- 155 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRK DEVLET GELENEĞİNDE KOMİTACILAR
Komitacı, siyasi bir amaca ulaşmak için silahlı mücadele yapan gizli topluluk veya örgüte bağlı kimselere denir. Özellikle Makedonya ve diğer Balkan ülkelerinde, Osmanlı döneminde 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında, özellikle de Balkan Savaşları sırasında örgütlenmiş gerilla çetelerinin üyelerine verilen addır.
Türk Devlet Geleneğinde Komitacılık, Türk subaylarının kötü gidişat karşısındaki uyanışı 1903 yılında gerçekleşmiştir. Artık Türk subayları yalnızca devlet tarafından verilen görevleri yerine getiren memur değildir; aynı zamanda inisiyatif alarak vatanı kurtarmak için sahneye çıkmıştır.
Komitacılar karşısında Manastır, Selanik ve Edirne’deki İkinci Ordu ile Üçüncü Ordu’nun genç subayları, 1903 yılından itibaren gizli gizli örgütlenmeye başladılar. Türk subayları çeşitli yöntemlere başvurarak çetelerle savaşıyor ve gerilla tekniklerini öğreniyorlardı. Komitacılarla yapılan gerilla savaşları dar bir bölgede çok sayıda subayı toplamakta ve onlarda ihtilalcı vatansever eğilimleri kamçılamaktaydı. Nihayetinde ordu mensupları devletin kurtuluşu için ihtilalı zorunlu görmüşler ve Balkan komitacılığını model olarak almışlardır.
İttihat ve Terakki her zaman komite, İttihatçılar da komiteci olarak kabul edilmişlerdir. Balkan çeteleriyle savaşırken komitacı faaliyetleri tecrübe eden subaylar, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurulmasından sonra örgütlenmenin her aşamasında görev almışlar, kimi zaman Cemiyet-i Hafiye, kimi zaman Fedai Zabitan, kimi zaman da Komitacılar olarak adlandırılmışlardır. Bunlar yalnızca subaylardan ibaret değil aynı zamanda yetenekleri, kahramanlıkları ve cesaretleri ile öne çıkmış askerlerden ve sivillerden de oluşmaktadır. Kısaca, cesaretli, örgütlenme yeteneğine sahip ve gerilla taktiklerini tecrübe edinmiş olanlar bu kadrolara dâhil edilmiştir.
İttihatçıların komitacı faaliyetleri Millî Mücadele döneminde de sürmüştür. 1919 yılında başlayan Millî Mücadele hareketinde siyasal iktidar odağı olan Mustafa Kemal Paşa, bir taraftan düşmanla mücadele ederken diğer taraftan da siyasal iktidar mücadelesinde bu kadrolardan faydalanmıştır. Bu kadrolar/bireyler Milli Mücadele öncesi Balkanlarda komitacılarla savaşırken oluşmaya başlamış ve Milli Mücadele yıllarında da birçokları Milli Mücadelenin içerisinde olmuşlardır. Kimileri doğrudan ordu içerisinde Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat yanında, kimileri de çeteler kurarak Milli Mücadele’nin nihai hedefi doğrultusunda verilen emirleri yerine getirmişlerdir.
Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’nin liderliğini oldukça zor dönemeçleri aşarak almış ve liderliğini korumak için de çetin mücadeleler vermiştir. Bu zor dönemeçleri, hiç kimse tek başına aşamazdı. Bu bir kadro işiydi. Eğer siz çetin bir mücadeleye önderlik etmeye kalkışmış iseniz, hatta bu mücadelenin amacı vatanın savunulması ise, arkanızda sizi kollayacak, verilen görevleri tam olarak, sorgusuz sualsiz yerine getirecek vatansever kadrolara/bireylere ihtiyacınız var demektir.
Mustafa Kemal Paşa, böyle sorgusuz sualsiz emirleri yerine getiren, her türlü dayanışma örneği gösteren, vatan söz konusu olduğunda canını esirgemeyen, verilen görevi yerine getirmek için legal ya da illegal her türlü sert yöntemi uygulamakta her hangi bir tereddüt göstermeyen komitacı kadrolarla 1908 öncesi Rumeli’de tanışmıştı.
