- 145 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DOĞA İLE BAŞBAŞA
DOĞA İLE BAŞBAŞA
Nisan ayının ilk günlerinden itibaren her fırsatta doğa ile iç içe oluyoruz.
Köye tarlalara giderken bazen arabayı ben kullanıyorum.
Tarlalara yaklaştıkça ordan oraya uçar gibi yerlerde gezen minik serçeler görüyorum.
Daha doğrusu ben onları serçe sanıyorum.
Eşime ," bu yıl serçeler ne kadar ürkek görünüyorlar ama uçmuyorlar" dedim.
" Onlar serçe değil ki tarla fareleri!" dedi.
Şaşırmıştım. Her taraf tarla fareleri ile kaynıyordu.
O delikten girip ötekine adeta uçarak gidiyorlardı.
Nisan ayından bu tarafa üç dört ay geçti, Temmuz ayındayız ancak fareler hala bizimle dalga geçer gibi ortalıkta fink atıyorlar.
Fareleri avlayan yılanlara, tilkilere , kedilere ve atmacalara bizzat şahit oldum.
Tarladan taşları atarken , akrep ve çıyanlar ile karşılaştım.
Aslında hepsi de önce sizden ürküp kaçmaya çabalıyorlar.
Zarar verecek olursanız öyle savunmaya geçiyorlar.
Geçenlerde sarı yılanla burun buruna gelmiştik. O bana ben ona bakmış, gülümsemiştik.
Ne yalan söyleyeyim, daha önce de şeritli engerek yılanı gördüğümde dizlerimin bağı çözülmüştü.
O zaman gerisin geri, sessizce bahçenin diğer ucuna geçip oturmuş, eşimin arılara bakımını izlemiştim.
İşini bitirdiğinde, çalı altında yılan gördüğümü söyleyince," korkma onlar tarlanın gerçek sahibi, bekçileri! " deyince, korkumu içime hapsetmiştim.
Gerçekten de yılanlar, kendilerine zarar vermezseniz size dokunmuyorlar.
Yeter ki yanlışlıkla üzerlerine basmayın.
Onlar tarlalardaki fareleri avlayıp, sularını içince tekrar çalı diplerine çekiliyorlar.
Arıların bakımına gittiğimiz zaman gece saat ona kadar karanlıkta çalıştığımız oluyor.
" Neden?" derseniz,
Arılar sıcakta çok saldırgan oluyor, kovanlarını açtırmıyor.
Mecburen akşam serinliğinde bakımını yapıyoruz.
Buna rağmen savaşçı arılar kovanlarını savunmak için harekete geçiyorlar.
O kadar uyanık ve akıllılar ki, şayet sizi tehlike olarak algıladılarsa ölmek pahasına da olsa sizi sokmadan bırakmıyorlar.
Arı kıyafetini giymeme rağmen, nasıl oluyor,nerden giriyorlar bilmiyorum, kimisi ayağımdan, kimisi bacağımdan,elimden yüzümden sokup geçiyorlar.
Arılar sokunca, ilk önceleri çığlık çığlığa bağırıp söyleniyordum.
Ancak öyle yapınca gördüm ki, onlar benim sanki çığlık atmamı bekliyor gibi bu kez daha kalabalık savaşçı grubu ile peşime takılıyordı.
Artık onlar beni soktuğu zaman sessizce katlanmayı öğrendim.
" Şifa olacaksınız!" diyorum.
Birinde tarlanın diğer ucunda kocaman siyah bir köpek gördüm. Eşime gösterdiğimde ," o köpek değil domuz!.
Çabuk arabaya geç!" dedi.
Anladık ki çok geç vakite kalıyoruz.
Kurtlar, kuşlar dağdan inmeye başlıyorlar bu saatte.
Eve dönerken iki üç kez tilki ve yavrularını gördük.
Onlar da akşam karanlığında avlanmaya çıkmışlardı.
"Bu dünyanın sadece biz insanlara ait olmadığını anlamak isterseniz , gece karanlığında doğaya geziye çıkın!’ derim.
Kuşların , ağustos böceklerinin farklı farklı ötüşlerini, kurtların, domuzların seslerini, böceklerin hatta hatta karıncaların bile yürüyüşlerinin çıtırtısını duyacaksınız.
Suların şarkı söyler gibi ninnisel akışını, kurbağaların vıraklayarak ona eşlik edişini duyacaksınız.
Anlarsınız o zaman bu dünyanın sadece bizim için değil, tüm canlılar için önem arz ettiğini!
Şimdi diyeceksiniz ki, " öğretmen olmuşsunuz,daha ne diye çalışıyorsunuz?’
Benim buna verebileceğim tek cevap,
" Sen üretmezsen , ben üretmezsem bu ülke nasıl kalkınır?
Biz üretelim ki dış güçlere teslim olmayalım.
Yabancı ülkelerin ürünlerini uçuk fiyatlar ile yemek zorunda kalmayalım.
Doğru değil mi?
Ne dersiniz?
02.07.2024
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.