- 1637 Okunma
- 9 Yorum
- 1 Beğeni
Mavi Sümbül
Zifiri karanlık gecenin koynunda sabahlarken hep okuduğum masallarda aramıştım senin hayat hikâyeni. Bakmadığım kitap sormadığım bilge kalmamıştı şehirde. Sonra kendi içimin derinliklerinden bulup çıkarmıştım senin öykünü, uyur uyanık düşlerimin arasından.
Gerçi yine kendim uydurmuş olsam da kırmızı gülün hayat hikâyesini ezbere biliyordum. O aslında beyazdı yaratıldığı gün. Günlerden bir gün bülbül ona abayı yakmış, müptelası ve dahası kendini ondan alamayıp pervanesi olmuştu gülün. Bülbül yüreğindeki hasretin acısına dayanamayıp beyaz gülün üzerine konarken, dikenler ayağını kanatmış ama bunun farkına bile varmamıştı. Çünkü onun yüreğindeki acı Yusuf’un içine düştüğü kuyudan bile derindi. Bülbülün ayağından akan kanlar beyaz gülü kızıla boyamış ve sevdanın tatlı zehrini güle de bulaştırmıştı. Ondan sonradır ki sevdalı güller hep kızıl açtı durdu. Ve insanlar nerede bir bülbül sesi duysalar içlerine hüzün dolup taşar.
Ama sen boynu eğri mavi bir sümbülsün. Sen bu topraklara yabancı gibisin. Boynunun büküklüğü belki de çok uzaklardaki sevgiline hasretindendir. Kim bilir belki de hançer gibi keskin dikenlerin olmadığından boynun eğri ve gül gibi mağrur duramıyorsun.
Aslında senin uzak denizlerdedir vatanın. Hüma kuşu Bir denizkızının bahçesinden aşırmış ve yükseklerden uçarken pençelerinin arasından düşürmüş olmalı seni bu ıssız karaya. Çünkü gözlerin öylesine mavi ve öylesine çok ağlıyorsun ki gözyaşlarının içinde boğulmak üzeresin.
Aslında bütün çiçekler gece boyunca ağlar ve tan yeri ağardığında onları şebnem içinde gördüğümüzde sabah ağladıklarını düşünürüz hep. Güneş doğduğunda gözyaşları kurur. Ama bu kez de onları birer kozanın içinde hapsolduğunu görürüz dikkatle bakarsak.
Tanrı kadınları bir çiçek gibi özgürce yarattı ama biz onların üzerine koza ördük. Onlara meta gibi bakmamız ve dünya ile ilişkilerini kesmesi için ördüğümüz kozalardan dolayı en büyük kazığı da kendimize attık.
Ağlama kadın!
Bırak boğulacaksın kendi gözyaşlarının içinde. Yırt artık kozanı. Çık dışarı. Bugün bulutlar pamuk şekeri gibi uçuşuyor dışarıda. Çocuklar rengârenk uçurtmalarıyla oynuyor. Akasya dallarında kuşlar cıvıl cıvıl yeni bir senfoni bestelemişler bu gün.
Ağlama artık! Seni ağlatanlar çoktan unuttu bile adını ve yüzlerce erkek, akşam olduğunda başını koyacağı bir kadın omuzu hayal edip durmakta. O kadar sevgilere muhtaçlar ki. Görsen gülersin acınası hallerine.
Kozanı yırt ve kendine gel. Çık çarşılarda dolaş. Sokaklar sevgiyle dolsun taşsın. Belki yüzlerce ceket içinde seni ebediyete kadar sevecek bir adama da rastlarsın. Kim bilir?
Gökten yine üç elma düştü ama bunlar yarım elma
İnşallah bugün üç yarımdan üç bütün olur.
Mutlu pazarlar.
Sevgiyle kalın
YORUMLAR
Ağlama kadın!
Bırak boğulacaksın kendi gözyaşlarının içinde. Yırt artık kozanı. Çık dışarı...
Aynalara bakıp ne zaman bir yaşın özgür kaldığını görecek olsam bu sözlerinizi anımsayacağım mutlak. Bir kadına en güzel armağan öyle sanıldığı gibi tek taşlar değil, hüznünün perdesinde onu görebilmek ve o perdeleri bir daha açmasına izin vermeyeceği ölçüde kapatabilmektir. Ağlama kadın! derken o kadar etkili bir duruşunuz var ki yazıda. Öyle bir güçle haykırmışsınız ki kadının hüzünden yanan kalbine. Ve çok doğru bir tespittir ki her kadın aslında birer kelebektir. Erkeklere örerler en sert kozalarını ve yine sadece ılık bir gülümsemeye, ucu yanık bir şiire, br öyküye teslim ediverirler kendilerini...
Belki yüzlerce ceket içinde seni ebediyete kadar sevecek bir adama da rastlarsın. Kim bilir?
Ve yine uzun uzun takılı kaldım şu ceket içerisinde ki adamlara... Belki park halinde bir arabanın içerisindeler, belki bir ceket alacak parası olmayan kesimdeler.. Ne gözle baktığından çok seni ne gözle gördükleri mühim birazda... Öyle güzel bir tasvir ki bu ceketlere ayrı ayrı bakmalı... Ama ya o ceketlerin içerisine sıkı sıkı sakladıkları kalpleri nasıl göreceğiz?
Ama sen boynu eğri mavi bir sümbülsün.. Ve bir sümbül... Mor çok daha güzel durur tabiatta ama mavi renk en çok yakışanı olacaktır mavi kadınlara... Kokusu dağılacak parça parça sancının alnında ve yayacak nefesini bu kokuyla her ağladığında...
Tebrikten başka ne çok kelimem varmış hayret... Siz yazın, ben şevkle her zaman okurum elbet...
"Tanrı kadınları bir çiçek gibi özgürce yarattı ama biz onların üzerine koza ördük. Onlara meta gibi bakmamız ve dünya ile ilişkilerini kesmesi için ördüğümüz kozalardan dolayı en büyük kazığı da kendimize attık.Ağlama kadın!
Bırak boğulacaksın kendi gözyaşlarının içinde. Yırt artık kozanı. Çık dışarı. Bugün bulutlar pamuk şekeri gibi uçuşuyor dışarıda. Çocuklar rengârenk uçurtmalarıyla oynuyor. Akasya dallarında kuşlar cıvıl cıvıl yeni bir senfoni bestelemişler bu gün. Ağlama artık! Seni ağlatanlar çoktan unuttu bile adını ve yüzlerce erkek, akşam olduğunda başını koyacağı bir kadın omuzu hayal edip durmakta. O kadar sevgilere muhtaçlar ki. Görsen gülersin acınası hallerine. Kozanı yırt ve kendine gel. Çık çarşılarda dolaş. Sokaklar sevgiyle dolsun taşsın. Belki yüzlerce ceket içinde seni ebediyete kadar sevecek bir adama da rastlarsın. Kim bilir?Gökten yine üç elma düştü ama bunlar yarım elma
İnşallah bugün üç yarımdan üç bütün olur."
Ne güzel ifade ettiniz Kadının yaşamını. Etkileyici. Takdir ettim sizi. Tebrik ederim. Mutlu bir Pazar başlangıcı etkisi doğurdu bende...