Komitacılarla Trablusgarp Savaşı’nda ve Balkan Savaşları’nda dostluğunu pekiştiren Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’nin önündeki dikenli tellerin kaldırılmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın Balkan Savaşı’nda birlikte savaştığı, Trakya’da çete harbinde bulunan komitacılardan bazıları şunlardı: Çerkez Ethem ve kardeşleri Tevfik ile Reşid, Manastırlı Hüsrev Sami, Kuşçubaşı Eşref, Kuşçubaşı Hacı Selim Sami, Sapancalı Hakkı, Topçu Zabiti İhsan (Sökmen), Süleyman Askeri, Deli Halid Paşa, İsmail Hakkı Tekçe.
Anadolu’da, özellikle de Karadeniz Bölgesinde Rum ve Ermenilere karşı yerel ölçekte mücadele eden Topal Osman Ağa da bir başka komitacı olarak belirmekteydi. O da Mustafa Kemal’in Anadolu’daki en hararetli destekçilerindendi.
Mustafa Kemal Paşa’nın en çok temas kurduğu komitacı Halit Bey’di. Çevresinde ve ordu birliklerinde “Deli Halit” olarak da tanınmaktaydı. Halit Bey, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Trablusgarp’ta ve Balkan Savaşları’nda, Çatalca’da savaşmıştır. Bu birliktelik Talat Paşa’nın da emriyle Milli Mücadele yıllarında devam etmiştir. Çünkü Anadolu’daki hareketin liderliği konusunda Mustafa Kemal Paşa’yı destekleyen Talat Paşa, yurdu terk etmeden hemen önce Karakol Cemiyeti’ni kurdurmuş ve Mustafa Kemal Paşa’nın sorgusuz sualsiz desteklenmesini emretmiştir. Halit Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’da yanında hizmet etmesi için talep edilmiş; fakat kendisi Doğu bölgesinden uzaklaşamadığı için Mustafa Kemal Paşa’ya sorgusuz sualsiz hizmet edecek olan genç bir komitacı İsmail Hakkı Bey’i (Tekçe) göndermiştir. İsmail Hakkı Bey, Balkan Savaşları’nda Halit Bey’in emrinde savaşırken komitacılığın ne olduğunu öğrenmiş ve bu tecrübelerinden Milli Mücadele yıllarında oldukça faydalanılmıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın Komitacı Muhafız Talebi ve Refakat Subaylığı Ülkede asayişin alabildiğince bozulduğu, iç isyanların ve ayaklanmaların arttığı, Çerkez Ethem’in tehdit olarak algılanmaya başladığı sırada Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa şahsi muhafız ihtiyacı hissetmiş ve 8 Aralık 1919 tarihinde Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’ya “Zata Mahsustur” kaydı ile bir telgraf göndermişti. Telgrafta içinde bulunulan durum anlatılarak, komitacı bir muhafız isteği belirtilmekteydi. Daha açık bir ifadeyle komitacı bir muhafıza ihtiyaç hissedildiği, bu ihtiyacın giderilmesi için de Karabekir’e bağlı görev yapan ve belirtilen vasıflara sahip Miralay Halit Bey’in nezdine gönderilmesi talebi yer alıyordu. Bu arkadaşın ordu-yu devletinizde mühim hizmetler ifa etmekte olan Miralay Halit Bey olabileceğini de söylüyordu. .
Halit Bey’in talep edilmesi, Ermeni harekâtında zaaf meydana getireceği gerekçesiyle Karabekir tarafından kabul edilmemiş, bunun üzerine Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa, Karabekir Paşa’yı devre dışı bırakmış ve Miralay Halid Bey ile bizzat yazışarak bu ihtiyacı giderme yolunu seçmiştir. Halit Bey, fırkasında görev yapan Üsteğmen İsmail Hakkı Bey’in istenen vasıflara uygun olduğunu ve kendisini görevlendirdiğini bildirmiştir.
