- 96 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
TÜM SOKAKLARI BİRLEŞTİREN
“Neden ağlıyorsun?!..” dedim gözlerimle, karşımdaki bankta oturan çocuğa… “Öyle içli içli, hayatın binbir yükünü omuzlamışçasına… Daha öyle küçüksün ki; kimse yüklemeye kıyamamıştır sana herhalde onca yükü… Çok mu abartıyorsun yoksa, seni üzen o şeyi?”
Üstü başı, ‘büyük adam’ olmaya zorlanan çocuklarınkine benzemiyordu hiç… Giysisi, ayakkabıları, her şeyi; sıcacık, konforlu bir evi çağrıştırıyordu… Bir yük varsa da duygusal anlamda olmalıydı. Ama bu gözyaşları ‘öbür çocuklar’ın dünyasına sokuyordu onu yine de; hani şu soyut anlamıyla kalmayıp fiziksel olarak da yükler bindirilen omuzlarına… İşte onlarla arasındaki sınır çizgisini yok ediyordu o yaşlar…
Küçük bir çocuk ağlıyorsa; evleri, giysileri, gidilen okulları, yenen yemekleri… Kısacası; ‘farklı dünyaların sokakları’nı birbirinden ayıran o çizgi de un ufak oluyor, o iki çok farklı sokağın çocuğunu bir parkta oynayan iki arkadaş ediyordu bir anda, yanaklarından ılık ılık süzülen o gözyaşları…
Böyle ağlıyorsa bir çocuk; ortaya böyle sakınmadan koyabiliyorsa kendini; evini, ailesini, mahallesini üzerinden sıyırıp atacak kadar yalnız kalabiliyorsa kendiyle… Hiçbir sokak uzak düşmezdi çünkü kendininkine…
O konforlu ev, envai çeşit yiyecek dolu sofra, pahalı giysiler; sıvası dökülmüş evlerin olduğu, kirli suların aktığı o sokaklardan hiç de uzak olmadığını gösterirdi kendi tertemiz sokağının… “Ben de ağlıyorum işte!..” derdi o çocuk. “Demek ki bütün o ihtişam, o rengarenk şeyler; eski püskü giysileriyle ortalıkta dolaşan o çocukların gözyaşlarından uzakta tutmaya yetmiyor beni… Sınır çizgisi çekmiyor onların sokağıyla benimkinin arasına… Demek mutluluk da, gözyaşları da çok ayrı bir yerde… Sınır çizgilerinin olmadığı, tüm sokakları birleştiren…”
Ama bunları derinlerinde söylese de dile dökemeyecek kadar tazecikti ruhu… O derinlerin lisanını bilmiyordu… Ondan anlayan birine ihtiyacı vardı bu yüzden. Yoksa kurulmaya başlayan o köprü tuzla buz olurdu bir anda… Sırf o dili bilmediği için, derinlerine tercüman biri olmadığı için yanında yöresinde; gözyaşlarının yanakları gibi kalbini de yıkadığı o gün başlayan dönüşüm bir türlü ileriye gitmez, hep ilk aşamada tıkanır kalırdı. İleri yaşlarda da tamamen biterdi zaten. Yaş ilerledikçe kalpte oluşmaya başlayan o barikatlardan birine toslar, paramparça olurdu.
O yüzden o küçük çocuğu uzaktan seyretmekle kalmayıp hemen yanına yöneldim. Acele etmezsem çok geç kalabilirdim çünkü. Bir an önce tercüme edecektim O’na, ‘derinleri’nin lisanını. “Mutluluk da, gözyaşları da sınırları çok aşan bir yerde…” diyecektim. “Şu simit satan çocuğa bak mesela… Nasıl gülüyor, görmüyor musun?”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.