- 142 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
1. Bölüm Bahçedeki yalnızlık
Bahçedeki geniş bir odada, küçük, iki kişilik bir oturma yeri olan, bir insanın anne karnındaki gibi yatabileceği, siyah, sarı ve mavi renkleri taşıyan bir koltukta, üzerinde iki battaniye ile günlerdir yatıyordu. Annesinden nefret ettiğini sürekli içinde döndürüp duruyordu. Bu yüzden eve girmiyordu. Orada kalmak istemese de kaldığı yer, annesine ait bahçedeki dikiş odası değil miydi? Annesinin dikiş makinelerini, onun kendi yazdığı kağıdı yırttığı gibi, “İstemiyorum senin yazdığını!” dediği gibi, “İstemiyorum seni!” diyerek parçalamak istiyordu. Ne var ki bunu yapamıyordu.
Belki cesaretsiz, bir korkaktı. Belki de babasının zorla çalışarak elde ettiği paralarına kıyamıyordu. İyi bir adam değildi babası, farkındaydı. Ancak yine de onu annesinden çok seviyordu. Annesi ona o kadar fedakarlık yapmıştı ve bunu kendine yediremiyordu. Komşuları olan Arap kadınları gibi olmadığı için annesine minnettardı. Ancak annesi yine de biraz onlar gibi değil miydi? Babası da demişti bu gece kendisini ziyarete geldiğinde: “Annen gitgide onlar gibi olmaya başladı,” diye. Çok uzaklara gönderirken şimdi evden çıkarmıyordu kendisini ve bu evde bir esirdi.
Artık dayanamıyordu. Yaşamak istiyordu özgürce, ancak buna cürret edemiyordu. Korkuyordu. Hepsinin suçu o iğrenç annesiydi. Ona, yaratılış minnettarlığı dışında bir de eğitimi için çaba harcadığı için minnettarlık duyuyordu. “Bundan nefret ediyorum, keşke hiç okumasaydım,” diye fısıldadı kendi kendine düşünürken. Ve okumasa, bu insan olur muydu? Yine onu da düşünmeden edemedi.
Artık uyumalıydı. Her gece düşünmeden uyuyamamaktan yorulmuştu. Geceleri geç yatıyor ve sabahları geç kalkıyordu. Gerçi geç kalksa ne olacaktı? Yaptığı bir şey yoktu ki. Üniversitesi bitmiş, işsiz bir kızdı. En fazla ailesini daha az görürdü. Bu da onun için güzel bir nimetti.
“Ah, Aylin! Sen şişman, uykucu, çok yiyen, iğrenç bir insansın,” dedi kendisine ve güzel gözleri kapandı. Tatlı ağzı mırıldanarak uykuya daldı. O aslında kilolu olmasına rağmen çok güzel bir kızdı. Yüz kiloya yakındı, ancak ailesi dışında bunu problem eden yoktu. Arkadaşları, öğretmenleri ve çevresinde onu tanıyan, yakın olduğu herkes onu seviyordu. Eğer zayıf olacaksa, bunun sağlığı için destek düşünürlerdi. Ailesi onun kilosu ile dalga geçer, onu sevmezdi. Ancak onun kilolu olmasının nedeni de ailesiydi. Babasına benziyordu. Kilolu olan babasıydı. Yüz hatları, atalarından gelen, istemediği özelliklerdendi. Babasının yüzü de dedesine benziyordu. Torununu görse, rahmetli büyük ihtimalle tanırdı.
Mutsuz olduğunda kendini yemek yemeye veriyordu. Biri üzdü mü, ya da canı ağlamak mı istiyor, kendini yatıştırmak, sakinleşmek adına yemek yiyordu.
Uyudu, ancak uyumak ona çare miydi? Eğer bir çare ise ne kadar çözümü olan bir çare? Gece birde uykuya dalabildi. Saat sekizden beri yatağındaydı. Beş saattir uyumaya çalışıyordu. Uykusu vardı, bunu biliyordu, ancak bir türlü uykuya dalamıyordu. Sonunda uykuya dalmayı başardı. Ancak bilmediği şey, bu iğrenç hayatın onu uykusunda da rahat bırakmayacağıydı. Yaklaşık iki saat sonra, gece üç gibi rüyalar görmeye başladı. Tam buçukta o geldi.
Gece saat 3:30. Güzel kızımız Aylin derin bir uykuya dalmıştı. Rüyasında bir kız gördü; ancak bu kız ona benziyordu. Aynı yüz hatları, aynı bakışlar… Ama bu kızı hemen tanımadı. Çünkü bu kız sağlıklı, fit ve ideal kilosundaydı. Üzerinde beyaz bir elbise vardı; bilekleri lastikli, eteği ayak bileklerini kapatacak şekilde fırfırlıydı. Elbise sade ve düz olmasına rağmen huzur veren bir zarafete sahipti. Gözleri elbiseye takıldı ve rüya içinde, “Sen de kimsin?” diye sordu.
Kız, gülümsedi ve nazik bir şekilde cevap verdi: “Ben Ay Duru, sanırım şu an rüya görüyorum.”
Aylin biraz şaşırdı. İçinden, “Ama ben de rüya görüyorum,” diye geçirdi. Ancak rüya gördüğünü fark etmiş olsa da, bunu ona söylemeye cesaret edemedi. Çünkü biliyordu ki, rüyasında gördüğü kişilere “Rüya görüyorum, sen gerçek değilsin” demek doğru olmazdı. Ayrıca “Saat kaç? Hangi gündeyiz? Hangi yıldayız?” gibi sorular da sormamalıydı. Nedense, rüyalarda böyle şeyler konuşulmazdı.
Ancak Ay Duru, hiç tereddüt etmeden sorusunu tekrar etti: “Neredeyim ben şu an? Sen kimsin?”
Aylin derin bir nefes aldı ve kendini tanıttı: “Ben Aylin.”
İkisi de bir süre sessizce bakıştı. Etrafları bembeyazdı; adeta uzayda gibiydiler. Derin bir sessizlik içinde minik enerji baloncukları etrafta süzüldü. Her biri, sabunla suyu karıştırıp üflenen baloncuklara benziyordu. Bazıları daha koyu renklerdeydi; bazılarının da kenarları beyazdı. Her şey bembeyaz ya da tamamen şeffaf görünüyordu. Sanki zaman durmuş, her şeyin kaybolduğu bir boşlukta yalnızca ikisi vardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.