SEVDA GÜNEŞİ BATARKEN
Kısa Öykü
-----------
SEVDA GÜNEŞİ BATARKEN
Yorgun gözlerle başını kaldırıp gökyüzüne derin derin baktı gecenin ilerlemiş saatinde. Sokakta kimsecikler yoktu. Derinden nefesini çekti, başını hafifçe salladı. Gökyüzünün kararmış suratı içini karartmış, yüreğine korku salmıştı. Ne ay vardı, ne de yıldızlar. Direğine sırtını dayadığı sokak lambasının ışıltısında cebinden küçük bir defter çıkarıp yazmaya başladı.
’’Kaç yıl oldu, kaç mevsim gelip geçti yoksun. Bir sen vardın hayatımda, çekip gittin bir inat uğruna. Dönüşün olmadı. Beni yalnızlığımla baş başa bıraktın mavi gülüm. Gecenin yalnızlığına gözyaşımı döktürtmen reva mıydı? Üşüyorum kar tanecikleri vurdukça tenime. Rüzgar desen arsız arsız çarpıyor suratıma. Gecenin ayazı bir tokat gibi şaklıyor suratımda. Bir kaç metre karelik kerpiç evime giresim gelmiyor. Girsem ne olacak ki? Tirtir titreyeceğim yokluğuna. Derme çatma yatağıma uzansam ne? Bana sıcaklığın, nefesin gerek yaşamamın devamı için. Tarih atamam ama öleceğim çektiğim acıların ve hasretinin sancılarında. Güllerden de güzel kokan teninin bedenime sindiği kokusu hala durur. Ellerinle giydirdiğin son atletimi hiç yıkamadım. Sakladım onu. Ellerinin şefkati var onda. Geceleri yatağıma alır, ona sarılarak uyurum. Ölünceye kadar da hiç yıkanmayacak! Senden bana kalan bir miras tek odur!
Yüreğime kazıdığın aşkın ve sevdan asla silinmeyecek! Biliyorum; belki de hiç dönüşün olmayacak bana. Olsun. Kader der, sineye çekerim yokluğunu. Nice yılları heba ettik boşu boşuna; bundan sonra da ederiz. Dedim ya; kader! Sefil yalnızlığıma baharlar gelmeyecek, o güzelim çiçekler açmayacak. Ama tek bir arzum var Rab’bimden. Dünya gözü ile sadece ama sadece seni bir kaç dakika görebilmek. Tek kelime etmesek de olur. Gözlerinin içine bakayım karamış dünyamı bir kaç saniye aydınlatsan bana yeter. Kısa anlık küçücük mutluluğu tadayım. Tek arzum budur eğer çok görmez isen. Söyle, nerede buluşalım seninle? Fırat’ın en berrak akan yerinde, çınar ağacının altında. Ne dersin?’’
Defterini kapadı, kalemini cebine koydu. Defterini elektrik direğinin bitişiğine konmuş bankın üzerine bıraktı. Oturmayı tercih etmiyor, ayakta kalarak hayata nasıl direndiğini mi göstermek istiyordu? İnat edercesine oturmadı banka. Gözleri gökyüzünü sıkça tarıyordu onun siuliyetini görecekmişcesine. Ama gökyüzünden kar tanecikleri düşüyordu gözlerinin önüne. Bir de rüzgârın vınıltısı kulaklarını çınlatıyorken kendi kendine ’’ Acaba beni mi anıyor?’’ diye iç geçirdi bir an.
Üşümüştü. Ellerini ovuşturdu ’’ısınabilir miyim’’ diye. Ceketinin yakasını kaldırarak boynunu kapadı üşümemesi için. Ayaz iyiden iyiye hissettiriyordu kendini. Kar yağışı fırtınaya dönüşmüş, rüzgar asileşmişti. Adım atmak istedi atamadı. Çivi gibi saplanıp kalmıştı ayakta. Yorgunluk ve uyuşukluk çökmüştü bedenine. Akşam da bir şey yememişti. Ardı arda esnedi. Teninde bir gariplik hissetti. Ayaklarını yerden toparlayarak kıvrılıp iki büklüm uzandı bankın üzerine.
Yanıp tutuştuğu mavi gül sevdasına ’’ Aşkım seninle tatlı rüyalar, iyi gecelerimiz olsun!’’ diyerek gözlerini kapadı.