İsmail Hakkı Bey söz konusu görevlendirmeye anılarında şöyle değinmektedir: “Ardahan’da 8. Alayın 2. Bölük kumandanıydım. Tümen kumandanı Halit Bey bir gün beni çağırdı ve Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı bir yazıyı bana gösterdi. Bu yazıda, benim bazı vasıflarımdan bahsediyordu. Yazıyı okuyup bitirdikten sonra bana ‘Mustafa Kemal Paşa’nın yanına refakat subayı olarak gidiyorsun’ dedi. ‘Bölüğü teslim et!’ ‘Baş üstüne’ dedim ve alayla ilişiğimi keserek yola çıktım”.
Karabekir yazışmaları ve görevlendirmeyi öğrendiğinde durumdan oldukça rahatsızlık duymuş ve bu rahatsızlığını anılarında dile getirmiştir:
İsmail Hakkı Bey’in ilk komitacı faaliyeti, Trabzon Valisi Mehmet Galip Bey’in Tutuklanmasıdır. Damat Ferit Anadolu hareketini olumlu karşılamıyor ve bu hareketin önünü alabilmek için Kuva-yı Milliye’nin dağıtılması buyruğundan başlayarak, telgraf haberleşmesinin engellenmesine, idari makamlara kendi adamlarını yerleştirmeye, Anadolu’ya tahkik heyetleri göndermeye ve Sivas Kongresi’ni zorla dağıtmaya varana kadar birçok eyleme girişmiştir. Damat Ferit, İstanbul’dan Anadolu hareketini engelleme faaliyetlerinde illerdeki yardımcılarına yani yeni atadığı valilere güveniyordu. Bunların başında da Trabzon’daki sadık ve güvenilir adamı Vali Mehmet Galip Bey geliyordu.
Mustafa Kemal Paşa, Trabzon Valisi Mehmet Galip Beyin tutuklanması için kendisinin çok güvendiği Deli Halit Beye telgraf çekerek gereğinin yapılmasını istemiştir. Deli Halit Bey de İsmail Hakki Beyi görevlendirerek valiyi tutuklatmış ve Erzurum’a göndermiştir.
İsmail Hakkı Bey, Kuvayı Milliye aleyhtarı Ali Kemal’in Susturulması için de görevlendirilmiştir. Damat Ferit tarafından kışkırtılan İstanbul Basını, Anadolu’daki direniş hareketlerini ve Mustafa Kemal Paşa’yı acımasızca eleştiriyor ve hakarete varan yazılar yayınlıyordu. Bunların başında da Peyâm-ı Sabah başyazarı eski Dâhiliye Nazırı Ali Kemal Bey ve Alemdar Başyazarı Refi Cevat geliyordu. Bunlardan Ali Kemal, Peyâm-ı Sabah gazetesinde Anadolu’daki milli hareketi bir İttihat ve Terakki ayaklanması gibi göstererek, Mustafa Kemal Paşa ve Kuva-yı Milliyecilere her türlü hakareti yağdırmakta idi. Artık Ali Kemal’in de susturulması gerekiyordu. Trabzon Valisi Mehmet Galip Bey gibi Ali Kemal Bey’i de susturma görevi bizzat Halit Bey tarafından İsmail Hakkı Bey’e verilmişti. Ancak bazı istenmeyen olaylar yüzünden Ali Kemal susturulamamıştır. İsmail Hakkı Bey anılarında, gizli görevin başarılamamasının talihsiz bir tesadüften kaynaklandığını söylemektedir:
Bir başka komitacılık faaliyeti de Trabzon’da faaliyet gösteren Yahya Kâhya’nın ortadan kaldırılması olayıdır. İsmail Hakkı Bey, yanına Topal Osman Ağa’nın iki fedaisini alarak Trabzon’a gönderilmiş ve Yahya Kâhya’nın susturulması için görevlendirilmiştir.
