- 250 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ANNE BABA OKULU
İlk mektebimiz, ilk sıcak yuvamız ve kısacası “Anne kucağımız, baba ocağımız” ne de büyük izler bırakıyor bizlerde. Aksini söylemek ne mümkün. Onca yıldır kendimizi bulduğumuz, ağladığımız, güldüğümüz, maddi ve manevi beslencemizin anları, mekânı ailemiz.
Yukarıda her kadar normal standartlarda bir aile ve onun öznesi çocuklardan söz etmeye çalışmışsak da bir aile sıcaklığını kısmen bulan veya bu şansa fersah fersah uzak olanları da elbette içimiz de sızlayarak bir kenara koyuyoruz. Fırsat buldukça bu özel konuya da elden geldiğince değinmenin, içinde aile geçen bir yazı için elzem olduğunun da farkındayım.
Bu zeminde yazılmaya çalışılan gerçeklerin ve onların içereceği duygu, düşünüş ve davranışların geniş yankı bulması, hayata hazırlanmaya çalışan çocuklarımız ve gençlerimiz için de büyük yankılanışa vesile olabilir. Bu konuya her ne denli damdan düşer gibi bir giriş yapılmışsa da kanımca bu teknik durumdan daha önemli olay şey, dile getirilmiş olmalarının daha bir önemli olduğu gerçeğidir. Çoğumuz bir anne-baba olarak bu sorumluluğun gerektirdiği duruşun neresinde olduğumuza dair okumalar, dinlemeler, izlemeler yoluyla özeleştiri yapmış olmalıyız. Özeleştiri yapılmaksızın hayatın hiçbir sahasındaki sorumlulukların ideal şekilde ifası da pek mümkün değildir zaten. Kısacası, bu özeleştiriyi yapmak, sonraki güne, haftaya daha isabetli bir duruş, tavır, düşünüş ve davranışı sergileyebilmek bakımından hayatî derecede olabilir. Kanımca, sorumluluklarını üstlendiğimiz çocukların, gençlerin bizim duruşumuza dair verdikleri geri dönüşler de büyük ölçüde işlerin nasıl gittiğine dair bazı önemli ipuçlarını da veriyordur. Öyle olsa bile, anne ve babalar bu görevi, durumu veya statümüzü kasıntılı şekilde icra etmenin de bir anlamı yoktur. İşin doğrusunu söylemek gerekirse, çocuklarımızla, gençlerimizle birlikte nefeslenmek, aynı pencerelerden dünyaya bakıyor olabilmek bize düşen ağır yükün büyük ölçüde sırtımızdan kalkması için de yeterlidir. Onlar öğrenci, bizler de öğretmen değiliz. Bizler de aynı anları, mekânları paylaşan, benzer duygulara sahip, farklı düşünüşlerin esnekliğine de hoşgörüyle yaklaşan, bazen anlaşılamamayı da göze alması gerekenleriz. Sıra dışı olmaktan söz etmiyoruz ve fakat ellerlinde kitaplarla neleri nasıl yapacakları karmaşasına düşmüş ve bu ehliyeti çok abartarak yerine getirmeye çalışanların vesveselerinden haz duymadığımı da ifade edeyim.
Anne ve babaların belki de enbüyük yenilgileri, her şeylerini temin ettik, ne dendiyse yaptık ve fakat onlar bunca nimete, sunuma, fedakârlığa gereken duruşu gösteremediler, yenilgisi veya yanılgısıdır. Bu, gerçekten de büyük bir yanılgı. Okuldan eve taşınan notların dönemlik karnelerini görünce şaşıran bir anne ve baba, daha baştan zaten kaybetmiş demektir. Sürecin gidişatından sonucunu öngöremeyen bir velilik acemi anne ve babanın duruşu bile olmamalıdır. Başarı ve başarısızlığın ailedeki sevgi çemberinin çapını belirliyormuş gibi sunulması, tam anlamıyla da akıl almaz bir şey değil midir? Her koşulda çocuklarımızı, gençlerimizi seviyor olduğumuz hakikatine de ihanet gibi duran bu yanılgı, ileride tamiratı mümkün olamayan yaralara yol açabilir. Bizlerin onları her zaman ve koşulda , karşılık gözetmeksizin sevdiğimizi sadece dilde değil, duyguda da davranımda da göstermemiz gerekir. Bunu başarabilen aile sayısı ne denli azdır. Keşkelerin bir faydası olmayacağını öngörerek, her şeye rağmenleri kendine düstur edinebilen geniş yürekli ebeveynler, asla kaybetmezler. Onların veli olarak karneleri uzun vadede her kârlı rakamlarla donanacaktır. Ailesinde büyükleri tarafından sadece beslene, gözetilen değil, her şeye rağmen biricik olduklarını hissedebilen nesiller, elbette bu zeminin vereceği büyük ikramların lezzetiyle daha soylu duruşları gösteren, yüksek karakterli, sorumluluk üstlenebilen yetişkilerden de olacaktır.