Sabah ezanı okunuyordu. Ak sakallı yaşlı bir adam gece yağan yarım metreyi bulmuş karları aşa aşa camiye gidiyordu. Karanlığın sessizliğinde ilerlerken bankın üzerinde karların örttüğü tepeciği gördü. ’’ Hayırdır ya? Bu nedir böyle? Acaba sokak köpeği mi?’’ diye geçirdi içinden.
Bankın yanına varıp elleri ile üzerindeki karları sıyırdığında gözlerine inanamadı. Bir adamdı uyuyan karlar içinde. Telaşla ona seslendi.
’’ Beyefendi... Beyefendi kalkın! Bu ne hal? Her yanınızı kar kaplamış. Kalkın haydi, donacaksınız!’’
Cevap alamayınca, derin uykuda sandı. Sağ eli ile dürttü sol böğrüne. Yine ses yoktu. Nabzını yokladı. Nabzı da atmıyordu. ’’Galiba ölmüş!’’ dedi.
Adamı tamamen karlardan temizlediğinde baş ucunda küçük bir cep defteri ve sağ avucuna sıkıştırdığı bir kağıdı gördü. Donmuş elini zorla açarak aldı kağıdı. İçinde bir şeyler yazıyordu. Gözlüğünü çıkarıp zorlukla okumaya başladı yazılmış bir kaç cümleyi.
’’ Sevdamın güneşi; takadim kalmadı. Çok bekledim gelmedin, gidiyorum sonsuzluğa... Elveda... Seni her şeyden çok sevmiştim. Buluşmamız mahşere kaldı. Kendine çok iyi bak mavi gülüm!’’
Üzerini paltosu kapatmıştı banka uzanırken. Vücudunun sıcaklığını hisseder gibi oldu adam. Tekrardan nabzını tuttu. Sabahın kar ayazından olsa gerek nabzının atıp atmadığını bilip bilmemesi., Kulağını kalbinin üzerine koydu. O ara derin bir inilti kulaklarına çarptı.
’’ Umarım ölmemiştir. Hemen onu eve götüreyim. Soba ateşinde iyice ısıtayım, sarıp sarmalayım. İnşallah kendine gelir! Ömrü varsa, inşallah yaşar’’ dedi mırıldanarak.
Güçlü kolları ile onu kucaklayıp elli metre ilerideki evine götürdü. Hanımına çocuklar için ayrılan odayı hazırlattı. Salondaki kömür sobasına da odun ve kömürleri doldurarak harlandırdı. Ilık suya bandırılmış havlu ile yüzünü, ellerini ve ayak uçlarını ısıtmaya çalıştı. On on beş dakika pansuman yaptı. Hanımının getirdiği çayı yudumlarken adamın sağ elinde kıpırdama gördü. Çayını bir kenara koyarak göz kapaklarını açtı adamın. Gözleri ışıl ışıldı. İçinden Allah’a şükretti sağ kalmasına.
Bir saat geçmiş, Kuzine odayı Ağustos sıcaklığına çevirmişti. Odaya ılık bir bahar havası hakimdi Adam gözlerini açar açmaz;
’’ Ben nerdeyim?’’ diyebildi fısıltıyla.
’’ Korkma. emin ellerdesin can. Giden gitsin yahu, değer mi?’’ diyerek ona moral vermeye başladı.
Ona bazı güzel öyküleri anlattıkça yüzündeki hüznün yavaş yavaş sıyrılıyor, yeniden dünyaya ’’merhaba’’ dercesine hafifçe tebessüm bırakıyordu geleceğe... Yaşam sevinci dudaklarındaki mimik hareketlerinden anlaşılıyordu.
Bir kaç gün sonra kendine gelmişti. Yepyeni bir hayata hazırlanıyor, gönlündeki sevdasını tamamen silmeden anılarıyla birlikte yürek sandığına kilitliyordu. ’’Belki bir gün...’’ diye not düştü günlüğüne
Cuma Sabahının ezanı bitmek üzereydi. Ellerini Tanrı’ya açtı, Bilge Kağan’ın Türk milletinin milli duası olan duayı okumaya başladı içinden.
’’ULU TANRI !.
GÜZEL TANRI !.
GÖK TANRI !.
Sen Türk’ü Türk yurtlarını koru !..
