- 60 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sıla Aşkı
Aşk, sevi insanı soylu bir duygudur. Yazıma konu olan aşk Yunus’un şiirlerinde betimlediği Mevla’ya duyulan ilahî aşktan öte dünyevi konuları içerecek. Bizler en büyük aşkı ebeveynlerimize, annenize duyarız öncelikle. Annelere duyulan aşk elbette karşılıklıdır. Anneler de çocuklarını koşulsuz ve katıksız aşkla severler. Çocuklar da annelerine yüce, tanımsız bir aşkla bağlıdır. Annelerin çocuklarına karşı duyduğu doruklardaki sevgisine, aşkına örnek olacak masalımsı bir kıssa anlatmak isterim annemden dinlediğim:
Mutlu bir çift yaşarmış bir zamanlar. Çocuklarının kuşlar gibi cıvıl cıvıl sesleri ailenin mutluluğuna mutluluk katarmış her gün. Ailenin mutluluğu annenin onulmaz bir hastalığa yakalanmasıyla gölgelenmiş. Annenin hastalığı ilerlemiş, kaçınılmaz ölüm yaklaşmış. Yakında öleceğini iyice hisseden anne kocasına, “ öleceğim doğan güneş gibi belli. Öldüğümde sağ elimi bileğinden kes, sakla; benden sonra evlenmeni isterim. Evlendiğin zaman eve getireceğin kadın çocuklarımı seveceği(!) zaman benim elimle sevsin!”
Karşı cinslerin karşılıklı yaşadıkları tertemiz, yakıcı aşklar da saygıdeğerdir. Leyle-Mecnun, Kerem-Aslı… gibi destanlaşan aşklar aşık, maşuk aşklarının ölmez örneklerdir. Günümüzde birçok güzel hasletlerimizin çokça yozlaştığı gibi gençlerin yaşadıkları aşklarda da güzellik kalmadı. Kısa süreli tanışmalar, birliktelik ve göz açıp kapayacak sürede aşk deryasında yeni serüvenlere kulaç açmalar. Ve saman alevi gibi kısa sürüp sönmesi günümüzün aşklarının bir gerçeği oldu maalesef. Müstesnalar kaideyi bozmaz örneği benim de saygı duyduğum aşkın güzelliğini içselleştirip kalplerinden silmeyenlerin az da olsa var olduğu gerçeği de yadsınamaz.
Gurbette yaşayanların hiç terk etmeyen, soyut bir sevda yaşar gönüllerde; sıla sevdası. Anne sevgisinin sonsuz olması gibi sıla sevgisi de sonsuzdur.
Biz Türklerin istemeyerek yaşanan anayurt Orta Asya’dan batıya göçleri hiç durmadı. Bir türlü yerleşik düzene geçemedik. Nice nice mücadeleler sonunda yaşadığımız toprakları yurt edindik. Yurt edindik de ne oldu! Bu güzel toprak yetmedi toprağa rahat basmamıza. Uzak ülkelerde ekmeğimizi arar olduk; yurt dışında milyonlarca insanımız yaşamakta günümüzde.
Ve son yarım yüzyılda özellikle doğduğu topraklardan farlı yurt köşelerinde yaşamak gereği birçoğumuzun yaşam gerçeği oldu. Cumhuriyetin ilk çeyrek yüz yılında nüfusumuz yüzde seksenlere varan bir oranda köylerde yerleşik düzende yaşardı. Büyük kentlere başlayan göçler beraberinde köyleri terk ettik. Bunun sonucu sıla aşkını yaşamımız zorunda kalıdık.
Sıla aşkı yakıcı bir aşktır. Gurbeti yurt edinmiş insanımız olanaklarını zorlayarak çalıştığı işyerinden vereceği yıllık tatilini iple çeker. Yaz mevsiminde doğduğu topraklarda yapacağın ziyaretin özlemini ile yanar tutuşur. İlkokul yılların bitimiyle benim yaşamımda da gurbet başladı. Kalbimde sıla özlemi; gurbetlerde her geçen yıl daha da artarak sürmekte.
Şanslıyım her yaz mevsiminde çocukluk, ilk gençlik yıllarımı yaşadığım benim için kutsallaşan toprakları ziyaret etme olanağım olmakta. Köyden gurbet yaşamıma döndüğümde sıla özlemi sarar yeniden gönlümü. Rüyalarımı süsler Kocabey Köyü’mde yaşadığım unutulmaz anılar.
Bazı günler memlekette çektiğim fotoğraflara bakarken, köy evimizi, evimizin çevresini süsleyen meyve ağaçlarını ansırım. Haziran ayında çiçeklerle bezenen yeşil çayırlar canlanır gözümde. İlkokul yıllarım canlanır hafızamda. Okul yolunda boydan boya geçtiğim köyümüzün karşısındaki çam ormanının temiz havası, doğanın sessiz müziğini bir kez daha yaşamayı ne çok hayal ederim.
Bazı günler ormanın içindeki patikadan değil köy içinden yürürdüm. Okula giden arkadaşlarla buluşur sonbaharlarda mahalle içlerindeki meyve ağaçlarından alacağımız elma-armut benzeri meyveleri yiyerek güle oynaya okula varırdık.
Düz bir alana kurulan okulumuzun geniş bahçesinde oynadığımız oyunlardan tattığım zevkin hoşluğu unutulur mu? İlkbaharda köy içindeki meyve ağaçlarının kartpostal güzelliğindeki halleri hala yaşar hayalimde.
Mayıs ayında yaylacılık başlar, hayvanlar köyden ayrılırdı. Bu kez çayırlarda çimenler boy atar, tarlalarda ekinler büyür birer yeşillik denizi oluştururdu. Ormanlar ve bahçelerdeki ağaçların yaprağa durmasıyla oluşan yeşilliğe çayır ve ekinlerin yeşermesiyle oluşan manzara kutsal kitaplarda anlatılan cennet güzelliğine bürünürdü köyümüz.
Yine köyde ilkbaharın gelmesiyle karlar erir, evimizin hemen yakınındaki deremiz coşar; su sesiyle uyanırdım. Hafta sonu günlerinde toklukları (bir yıllık kuzu) yeşeren çayır ve kırlarda güderdim. Kırlardaki fundalıkların arasında boy gösteren mor menekşeler, eriyen karlardan sonra boynu bükük sarıçiçekler bölgemizdeki uzun kış mevsimi sonunda ilkbaharı müjdeleyen güzelliklerden bazılarıydı.
Tatil başlangıcında memlekete dönüş yolculuğunda Artvin-Şavşat Çoruh Nehri boyunca ilerlerken ilçeme yaklaşınca vadinin yamaçlarını kaplayan Dünya’nın hiçbir yerinde rastlanmayan yöremize has köknar ağaçlarının yeşilini görmekle bayram çocuklarının sevincini yaşarım. Hele ilçeye varıp köyüme doğru giderken çevreyi saran çam ormanlarının ve Yavuzköy Köyü’nün meyve bahçelerinin yeşil rengi, doğaya yayılan tertemiz oksijenin varlığı hissedilir adeta. Kilometreleri kat edip baba evine varınca unutamadığım çocukluk günlerime yeniden kavuşurum adeta.
İlk aşk unutulmaz denir. Biz insanların yaşama gözlerini açtığı, büyüyüp serpildiği topraklara duyulan bağlılık, bu topraklardan uzak yaşamak zorunda kalanlar için bağlılık en onulmaz aşk olarak filizlenir boy atar tüm benliği sarar. Ve unutulmaz ilk aşk gibi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.