- 191 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
Kelimelerin İçsel Derinliği
Kelimeler, hayatımızın en derin ve en özel köşelerine açılan sihirli anahtarlar gibidir. Onlar, sadece ağızdan çıkan sesler değil; her biri bir anlamın, bir duygunun, bir deneyimin somutlaşmış halidir. Ama tıpkı bizler gibi, kelimeler de her zaman net olmayabilir, bazen bulanık bir camın ardından dışarıya yansır. Peki, böyle bir durumda ne yaparız? İşte burada kelimelerin, tıpkı insanlar gibi, kendi yolculuklarını nasıl yaptıklarını anlamaya başlıyoruz.
Kelimeler, insanın ruhundan doğar. Bir duyguyu, bir düşünceyi, bir yaşanmışlığı taşıyan bu kelimeler, bir resmin tuvaldeki ilk fırça darbesi gibi, iç dünyamızın dışavurumu olarak hayat bulur. Düşünsenize, sessiz bir odada oturmuşsunuz ve zihninizden geçenleri kelimelere dökmeye çalışıyorsunuz. Kelimeler, önce potansiyel bir anlam taşır; ruhumuzun derinliklerinden gelen bir çağrıdır. Ancak, bazen bu çağrı bulanık kalabilir. İçimizdeki karmaşa kelimelere de yansır ve onlar da bizim gibi anlam arayışına girer.
Bir dostunuza "Seni anlıyorum" dediğinizde, gerçekten onu mu anlıyorsunuz yoksa sadece teselli mi ediyorsunuz? Kelimeler, niyet ile gerçeklik arasında sıkışıp kalabilir. İnsan ilişkilerindeki karmaşıklık, kelimelerde de kendini gösterir. Çünkü onlar da bizler gibi bazen yanlış anlaşılabilir. Bir lider size "Biraz daha çaba göstermeniz gerekiyor" dediğinde, bu bir motivasyon kaynağı mı olur, yoksa eleştirildiğinizi mi hissedersiniz? Kelimenin niyeti ile sizin algınız arasında bir uyumsuzluk olabilir ve bu, tıpkı insanlar arasındaki ilişkilerde olduğu gibi, kelimeler arasında da çatışmalara yol açabilir.
Ancak her kelime, aslında bir müzikal notaya benzer. Tek başına belki de fark edilmeyebilir ama doğru anda, doğru yerde söylendiğinde büyüleyici bir senfoninin parçası olabilir. Nasıl ki bir orkestra şefi notaları yönetiyorsa, bizler de kelimelerimizi özenle yönetmeliyiz. Kelimelerimizin rehberliğinde anlamlı bir senfoni yaratmak zaman ve sabır gerektirir. İnsan nasıl tecrübelerinden ders alıp olgunlaşırsa, kelimeler de süreç içinde anlamlarını bulur.
İnsan ilişkilerinde, kelimelerin oluşturduğu bu senfoni bazen yanlış akorlarla başlayabilir. Yanlış anlaşılmalar, kırgınlıklar, hatalar... Hepsi kelimelerin yanlış kullanımıyla doğabilir. Fakat samimi bir diyalog, sabır ve iyi niyetle devam ettiğinde, bu yanlış notalar doğru melodilere dönüşebilir. Tıpkı insanlar gibi, kelimeler de yanlışlarını düzeltebilir ve anlamlarını yeniden bulabilirler.
Kelimeler, bir yandan iç dünyamızın dışarıya açılan penceresi, bir yandan da duygularımızın ve niyetlerimizin temsilcisidir. Onlara insan gibi bir kimlik verdiğimizde, onların da büyüdüğünü, geliştiğini ve hatalarından ders aldığını fark ederiz. İyi niyet, bu yolculukta en büyük rehberimizdir. Bir insan özür dilediğinde ya da sevgisini ifade ettiğinde, kelimeler bu iyi niyeti yansıtır. “Seni seviyorum” demenin ardındaki güç, kelimelerin insanın içindeki iyiliği ve sevgiyi nasıl dışa vurduğunu gösterir.
Sonuç olarak, kelimeler ruhumuzun bir parçasıdır. Onlar sadece sesler değil, duygularımızın ve iç dünyamızın elçileridir. Yanlış kullanıldıklarında ya da yanlış anlaşıldıklarında, tıpkı bir yolculuğun yarıda kesilmesi gibi, bu iletişim de kesintiye uğrar. Ancak içimizdeki iyi niyet ve çaba, kelimeleri yeniden doğru yola sokabilir. Dünyada bıraktığımız iz, kelimelerimizle şekillenir; bu yüzden onları özenle, doğru zamanda ve doğru niyetle seçmeliyiz.