Anne-baba olmak bizim seçeneğimiz ve fakat bizim çocuklarımız olmaları ise onların seçeneği değildi. Bu duygusal çıkarımdan yola çıkarak, her ne derlerse ve veya nelere ihtiyaçları olursa karşılamakla, gidermekle yükümlüyüz bir çıkarıma da varmamak gerekir. Zîra ,anne ve baba olmak her başvurulan konuya “evet” demek zarureti doğurmaz, doğurmamalıdır da. Bu konuda şu cümleyi kurmamak gerkir ki, “Biz görmedik, onlar görsünler, biz zorlandık, onlar zorlanmasınlar vb” anlayış ve inanışlar kesin bir dille söylemek gerekirse bizim karnemizin en büyük kırıkları olabilir ancak. Çocuk ve gençlerimizi hayatla yüzleştirmekle mükellefiyet, onların hayatla yüzleşmelerinde hayatla aralarına girerek, adeta bent olmak gibi affedilmez bir hatanın özneleri olmaktan da olabildiğince kaçınmak gerekir. Bu duruma kısa bir örnek, her düştüklerinde onları kaldırmaya iki eli kanda da olsa koşan el olmak, bir sonraki düşüşlerinde de benzer beklentileri pekiştirmek ve düşmelerin ardından yeniden ayağa kalkma gayretinin de gereksizliği anlamına gelir. Bizim rolümüz, onlara böylesi durumların yaşanabileceğini ve fakat kendi imkân ve gayretleri ile ayağa kalkabilme motivasyonun dili, duruşu olabilmektir. Her düştüklerinde yanlarında olabilmeyi kim garanti edebilir ki?
Devletin sosyal çatısı bağlamında koruyup gözetmeye çalıştığı ne kadar da çok çocık ve gencimiz var. Bir eğitim kurumunda görev yapmaya devam eden öznelerden olarak, bu çocuk ve gençlerimizin her şeye rağmen niçin mutlu, umutlu olamadıklarını çokça düşünmüşümdür. Ve hatta onlarla birebir ilgilenen ve onarlı geleceğe taşımada ehliyetli sorumluların da bu soruları kendilerine soruyor olmalarını belki de en çok benim gibi düşünenler temenni etmiştir kuşkusuz. Bir dalı kırık gibi duran, hayatın kendilerini savurduğu ve gereksiz gördüğü gibi bir hissiyatla gözlemlerimize takılan bu nesillerin gerçekten en büyük ihtiyaçları nedir sizce? Burada şu soruyu da peşinen sormak gerekir. Meslek ile meslekte sevgi ikilemi, bazı özel meslekler için apayrı bir parantez açmalı mıdır? Bu soruya koşulsuz olarak “evet denmesini tercih ederim. İşiniz öğrencilerle ise, yaptığınız işi sadece mesai saatleri kıstası ile görmeniz sizi olsa olsa öğreten memur veya memure kılar. Bir eğitimci genişliğinden oldukça uzak bu durum, yıllar sonra bile sizi eğitimci kılmadığı gibi, sizden yana bir artı değer oluşması da mümkün olmaz. Oysa, sadece sevgiyi hissettirmeyi öne alabilseydik, bu konuda çokça sorunun aşılmasına ve o çocuk ve gençlerimizin hayata duruşlarına ne de büyük katkılar sağlayabilirdik değil mi? Sevgiden beslenemeyen hiçbir nesil, geleceğe daha umutlu, tebessümlü bir yüzle bakamaz. Kendimizi değerli hissettiğimiz yere ve anlara dair aidiyet duygumuzun daha fazla olmasının paydasındaki özel kavram “sevgi” den başkası olamaz.
