- 920 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
"BİR KINALI KUZU ÖYKÜSÜ"
Bundan yirmi beş yıl önce, bir ikindi vakti geldi kara haber!
Daha 7 yaşındaydım, her zamanki gibi sokakta oynamaktaydım kendi halimde...Bir baktım karşıdan köyün bekçisi geliyor kahverengi resmi kıyafeti ve şapkasıyla. Bu gün o imge gözümün önünden hala gitmez, çünkü o kara günün habercisi olarak kaldı hep aklımda.
Yanıma gelip bana babamı sorduğunda hiçbirşeyden habersiz fakat şaşkınlık içerisinde babamı çağırmaya gittim. Babam hemen telaşlandı , kötü bir haber olduğunu anlamakta gecikmedi tabi, yoksa durup dururken köyün bekçisi niye gelecekti ki yanına...Babam bekçinin yanına geldiğinde ben ayak altında dolaşarak olayları anlamaya çalışıyordum konuşmaları dinleyerek.
Babam:
-Ne oldu İbrahim efendi hayırdır?
-Şey işte nasıl desem senin oğlan...
-Ne olmuş oğluma, çabuk söyle!
-Aydın askerlik şubesinden telefon geldi, devriye gezerken kaza geçirmişler ama merak edilecek birşey yokmuş; hastahaneye kaldırmışlar durumu gayet iyiymiş (aslında vurulmuş ve oracıkta can vermiş canım abiciğim).
Babamın aniden kapkara olan yüzünü, şu an hala karşımdaymış gibi net hatırlıyorum.Beyninde şimşekler çakmıştı...
Göz kapakları aniden yığılmış, yanakları ve ağzı aşağı doğru sarkmıştı...Gözlerindeki o ifade, bana neyi anımsatıyordu çözememiştim çocuk aklımla çünkü; daha önce babamı hiç böyle görmemiştim.Daha olayın farkında değildim ama kötü birşeyler olduğunu hissetmiştim.Bekçiyle babamın arasında biraz daha konuşma geçti, bu sırada dikkatimi olayları çözmeye verdiğimden onları anlayamadım.Sonra babam eve doğru gitti, annem onu avluda karşıladı, telaşla: "Ne olmuş?!" diye bağırıyordu...
-Yok birşey, Aydın’a gideceğim.
-Mustafa’m! Ne olmuş yavruma, n’olur söyle!
-Yok birşey çekil...
-Ben de gideceğim, n’olur beni de götür!
-Hayır olmaz!
Babam aceleyle evden çıkıp gitti, annem ise oracıkta yığılıp kaldı.Artık uzun ve acı dolu; her saniyesinde göz yaşı ve ciğer acısının katre katre yayıldığı, hayatımızın en acı dolu gecesiyle baş başa kaldık... Gece yarısı bir askeri araçla beraber, bir asker, babam ve komutan getirdi canım abimin naaşını.İki katlı evimizin avluya bakan küçük odasına kondu al bayrağa sarılmış tabut.Komutan içeri girip anneme başsağlığı diledikten sonra geri döndüler.
Sabaha karşı evimiz tıklım tıklım dolmuştu; eş,dost, komşu, akraba duyan gelmekteydi ve yine hayatımda o kadar kalabalığı ilk defa görüyordum.Hıçkırıklar çığlıklara, çığlıklar ağıtlara karışıyordu, müthiş bir uğultu vardı.Annemin ağzında "Ah çiçeği burnunda Mustafa’m kalk bak nişanlın gelmiş, seni çağırıyor!" diye ağıtlar yakıyordu.İçimde derin bir sızı duyuyordum, gerçekten yüreğimin sancıdığını hissettim...
Sabahın ilk ışıklarıyla beraber hemen avluya koştum merdivende durup pencereden içeri bakmaya çalışıyordum.Perdenin aralığından tam ay yıldızlı olan kısmı görünüyordu tabutun, sonra uğultular yükselmeye başladı tanımadığım erkekler ve babam hocayla bereber girdiler içeri. Tekbirlerle naaşı avluya çıkardılar.Annem gözyaşları içinde yalvarıyordu bir kerecik öpeyim yavrumu diye hoca annemi zor ikna etti abdesti bozulur diyerek, ama annem görmeden ikna olmadı yine de...Kefenin arasından, azıcık burnundan çenesine kadar olan kısmını gösterip hemen kapattılar.Annem oraya yığılıp kaldı, ağlamaktan artık bir yaprak gibi sararıp solmuştu adeta...
Unutamadığım anlardan biri daha; tekbirler arasında ardından bakakaldığım "şehit Mustafa’nın" tezkeresine yirmi gün kala eve gelen, bayrağa sarılmış cenazesi ve annemin; "Mustafa’mın düğününe mi geldiniz?" nidaları idi...