Yahya Kâhya, Meşrutiyetin ilanından sonra sivrilen ve Trabzon’daki olaylarda hep varlığını hissettirmiş bir komitacı idi. Balkan Savaşı’na ve Birinci Dünya Savaşı’na katılmış; Balkan Savaşı’ndaki cesareti ve kahramanlıkları nedeniyle Teşkilât-ı Mahsusa’ya kabul edilmişti. Buradaki başarılarından dolayı Padişah ve Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından mükâfatlandırılmış ve İttihat ve Terakki’nin vazgeçilmez komitacılarından olmuştu. Birinci Dünya Savaşı’nda Yakup Cemil’in emri altında Sarıkamış’ta ve Çanakkale’de savaşmıştı. Trabzon ile İstanbul arasındaki Osmanlı liman idarelerinde motorlarla silah taşınması görevinde bulunmuştu. Çanakkale Savaşı’ndaki kahramanlıkları ve hizmetleri uzun süre hafızalarda kalmıştı. Milli Mücadele’nin liderliğini konusunda Enver Paşa-Mustafa Kemal Paşa mücadelesinde Yahya Kâhya, Enver Paşa tarafını tutmuş ve onun adeta Doğu Karadeniz’deki vekilliğini üstlenmişti. 1921 yılına gelindiğinde Yahya Kâhya, bütün hazırlıklarını tamamlamış, Enver Paşa’yı beklemekteydi. Asker kaçakları ve mahkûmlardan oluşturduğu 300 kişilik çeteye dayanarak, hükümet içinde hükümet gibi davranmaya başlamıştı. İstediği vergiyi koymakta, istediği kadar vergi almakta, herkese istediğini yaptırmaktaydı. Özellikle Mustafa Suphi’yi öldürdükten sonra iyice önü alınmaz bir hal almıştı. Bütün gücünü Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden ve Meclis’teki İttihatçılardan alıyordu. Yahya Kâhya’nın faaliyetleri ve Enver Paşa’nın Anadolu’ya geçme planları yapması Ankara’yı ve Kazım Karabekir Paşa’yı endişeye sürüklemişti.
Zamanın istihbarat memuru Feridun Bey (Kandemir) ve Tümen Komutanı Sami Sabit Bey’in anlattıklarına göre, eskisine göre daha şımarık ve daha kabına sığmaz bir halde etraftakilere “Sanki bütün bu işlerde ben tek başıma idim. Daha üstüme varırlarsa her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim” tarzında tehditleri savurmakta, çok çabuk sinirlenmekte ve yanındakilere küfürler etmekteydi. Fakat Ankara’nın bu tarihlerde Trabzon’a müdahale etmek gibi bir lüksü yoktu. Çünkü bu tarihlerde herkes sakin bir şekilde Büyük Taarruzu bekliyordu. Bu sırada bölgedeki siyasi havayı gerginleştiren, o sakin ortama son veren bir olay meydana geldi: Yahya Kâhya, 3 Temmuz günü akşamı Soğuksu’ya giderken bir suikasta kurban gitmişti. İsmail Hakkı Tekçe, yıllar sonra anılarında yanına Osman Ağa’nın fedailerinden ikisini alarak Trabzon’a geldiğini ve Yahya Kâhya’yı 3 Temmuz akşamı öldürdüklerini anılarında anlatacaktı.
Büyük devrimler bazen kendi evlatlarını da yer. Topal Osman ve Çetesi, Balkan savaşında, I. Dünya Savaşında ve Kurtuluş Savaşı yıllarında büyük yararlıklar göstermiş, Mustafa Kemal’in her zaman yanında olmuş, ona muhalif olanların ortadan kaldırılması için gözlerini budaktan sakınmayan komitacılardı.
