GİTMEK GEREK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Seni istemiyorum bu evde… Yüzünü dahi görmek istemiyorum. Sesini dahi duymak istemiyorum. Al git başını…” Bağırarak konuşuyordu kadın. Adam susarak dinliyordu. Ve böyle başlıyordu her gün evlerinde kavgalar. Kadın niçin adamı istemediğini de bilmiyordu. Adam da niye istenmediği hakkında düşünmüyordu. Ortada çocuklar vardı ama! Adam onları düşünüyordu.
Adam ya sabır diyordu belki de. Biraz zaman iyi gelir diye düşünüyordu. Kadın ise bunları düşünecek halde değildi. Git de git diye tutturtmuştu bozuk bir plak gibi, takılmış bir anons gibi. İyi de nereye gidecekti adam bu koca âlemde? Ev, çoluk çocuk, üst baş…
Ne kadar kolay söylüyordu kadın git diye…
Ne kadar ucuzca haykırıyordu kadın.
Ne kadar da basite düşmüş aşklar bugün.
Ne kadar çabuk söylenir terk et bu evi diye…
Çocuklar bir senin mi çocukların? Ev bir senin mi evin? Hem belki adam seviyordur yine… Kadına “git” demek yakışmaz. Adama kal demek yakışır. Bu kadar git’i nereden buluyor kadın, bu ne kadar öfke, ne kadar kurtulma isteği, bu ne kadar git biriktirmektir.
Adam adamlığından utanır, aşklığından, hadsizliğinden, ömründen utanır. Bu lafa muhataplığından incinir. Kadının çok da umurunda! Adam sigaraya başlar kafa dumanlı olur hepten. Gözler puslu bir vakte ayarlanır. “Ben bu hallere düşecek adam mıyım?” söylenmeleri başlar. Adam her şeyi bırakır yaşama dair olan. Gülmeyi, sevmeyi, mutlu olmayı, oynamayı, gezmeyi, eğlenmeyi, ağlamayı… Ottan bir adam olur, duvardan bir sessizlik olur, odundan bir kalp olur bundan sonra! “Bu senin eserin hanım.” der alaylı alaylı vakti geldiğinde… Uzun uzun güler bu haline adam.
Yarının kime, neyi, nasıl, ne şekilde getireceğini hesap edemez kuloğlu. Kadının kalp duvarlarını saran aşk kireci onun dış dünyayla alakasını kesmiştir. Kendi yanardağını kendisi ateşleyecektir bir ikindi sonrası. Ateşten selleri akacak gözlerinden. Alevden elleri tutacak belki de ellerimden. Adamın bu terk edilmiş ruh hali hiç de umurunda değildir kadının. O yokmuş gibi davranır, onu adam yerine koymadan yaşamaya devam eder.
“Ömrümü sana verdim.” diyordu kadın, “Ömrümü çaldın.” diyordu adama… Adam kendi ömrünü yaşıyordu oysa kadın neden böyle konuşuyordu bilmiyordu. Kadının bu öfkeli ve taşkın halini görenler, kimin ömründen çalındığını bariz bir şekilde idrak ederdi elbette. Eğer yaşanmışsa iyisi kötüsüyle yaşanmıştır. İyi günde ve kötü günde değil midir ki evliliğin ahdi?
Kadın susması gerektiği yeri bilmiyordu. Adam zaten ikisine yetecek kadar susuyordu ve kadın da ikisine yetecek kadar konuşuyordu. Hem çok kalabalık bir uğultu vardı kulaklarda, hem de sağır edercesine bir sessizlik.
Adam kediler gibi sessiz ve sokulgandı. Daha bir kovuğuna çekildi. Daha bir sessiz oldu, daha bir yalnız kaldı. İyiden iyiye sustu hem de nasıl sustu? Sağır edercesine hem, çıldırtırcasına… Adam sabır taşı olmalıydı. Sabrın onu ne kadar ötelere taşıyacağını biliyordu belki de. Adam aklını ve kalbini teslim etmiş bu kadına. Her iki taraftan da ziyandadır oysa!
Kadın aslanlar gibiydi. Avını yakalamış ve kaç günün vermiş olduğu açlık ve iştiha ile habire salvoluyordu adamı. Kadın sözleriyle ses tonu ve vurgularıyla jest ve mimikleriyle tam bir afetti. Allah düşmanın başına dahi böyle afetler vermesin. Çaresi yoktur hükmündedir bu tipler, bulaşma modundadır, elleşme tarzındadırlar. Kadın sussa kıyametin alameti sayılırdı, bu denli eminim bu ifadeden dolayı.
“Karşıma çıkma” diyordu kadın. “Karşıma çıkma. Telefonlarıma cevap verme.” “Eee sen de arama o vakit. Ya da geçtiğim yolda olma.” dedi adam içinden. Kadın duymadı. Kadın adamı avuçlarının içine almıştı. Kurmalı bir oyuncak gibi evirip çeviriyordu Zembereğiyle oynuyordu adamın. Adamın ritmi bozulmuştu, ahengi yitmişti, aklı gitmişti.
Kadın adama uzun uzun baktı. Yıllarca evvel sevdiği kul köle olduğu âşık olduğu adama baktı. Son bir kez baktı. Üzülerek baktı. Gözlerinde gökyüzünü seyrettiği adamın şimdi yağmur bulutlarını seyrediyordu. Nereden nereye geldiklerinin hesabını tutmaya kalktı yapamadı. Elini uzatıp saçını okşamak istedi onu da yapamadı. Tutup öpmek istedi onu da yapamadı. Yabancılaşmıştı kadın kocasına, uzaklaşmıştı. Herhangi bir adamdı artık kocası.
Herhangi bir adamdı artık kocası.
Adam olup biteni gördü. Havada kalan eli, boşlukta kalan dudağı, ona ulaşamayan her şeyi bire bir gördü. Bu tablo karşısında gözleri doldu. Usulca ayağa kalktı. Ceketini aldı vestiyerden, ayakkabısını giydi ve ardına bakmadan gitti. Hem de nasıl gitti? Cehenneme gider gibi gitti, uçuruma uçar gibi gitti, ölüme koşar gibi gitti.
Onca gün, onca ay kadının her türlü kavgasına gürültüsüne sağır kesilen, kör olan adam, askıda kalan her şeyi gördükten sonra; askıda kalan aşkı, sevgiyi, saygıyı gördükten sonra çekip gitti. Bir hastalığa tutulur gibi gitti, bir tufana kapılır gibi gitti, bir depremi yaşar gibi gitti. Tam gitti, düz gitti hep gitti.
Erkeklik onuru sadece burada kırıldı adamın. Bittiğini gördü bu aşkın. Gözlerinde kendisine acıyarak bakan kadını gördü ve gitti. Aşk acımak değildi. Kadının ellerinde kendisine duyulan soğukluğu gördü ve gitti. Aşk soğukluk değildi. Kadının dudaklarında kendisine karşı yapılan yapma gülücüğü gördü ve gitti. Aşk sahtecilik değildi.
Bütün yapaylıklar sevgi üzerineyse adam ya da kadın olsun mutlaka gider.
Samimiyeti sıcaklığı yitirmişse bir ilişki eriyip gider.
Bitmişse bir aşk, bitmişse bir sevda orada nefretin saltanatı başlar.
İşte gitmek gerek o vakit.