- 667 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GÖLGELERİN SAVAŞI..
Tüm vadi alaca karanlığa büsbütün gömülmüş ve sessizlik uykularına daldığı bir vakitti. Taki kuru bitki örtüsünün çılızlaşmaya başladığı kuzeybatıdaki düzlükte o gölge gitgide vadinin içine yaklaşana kadar.
Sadece sallanan otlar ve bir kaç gece kuşu dışında hareketlilik adına hiç bir şey yoktu ortalıkta. Gölge belirginleşmeye başladıkça, dolu dizgin koşan atın toknak sesinide yanında getiririyordu.
Toynağın aldındaki kuru otlar ezilirken, çıkardıkları çatırtılı sesler geceyi bölmeye fazlasıyla yetiyordu. Arap tayının kişneme sesi ve nal sesleri vadinin iki yakasına çarpıp yankılanırken rüzgara karışıyordu.
Rüzgara karışan yankı harici şeylerde vardı. Tayın burnundan çıkan sıcak nefesi ve tüylerindeki terde Zotyak vadisine yeni kokular salmaya başlamıştı. Tay fazlasıyla sahibine sadakat içinde dizginin ucundaki gemin gerginliğine aldırmıyordu.
Üstünde duran Markus’un belirtiği yönde alabildiğince hızlı koşmaya çalışıyordu. Markus, daha az öncesine kadar arkasından kovalayan dört atlıyı fazlasıyla geride bırakmışlardı.Bunu anladığında Markus elindeki dizginleri gevşetmişti.
Avcunun içi kadar bildiği bu vadi onun ilk kılıç salladığı bir yerdi.Birazdan nehire yaklaşacaktı.Kesin kurtulması için nehiri geçmesi gerektiğini fazlasıyla iyi biliyordu. Sol elini böğrüne doğru götürüp katlanmış deriyi yerinde mi diye kontrol etmişti.
O sırada arkasından esen soğuk bir yel siyah saçlarını öne doğru algalandırmıştı.Gövdesini atın boynuna doğru yatırıp vücudunu sıcak tutmaya çalışmıştı. Tayın yelesindeki kıllar kırbaç gibi Markus’un yanaklarında inceden izler bırakıyordu.
At üstünde kendini sıcak tutmanın bedeliydi bu izler. Sağ omuzundan düşen bir kaç damla kan tayın boynuna oradan da kıraç topraklara düşmüştü. O an yarasının verdiği acı, Markus’un dudaklarını gerdirip, arka dişini sıkmasına neden olmuştu.
Kısa bir süre sonra nihayet vadiyi ikiye bölen nehrin sığ tarafına gelmişti. Arkasına son kez dönüp baktıktan sonra sararmış yüzüyle acısını kenara bırakıp gülümsemişti kendince.
Nehiri geçmeden önce tay susuzluğunu gidermek için boynunu eğip kana kana su içimişti.Gök yüzündeki ayın şafkı nehrin akıntılı kısımlarını bir gümüş gibi parlatıyordu.
Markus nehri geçtikten sonra gideceği yerin en kestirme yolu düşünürken,Tanrı’ya sağ kalabilmek için, içten içe dua ederken, dudakları hafifte olsa oynamıştı.
Sağ tarafına saplı duran kırık ok ondan fazlasıyla kan almayı başarmıştı.Bir başkası bu yarayla onun yaşadığı sürenin dörtte biri kadar bile dayanamazdı. Bu gücü babasıyla örsün üzerinde demir döğerken ve çiğ geyik eti yerken kazanmıştı.
Gideceği yöne karar verim dizginleri bir daha çekerek kayalıkların başladığı yöne doğru sürdü atını. Engebeli arazi onun hızını azaltsada tek kestirme yol vadinin bu yanındaki kayalıklardan geçmekti.
Bu onun tek kurtuluş yoluydu.Son tepeyi aşmayı başardığında gecenin koynundaki ateş böceği gibi yanıp sönen uzak çadırların olduğu yere puslu gözlerle bakmıştı.At bir kes daha dolu dizgin toynaklarını bozkırlara vurarak koşmaya başamıştı.
Markus’ çadırlara iyice yaklaştığında bunların ateş böceği yada ocak ateşleri olmadığını anladığında sağ tarafındaki yaradan daha ağır bir yara gözlerine bir damla yaş bırakmasına neden olmuştu. Tüm çadırlar ateşe verilmişti.