Lozan müzakerelerinden üç hafta sonra, 27 Mart 1923 Salı gecesinde, Mustafa Kemal’e muhalif grup önderlerinden Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, birdenbire ortalıktan kaybolmuştu. İkinci Grubun önderlerinden olan Ali Şükrü Bey’in ortalıktan kaybolduğu haberi Mecliste şok etkisi yaratmıştı. Ali Şükrü Bey iki gün geçmesine rağmen hala bulunamamıştı ve nerede olduğuna dair herhangi bir ipucu da elde edilememişti. Olay hemen Meclis kürsüsüne taşınmış ve Ali Şükrü Bey’in siyasi bir saldırıya uğramış olabileceği değerlendirmeleri yapılmaya başlamıştı. 29 Mart 1923 günü Meclis kürsüsünden ilk sözü alan Hüseyin Avni Bey (Ulaş) oldukça ateşli bir konuşma yapmış ve Ali Şükrü Bey’in siyasi bir saldırıya maruz kalmış olabileceği ihtimali üzerinde durmuştu.
1923 yılına gelindiğinde Büyük Millet Meclisi vatanın kaderine tamamen hâkim olmuştu. Bu demokratik mecliste birbirinden farklı düşünenler vardı. Milletvekillerinin bir kısmı Birinci ve İkinci Grup şeklinde ayrışmıştı. Milletvekilleri zaferin kazanılmasından sonra yapılan ve yapılacak işlerde farklı düşünüyorlardı. Muhalefet görevini üstlenen İkinci Grup, Birinci Grubu şiddetle tenkit ediyordu. Muhalefetin önde gelen isimlerinden biri de Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’di (1884-1923). Ali Şükrü Bey, 27 Mart 1923 Salı akşamı, Merkez Kıraathanesi’nde oturmakta iken, TBMM Muhafız Taburu Komutanı Osman Ağa’nın adamlarından Mustafa Kaptan gelerek kendisini çağırmıştı. Ali Şükrü Bey’in iki üç gün ortalıkta görünmemesi üzerine İkinci Grup üyeleri, onun bulunması için hükümete baskı yapmaya başladılar. Yapılan soruşturma neticesinde Ali Şükrü Bey’in Osman Ağa’nın evinde boğulduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Mustafa Kaptan tutuklandı. Ali Şükrü Bey’in cesedini bulmakla görevli Jandarma subayı Kemal Bey, Mehye Köyü’nde cesedi buldu. Meclis cinayet faillerinin derhal tutuklanmasını isteyince hükümet, zanlı durumundaki TBMM Muhafız Taburu Komutanı Osman Ağa’nın yakalanmasını kararlaştırdı. Meclisin kararı üzerine Gazi Mustafa Kemal Paşa, yeni muhafız tabur Komutanlığına atanan İsmail Hakkı Bey’e Osman Ağa’nın tutuklanması emrini verdi. Muhafız Taburu, Osman Ağa’nın bulunduğu köşkü kuşattı. Çıkan çatışmada Osman Ağa ölü olarak ele geçirildi (2 Nisan 1923). Cenazesi Giresun kalesine defnedildi.
Ali Şükrü Bey Cinayeti ve Osman Ağa’nın öldürülmesi konusunda ilginç bir iddia da Teoman Alpaslan tarafından ortaya atılmıştır. Alpaslan, “Topal Osman Ağa” isimli eserinde Topal Osman Ağa’yı tamamen cinayetten arındırarak bütün suçu İsmail Hakkı Tekçe’nin üzerine atmaktadır. Alpaslan, cinayeti işleyenin Osman Ağa olmadığını, asıl katilin İsmail Hakkı Tekçe olduğunu söylemekte ve öldürme emrini verenin Mustafa Kemal Paşa ve çevresi olduğunu ima etmektedir. Amaç da güya Mustafa Kemal Paşa’nın seçimleri yenilemek istemesi ve bunun Meclis tarafından kabul edilmesi için Ali Şükrü Beyin devreden çıkarılması gerektiğidir. Bu devreden çıkarma olayı da Ali Şükrü Beyin öldürülmesi şeklinde olmuştur.
