada insanlığın var olmasından bu yana insanı ilgilendiren maddi kavramlar bunlar. Kavga bu maddi kavramlar etrafında olmaktadır.
Dengesiz, eşitsiz, yeme içmeye karşılık hakların iddia edilmesi. Giyeceklerin ve barınma şartlarının iyileştirilmesine yönelik düşünceler. Sosyal ilişkilerde kişilerin, ailelerin haklarının adalet içinde düzenlenmesine yönelik düşünceler. Dünyadaki ekonomik değerlerin insanlar arasında dengeli, eşit, adil paylaşımına yönelik düşünceler. Yaşamın özeti olarak ortaya çıkıyor.
Bütün düşünceler, yasal düzenlemeler, toplumsal, sosyal ve siyasi fikirler bunlar için üretilmiştir. Kavgalar bunlar için verilmiştir.
İnsanların bireyinde oluşan, duygusal bütünleşmeler, inanç, sanat, duyarlılık ilişkileri, insanın dünyada var olma kavgasından ibarettir. Özel kişilik ve kimliğinin ne şekilde oluşacağını ifade eder.
İnsanın maddi kavgalarının üst yapısını oluşturan, özel kişilik ve kimlik belirleme olguları, kavgalarına temelden yön verir.
Eğer, kavganın temelinde, sadece maddi imkânların paylaşım bozukluğundan kaynaklanan bir üretim varsa, insan olgusu sürekli ikinci planda kalır. Paylaşım düzeni, çıkar düzeni haline dönüşür. Paylaşımların adaletli olması kavgasında, insanların, toplumların, toplum içindeki grupların çıkarları kavga vermeye başlar.
Ancak üst yapı kavramları bu kavgaların içine etik (ahlaki) anlayış sokar. Etik anlayış maddi kavgalar içine fedakârlık olgusunu getirir. İnsan ve insanlık için bazı fedakârlıklarda bulunmak.
Geçmişte ve günde yaşanan olaylar, olayların özetinde insanın var olma kavgasında etik anlayış kayıpsa, var olma kavgası baştan kaybedilmiştir. İnançların zayıflığından, kişinin kendi iç dünyasında kendini olgunlaştıramamasından kaynaklanan etik anlayışın ve yapının eksikliği, insanın var olma kavgasında sadece kan dökümünü hızlandırmıştır.