Yanık deri çadırların bıraktığı islere, et kokusunu andıran kokular dahil oluyordu.Atın üzerinde inmesiyle iki dizi kırarak toprağa çöktü.Gözünde ikinci yaş düşmesine nedense; daha bir kaç saat öncesi bu çadırların içinde yaşayanlar sırasıyla çarmıha gerilmiş bedenleriydi.
Belindeki kılıcı kınından çıkarıp kendini hafifleştirirken avuçlarıyla yerden aldığı toprağı sıkmasıyla haykırması bir olmuştu. Az ötedeki çalılıklardan gelen sesler Markus’un yere bıraktığı kılıcı almasına neden oldu. Ayağa kalkacak kadar gücü kalmamıştı.Çalılıktan gelen çatlak ses,
-Markussss ! Sadece bu savaştan senin kurtulacağını biliyordum.
Sesi Markus’ a yabancı değildi.Bu köyün yaşlı meczubu Yuri’ydi. Markus’u, canlı ve tanıdığı birini görebilmek içten içe rahatlatmıştı.Yuri uzun beyaz saçları,kısa boyu ve kambur beliyle ağır küçük adımlarla Markus’ a yaklaşmasıyla o da dizlerinin üzerine çöktü.
-Sen yaralısınnn !
-Başka kurtulan var mı senin dışında ?
Yuri yüzündeki üzgünlüğünü saklamadan başını olumsuz bir şekilde sallamıştı. Geriye ani bir sessizlik çökmüştü.Az önceki geçtiği vadinin sessizliği gibi bir sessizlikti. Markus böğründeki deri üzerine yazılmış mesajı Yuri’ye uzattırken,
-Buradaki sembollerde ne söylüyor hemen bana söyle.
Yuri yanan bir çadırın aydınlığına doğru çevirdiği deri parçasını dudakları oynayarak sessizce okudu.
-Markus, zaman kaybetmeden yasaklanmış gölgeler kırallığına gidilmesinin gerektiğini söylüyor.Gizli anahtardan bahsediyor. Ama burada bir eksiklik var.Burada yol gösterici bir çocuktan bahsediyor. İşaretlenmiş bir erkek çocuk.
Yuri bunları söylediği sırada karanlığın içinden ağlamaklı bir çocuk sesi duyulmuştu.
-Babaaaa ...!
Bu Markus’un en küçük oğluydu. Yuri ve Markus sesin geldiği yöne ilerlediler.Bu ses üst üste atılmış cesetlerin arasından geliyordu. Cesetleri bir bir kaldırıp çocuğu oradan çıkarmışlardı.
Yuri hayretle çocuğun çıplak bedenindeki doğum lekesine baka kalmıştı.
-Markus bu ...buuu bu çoçuk bu mesajda yer alan çocuk. Siz seçilmişsiniz.
dediği anda Markus yorgun bedenini daha fazla taşıyamayıp yüz üstü toprağa düştü.
Yuri, hemen Markus’ un nefesini kontrol ettmişti.Yaşıyordu Markus. Çocuk herşeyden habersiz olanları izliyordu.Sadece kısa bir şokkun etkisiydi. Yuri, Markus’un sırtındaki oku öne doğru itip çıkarıp kızgın kılıçla yarayı dağlayığ sarmıştı.
Markus’un kendine gelmesi üç koca gece geçtikten sonraydı.Sabah’ın ilk ışıklarıyla üçü çetin sürecek olan yola çıkmışlardı.Yuri günlerdir incelemiş olduğu mesaj Markus’ a anlatma başlamıştı.
-Kristale ulaşmamız gerek. Gölgelerin savaşlarını durdurmamızın tek yolu bu. dediği sırada boynunda asılı duran tılsımlı kolyeyi Markus’ a uzatıp,
-Buna ihtiyacın çok olacak. demişti. O sırada çocuk gülümsemeyle,
-Yuri amca bana neden kolyeni vermedin ? dediğinde Yuri uzun beyaz sakallarını eliyle tarayarak güldü.
-Sen en büyük tılsımı sırtında taşıyorsunda ondan.
İki gün sonra gidecekleri yere ulaşacaklardı.Karınlarını topladıkları avlarla doyurmayı fazlasıyla başarsalarda sular çok azalmıştı....
yine klavye yordu...offff....
YORUMLAR
Değerli can dost çok güzel bir konuya temes etmissiniz ve hakkını vermissiniz,yüreğinize sağlık,kaleminiz daim olsun.
saygı ve selamlarımla
Bilal YILMAZ
DİLEK YILDIZI
İlginiz ve yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim...
En derin sevgi ve saygılarımla...