Alpaslan, tamamen akıl yürütme yoluyla ortaya attığı iddialarının sonunda bu tarihsel hatanın düzeltilmesini talep etmektedir: “…Osman Ağa Ali Şükrü Bey’in öldürüleceğini bilseydi kesin olarak evine davet etmezdi. Ali Şükrü Bey Osman Ağa’nın evinden ayrıldıktan sonra birileri tarafından kaçırılıp, öldürülmüştür. Osman Ağa’nın cinayetten sonradan haberdar olduğu kesindir. Çünkü cinayet işlendikten sonra son derece rahat bir şekilde Ankara’da dolaşmış, hatta Meclise bile gelmiştir…. Ali Şükrü Bey’i öldürenler arasında İsmail Hakkı Tekçe kesin olarak vardır. Yaralı yakalanan Osman Ağa’nın ‘bana tuzak kurdunuz’ yakınmaları üzerine kurşun yağmuruna tutan ve öldükten sonra da hırsını alamayan ve başını kesen İsmail Hakkı Tekçe’dir… Bir kere düşünün; Osman Ağa yakalansaydı, Yahya Kâhya ve Ali Şükrü cinayetini işleyenin İsmail Hakkı Tekçe olduğunu açık olarak söyleyecekti. Bu nedenle İsmail Hakkı Tekçe Osman Ağa’nın vücudunu kurşun yağmuruna tutup, kafasını kesmiştir… Bu tarihi yanlış nasıl düzeltilecektir? Bunun vebali İsmail Hakkı Tekçe’nin üstündedir”
Yalnızca İsmail Hakkı Tekçe’de değil; Deli Halit Paşa’da, Topal Osman’da ve daha birçok komitacıda da bazı ortak özellikler vardır.
Komitacıların diğerlerinden ayırt edici özellikleri olan; başka bir ifadeyle Yakup Cemil (Enver Paşa’nın gözünü budaktan sakınmayan fedaisi) geleneğinin devamı olarak nitelendirilecek özellikleri aşağıda belirtildiği gibidir. Bunlar;
* Üstün emirlerini sorgusuz sualsiz yerine getirirler; bazen emir vermeden de, hislerine güvenerek harekete geçerler.
* Propaganda yöntemlerini çok iyi kullanırlar.
* Kararlar kesindir; karar verildikten sonra asla dönüş olmaz.
* İhtilalcı karaktere sahiptirler
* Cesur, gözü kara bir şekilde her türlü görevi yerine getirirler.
Üstelik görevin başarı şansı çok az bile görülse yine de görevi yerine getirmek için canlarını feda ederler. Korkakları aralarında barındırmazlar ve yaşama şansı tanımazlar.
* Dik başlılık, fütursuzluk, zorbalık, acımasızlık ve asabiyet onların en belirgin özellikleri arasında yer alır. Yapılan faaliyetlerdeki bu unsurlar “vatan namına” kavramıyla oldukça geniş ve esnek bir perspektife yerleştirilmiştir.
* Şüphecidirler; üstlerinin haricinde herkesten ve her olaydan şüphe duyarlar.
* Ast-üst ilişkisi ailevi ilişkilerin önüne geçmektedir.
* İntikamı kutsal bir görev addederler.
* Sadakat ve sır saklama çok önemlidir.
* Teşkilatlanmayı çok iyi bilirler. Profesyonel teşkilatçıdırlar.
Komitacıların faaliyetlerinde her zaman bir gizlilik ve aynı zamanda bir gizemlilik vardır. Belki de komitacılığın doğası böyledir.
***
KAYNAKLAR:
İsmail Akbal, Komitacı Eylemlerin Son Temsilcisi İsmail Hakkı Tekçe ve Faaliyetleri CTAD, Yıl 7, Sayı 13 (Bahar 2011), 70-102.
Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Dün Bugün Yarın, Ankara, Bilgi Yay, 1971
Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C:1, Hürriyet Vakfı Yay, İstanbul, 1988
Kazım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti, İstanbul, YKY, 2011
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul 1966, Cilt II.
Lord Kinros, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander Yayınevi, İstanbul 1966
Atatürk Ansiklopedisi
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.