Adına ister aile okulu, ister hayat okulu diyelim, bir neslin güne ve geleceğe dair asil ihtiyaçları göz ardı edilerek nitelikli bir toplumun inşası mümkün değildir. Bu anlamda, devletin aileye ve veya ailevi işlevler görmekte olan kurumlara ne denli yatırım yapması gerektiği de ortadadır. Toplumların geleceğinde en büyük pay, tüm işlevleri sağlıklı çalışan ailelerindir. Bu önemli ve bir o kadar da tartışmasız ciddiyet gerektiren rolün doğru ellerde hayat bulması arzu edilendir. Çocuklarına yaklaşımlarında oldukça baskıcı, ilgisiz, kuralcı aile tipleri olabildiği gibi, demokratik tutum sergileyen aileler de var elbette. Anne ve baba tutumlarının kategorilendiği bu aile tiplemelerinde en ideali kuşkusuz “demokratik aile” modelidir. Kararların alınmasında çocuk ve genlere de söz hakkı veren, acıyı da sevinci de, başarıyı ve başarısızlığı da birlikte yaşayan bu model ailelerde sorunların çözüme kavuşması daha insanî zeminde hayat bulabilmektedir. Bu tür ailelerde çocuk ve gençler daha kolay sorumluluk alabiliyor ve sorunlarla da kendi gayretleri yüzleşebiliyorlar, diyebiliriz.
Anne veya baba olmadaki nitelikle ilgili merhum bilim insanlarımızdan Doğan CÜCELOĞLU çokça kitabın müellifi, sunumun öznesi, araştırmanın mimarı ve literatürün de bu konudaki en başat temsilcilerinden biri olarak, kendini iyi bir baba olabilmede samimice eleştirdiğini görürüz. Hayatın dört yıllık bir diliminde çocuklarından ayrı kalmış olmanın verdiği hüznü özeleştirisiyle dile getirirken, bize bir gerçeği daha anlatmış olmalıdır. Bütün anne ve babaların çocuklarıyla istenilen mesafede ilişkiler kuramıyor olduklarını ve bunun hayatın yüklediği bazı ağır sorumluluklardan ötürü oluştuğunu, bunların üstesinden gelindiğinde ise vakit kaybetmeden asli rollerin gereğine devam edilmesinin hiç olmazsa yitirilen yılların telafisi için belki de son seçenek, son dokunuşmuş gibi düşünülmesinin önemini anlamamız gerekiyor. Bir nesle kazandırılmasında asla ıskalanmaması gereken ; bilen,anlayan, merhametli, çalışkan, sorumluluk alabilen, özgüvenli,… ve her şeyden daha da önemlisi sevebilen birer özne olmalarını kazandırmak koskoca bir hayata değerdir. Onları doldurulması gereken bir batarya veya işlenmesi gereken atıl bir bahçe ya da toprak gibi göremeyiz. Onlarla yeşerecek yeni hayatlar için referans olabilmede; güven kazanmalarını, karar verebilme yetilerini geliştirmeyi, sabrı, azmi, esnek olabilmeyi, sorgulayabilmeyi, hoşgörüyü de lezzetli bir yemeğin baharatıymışçasına duygu, düşünüş ve davranışlarında bütün bu argümânların yankılanabilmesini teşvik etmeliyiz. Bize rağmen onların bir hayatı olacağını asla akıldan çıkarmamalı, bizle yürüdükleri yolda da yaşımızın ve statümüzün bilgeliği asla elden bırakmamalıyız.