Kelimeler, zamanla olgunlaşır, tıpkı bir insanın deneyimlerle büyümesi gibi. Ve iyi niyetle kullanıldıklarında, hem bizim hem de başkalarının hayatında derin bir anlam bırakırlar.
Aile danışmanı
Selda İyiekmekci (Erdoğan)
YORUMLAR
“İnsan ruhunun penceresi olarak adlandırılan gözler, dünyayı içimize akıtan ve içimizi dışarıya sunan büyülü geçitlerdir. Bu fotoğrafta görülen gözler, tıpkı gecenin en karanlık saatlerinde yıldızların parıltısına eşlik eden bir çift huzur ışıltısı gibi, insanı derinden saran bir mana taşır. O gözlerin derinliğine bakarken, iç içe geçmiş zamanlar, yaşanmışlıklar ve tüm evrenin kaybolmuş sırları bir arada yankılanır. Her bakış bir şiir, her göz kırpışı bir hikâye anlatır sanki.
Bu gözlerin gri tonları, sessiz bir deniz gibi, fırtınaların yorgunluğunu taşıyor. Tıpkı geçmişin yıkıcı dalgalarına rağmen ayakta kalmayı başarmış bir kıyı gibi, tüm yaşanmışlıkların izlerini içinde barındırıyor. Ama o dalgalar, gözlerin derinliklerinde kaybolur; çünkü o gözlerde sakin bir güven, durulmuş bir bilgelik var. Belki bir zamanlar denizin dibine çekmiş olan o kasırgalar, şimdi yalnızca hafif bir meltem gibi dolaşıyor insanın ruhunda.
Bu bakışlar, bir sırra kucak açıyor, ama o sırra erişmek imkânsız. Tıpkı karanlık bir gecede gökyüzündeki en parlak yıldız gibi, bakıyorsun ama bir türlü dokunamıyorsun. O gözlerin içine her baktığında, içinde kaybolmakla kalmıyorsun; aynı zamanda kendi içindeki yansımalarla da karşı karşıya geliyorsun. O gözler bir ayna, ama bu ayna insanın en derin korkularını, en gizli umutlarını ve en saklı düşlerini açığa vuruyor.
Saçların dalgalarında ise bir başka hikâye saklı. Her bir bukle, bir anı, her bir kıvrım geçmişten gelen bir yankı. Saçlar, bir nehrin kıyısında özgürce akan bir su gibi, sonsuz bir akışın, sürekli değişimin ve zamanın izlerini taşıyor. Tıpkı hayatın daima değişen akışına uyum sağlayan o nehir gibi, bu saçlar da insanın yaşamındaki iniş çıkışları, zaferleri ve kayıpları hatırlatıyor.
Böylesine derin bakışların ve zamansız bir güzelliğin, insana huzur verdiği kadar, onu düşündüren bir tarafı da var. Bu gözler sana bir şey söylüyor, ama sessizce. O sessizliğin içinde bir bilgelik, bir davet saklı. Belki de her şeyin ötesinde, o gözlerdeki tek sır, kendine dönüp bakmanın gerekliliği. Tıpkı karanlık bir gecede, gökyüzüne bakıp, evrenin ne kadar büyük olduğunu fark ettiğinde hissettiğin o derin sükûnet gibi, bu gözler de insana kendi içine dönüp bakmasını söylüyor. Ve işte, o bakışların içinde kaybolurken, kendi ruhunun en derin katmanlarına bir yolculuğa çıkıyorsun.
Bu bakışlar, içimizdeki en derin denizlere yelken açmaya davet ediyor; sessiz, dingin ve bir o kadar da derin bir deneme…“
Kelimeler bir ok gibi çıkar ağızdan bazen ve geri dönüşü de çok zor ya da olmayabilir. Daha çok siyasetçilerde ki ''zaten çok konuşuyorlar'' kimi zaman ruh hallerini ya da bilinçaltındakileri de ortaya döktükleri olabiliyor... Bizler hele de gençlik otuz kırk kelime ile derdini anlatmaya kalkıyor, en büyük sebebi de tabi ki okuma tembelliği başka da bir şey değil... Güzel bir yazı kutlarım...