- 1566 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DÜŞÜNDÜN MÜ HİÇ HAYATIN RENKLERİNİ?
“Bir zamanlar hayatı tozpembe görürdüm. Güzel günlerdi. Her şey gözüme güzel görünürdü, çok mutluydum, hiç başka türlüsü olamaz gibi gelirdi bana. Yıllar eskidikçe her şey başkalaştı. O pembelik günleri çok eskilerde kaldı. Hayatın basamaklarını tırmanırken her basamakta renkler bir bir değişiyor… Günlerimse hep aynı monotonlukla geçiyor. Artık görmekten bıktığım yüzler, konuşmak istemediğim hepsi birbirinin benzeri sözcükler. Hayatım bir alışkanlık zincirine dönüştü. Şöyle başımı alıp kaçma isteğim bile yok. Öyle bitkinim…” Dersin; vesaire, vesaire…
Işığını kaybetmişsin lakin bundan da bihaber dolanıp durmaktasın arzı, ufak adımlarla…
Hayatın renklerini hiç düşündün mü?
Mutluluğun tozpembesiyle, mutsuzluğun simsiyahlığından başka renk var mı içinde. Ha bir de renksizlik hallerin var senin…
İnsanoğlu içinden dışına, dışından içine gidip gelen mucizevî bir varlıktır. Kâinattaki her şey onun içinde mevcuttur, yani adeta kâinatın küçültülmüş hâlidir. Nasıl ki denizden bir damla su alsan, içinde onun özünü görürsün, insanda da kâinatın ışıklarını, renklerini görürsün. Işığın yoksa rengin de yoktur. Güneşin batmasıyla yeryüzü kararır, renklerini kaybeder ruhu alınmış ceset gibi…
Oysa hayatın her döneminin, her diliminin renkleri vardır. Tozpembeyle simsiyah arasında doğanın nice rengi oynaşır durur. Bu oynaşmada renk cümbüşü olan sensin.
İçinden fışkıran bir sevinç anının şafak kırmızısı nasıl da sarıverir seni. Her yanın nasıl canlı, nasıl sıcaktır.
Umudun birdenbire kırıldığında renklerin nasıl da soluverir. Bir kahverenginin kendi içine kıvrılmış hüznünü duyarsın.
Beklide içinde bilemediğin bir ressam, nerede oturduğunu anlayamadığın bir ışıkçı var. Yaşadığın her anın, her duygunun, her düşüncenin renklerini, ışıklarını değiştiren, onları parlatan, soluklaştıran, canlandıran, söndüren bilemediğin bir varlık…
Sarı günlerin vardır, mavi günlerin, eflatun günlerin, gri günlerin.
Bazen bir günün içinde nice renkler değişir durur. Limon sarısı başlayan bir güne, sevdiğin biri bir avuç leylak rengi katıverir, arkadan pembelerle maviler yarışır, hayatın renklenir. Bazen de canlı bir kırmızıyla başlayan günün, tatsız bir olayla grileşir, ama sonra tatsızlık düzelir, günün gri kalan dilimini uçuk mavi yaşarsın. Her gününün içine bir pembe noktacık koyabilmeyi, bir tutam mavi serpivermeyi, biraz filiz yeşili katabilmeyi başarabilsen ah…
Renklerin insan üzerindeki etkileri tarih boyunca çok konuşulmuş ve araştırılmış ve şöyle kanıya varmışlar:
Kırmızı, canlandırır.
Yeşil, sakinleştirir.
Pembe, neşelendirir.
Gri, hüzünlendirir.
Siyah, düşündürür.
Kahverengi, içine kapar.
Yine de, renklerin etkileri konusunda önyargılı olmamalı diye düşünüyorum. Karşılaştığın renkler, senin içindeki renk kadar etkili değildir. Zaman zaman bunu sen de anımsarsın. Ve insanın en çok bağdaştığı renk, içindeki renkle uyumlu olan renktir. Mesela uçuk mavi bir gününde koyu mavi bile, senin için iyi değildir. Kahverengi zamanındayken kırmızı sana batar, rahatsız eder.
Peki, hayatına biraz renk katmaya ne dersin. Günlük akışı içinde tekdüzeleşen hayatını biraz değiştirmek. Alışkanlıklar içinde kaybettiğin duygularını, biraz canlandırmak. Kısaca içindeki ışığı yakalamak, ışıkçıyla hemdem olmak…
İşte yakaladın mı ışığı/ ışıkçıyı, içindeki renkleri de görürsün.
Pembelerini boğan nedir?
Mavilerini örten nedir?
Beyazını neler kirletiyor?
Asıl renklerin nedir? Seni sen yapan renkler…
Tüm bunları bildin mi, tanıdın mı? Ayrık otların bastığı bir çiçek tarhı gibi seni sarartan, karartan renkleri bulmayı, ayıklamayı başarabilirsin. Sonra, ışığın ortaya çıkacaktır, kendi renklerin ışıl ışıl parlayacaktır. Kendi ışığın, kendi rengin, hayatın renklerine, hayatın ışıklarına karışacak, canlanacak, parlayacaktır ki bu elinde olmayan değil.
Kendini günlerin süreğinden akışına bırakmaksan, yaşama isteğinin farkına varırsan, kendini geliştirmeyi bilirsen, kendini yenilemeyi hayata bilhassa kendine saygı olarak görürsen, bunu başarabilirsin. O zaman görürsün ki, sıkıntını sürekli alışverişle bastırmak, ne yapacağını bilemeden oradan oraya koşturmak ya da her şeyi anlamsız bularak yaşamaya küsmek, yanlışmış, boşunaymış. O zaman görürsün ki, aslında sen kendi renklerini bilmezmiş, bunları anlamazmış, bunlara uyan renkleri görmezmişsin.
Doğa insana yedi renk vermiştir, oysa insan doğaya sonsuz renk… İnsan renk cümbüşüdür. Doğa da güneşin doğması ve batması için bir gün gereklidir. Ama düşünsene, insanın içindeki güneşin doğması ve batması bir günde kaç kez olabilir, tahayyül edelim…
Kendi renklerini göremezsen, bu renkleri nasıl tutacağını bilemezsen, her şeyi başkalarından beklemen kaçınılmaz olur. Beklediklerin gerçekleşmeyince de, umutsuzluğun grisi, siyahı sarar seni.
Oysa güneşin de dolunayın da içindedir.
Yeşilin, kırmızın, sarın, mavin, beyazın, siyahın içindedir.
Renkleri karıştırmak, açmak, koyultmak elindedir. Yeter ki hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etme. Hayatı kendi renklerine yoğur, hayata kendi renklerini kat. Bu da kendini, kendi kişiliğini geliştirmekle olacaktır. Yaşama cesaretin, hayatı görebilme gücün, yaratma gücün, ışığını, ışıkçını ortaya çıkaracak, renklerini parlaklaştıracaktır.
Işıkçın kim ola, önce bunu düşün istersen …
‘M. Cân Gündede