Düşman şerrinden sakla ! TÜRK’ü yiğitlikte daim et ! TÜRK’ü erlik davasıyla yaşat ! TÜRK’ü gerçekçi yap ! TÜRK’ün gönlüne herşeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK’lük sevgisini koy ! TÜRK’ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar ! Törelerini canları gibi saklat ! TÜRK’e zevk ve rahat verme ! Bilakis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri, bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin ! TÜRK’ü faal, cevval edersin. TÜRK’e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün !
ULU TANRI !.
Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal, TÜRKÇÜLÜK ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; TÜRK’e bunları ver ! TÜRK’ten hırsız, namuzsuz türerse hemen kahret ! TÜRK’e benlik, hem de yüksek bir benlik ver ! TÜRK nefsine itimat sahibi olsun ! TÜRK’ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat ! Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın ! Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun ! TÜRK’ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla unutmasın !
ULU TANRI !.
Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi ! Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et ! TÜRK herşeyi mukayese etsin ! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu ! Sabırlı, derde dayanıklı olsun ! İradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma ! TÜRK’leri maymun iştahlı yapma ! TÜRK daima ihtiyatla adım atsın ! Kimsenin tatlı diline inanmasın ! Kimseye emniyet olmasın ! Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan, TANRI, sen TÜRK’ü çalışkan et ! TÜRK’ün ömrü çalışma ile geçsin ! Ona daima çalışma aşkı ver ! Hele elbirliği ile çalışmayı alet etsin ! Tembel TÜRK’ü hemen öldür !
TÜRK’e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca TÜRK’ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK’leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl! TANRI, TÜRK’leri sen kendi elinle birleştir ve herşeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! TÜRK’ü töresine sadık kıl, Tanrı! TÜRK budunu: Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın!
ULU TANRI !.
Türk milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et ! Bir şey söylemek vazife yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok !
GÜZEL TANRI !.
Sana hepsinden çok yalvardığım şudur : TÜRK’ü dalkavukluktan kurtar ! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru ! TÜRK’e kötü para hırsı verme ! Dalkavukları yok et !
AMAN TANRI !.
TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen TÜRK’e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver! TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın!
Acunu ( Dünyayı ) Yaratan Yüce Tanrı !.
TÜRK’e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey, göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. TANRI, TÜRK’e sağlam, sürekli irade ver! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti TÜRK yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetinTÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK’e öğret!
TANRI !.
TÜRKÇE konuşulan, TÜRK’e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK’ün hükmü altında bırak! Amin’’
Duanın ardından yalnızlığını kangren gibi yiyip bitiren düşler sarmalında abdest almaya gitti.
Kuran okurken karşı komşunun öten beyaz horozun içine manevi duyguları bırakmasıyla derin bir nefes aldı. Güneş de doğmak üzereydi. Perdeleri ardına kadar sıyırarak oturma odasının Sultan dağlarına bakan taraftaki pencereyi açtı. Derin derin nefes aldı. Çam kokularının içeriye süzülmesi ile mest oldu. Bir an unutup gitti yüreğini sızlatan acıları...
Küskün mor menekşesini okşayarak;
’’İkimizin yalnızlığı sanırım ömrümüzün sonuna kadar devam edecek? Boş ver; giden gitsin, senin bana verdiğin manevi hazzın yeter de artar bile. Vefasız yâri artık düşünmeyeceğim. O bizim için yok hükmünde!’’ diyerek menekşesine bir hayat öpücüğü kondurdu, yapraklarını okşadı. Her ne kadar sitem etse de, onu çok sevmiş, yüreğinin her zerresinde onu hissediyordu.
Duvardaki fotoğrafına baktı. Boynuna taktığı turkuaz renkli kolyesine takılı kaldı gözleri. Geçmişin anılarını görmüştü o kolyede. Geçen yılları karşısına alarak diz üstü çöktü.
Ağladıkça Sultan dağlarına çarpan yankısı şehrin tüm sokaklarına dalga dalga yayıldı...
Zafer Direniş
...
YORUMLAR
Sayın hocam çok güzel bir öykü okudum, lütfen sevda güneşini batırmayın sanırım mavi gül sizi sever, yalnız menekşeniz oralı değil vefasız ...
Öykünüz bir romanın parçaları gibi bence siz romanlaştırın bu öyküyü... çok iyi olur. Devamını bekliyoruz hocam.
Saygı ile...
direniş
Çok teşekkür ederim naif yorumunuza.
Umarım ileride uzun bir öykü olabilir.
Nice yazılarda buluşmak dileği ile
saygılar