Bize yeniden çocukluk yıllarının o renkli dünyasını yaşatmakta olan çocuklarımız, gençlerimiz farkındalığı olan anne ve babalar bakımında ne büyük nimettir aslında. Onlara yeterince inemesek de onları anlamaya çabamız kanımca her takdirin üzerindedir. Düşüncelerimizin zaman zaman çelişmesi, işlerin rayından çıktığı anlamında da değerlendirilmemelidir. Aksine, farklı görüş ve seçeneklerin de olabildiğini, inandıkları şeyin dayanaklarının neler olduğunu sorgulamaları bakımından geliştiren bir fırsat gibi de görülmelidir bu durum. Onlar programlanabilir robotlar da değildir. Gelişen, merak eden, hatalar yapan ve fakat bunlardan ders çıkarma potansiyelleri olan özneler olarak gördüğümüzde çocuklarımızı, doğru yolda ilerliyor olduğumuzu söyleyebiliriz. Bizim buradaki konumumuzu iyi tespit etmemiz, hayatın önümüze koyacağı türlü zorluklarla nasıl baş ettiğimiz, hayıflanmadan çözüm için gösterdiğimiz gayret ve gereğinde de onların da desteğini almamız büyük bir açılımdır. Nitekim, anne ve babalar her şeye gücü yeten, her şeyi öngörebilen ve her tesirde koruma garantisi olan yetişkinler değillerdir. Hayatı nasıl görüp, karşıladığımız ve içindeki olanakları nasıl değerlendirdiğimiz ve kısacası davranışlarımız, tepkilerimiz her şeyden daha tesirlidir. Söylemlerin değil de eylemlerin örnek alındığı gerçeğini dile getiriyoruz burada. Her ne kadar olması gereken sözleri dillendirmiş olsak da, çocuklarımız aslen baktıkları ve öykündükleri şey, davranışlarımız olacaktır. Sürekli kitap okumanın faziletlerinden söz etmeye çabalayan ve bunu da ısrarla dil ile dikte eden veliler, başarılı olamazlar. Kendileri de dile getirenleri yapar hale geldiklerinde sonuç elbette müspet hale evrilir. Edimlerin, söylemlerden tesirli olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Mesleğinde iyi bir kariyeri olan ustabaşı, mimar, öğretmen ya da yönetici olabilirsiniz. Manevi değerleri içselleştirmiş, ortalama seviyenin üzerinde bir okuryazar da olabilirsiniz. Daha pek çok şeyi gözlemle tespit olunan bir özne olmayı başarabilmemiz, bizleri sonuç olarak iyi ve veya etkili anne baba yapmaya yeterli değildir. Meseleye bir de baht ve değer profilinden bakılması gerektiğini düşünüyorum. Burada dile getirmeye çaba sarf ettiğimiz şey, her evliliğin çocuk ve veya çocuklarla taçlandırılmadığı gerçeğidir. Evet, onca büyük sorumluluğu sırtımıza yüklemiş de olsalar, iyi ki çocuklarımız var, diyebilenlerden olmayı tercih ediyorum. Meyvesi olan ağacın sevimliliği ve feyzi gibi görülmesi gereken bu potansiyele ulaşabilmek adına kim bilir ne denli büyük maddi ve manevi zorlukların üstesinden gelmeye çalışanlarımız var. Bu mantık bizi, iyi insan olmamızın yeterli gelmeyeceği ve iyi halinin etkili, ideal anne baba olabilmede sadece bir giriş şartı niteliğindeki bir durum olduğu sonucuna götürüyor. İyi anne ve baba olmak zok mu zor? Bunun için kaç kitap okunmalı, neler izlenmeli, kendimizi nasıl geliştirmeli vb çılgınca soruların karşılığını “hayır” bunlara asla gerek yok diye vermeyi tercih ediyorum. Günde 15-20 dakikalık özel görüşmeler yapabildiğiniz, sorunlara birlikte çözüm üretmeyi hayata geçirebildiğiniz, acıyı, sevinci birlikte paylaşarak, geleceğe yönelik ortak hedefler koyabilmeyi başardığınız sürece, siz zaten bir kitap olmuşsunuz demektir. Bu husus abartarak dünyanın en ideal anne ve babası olmak gibi bir yanılgıya da düşmemelidir. Sizin misyonumuz, çocuklarının gözünde etkili, paylaşımcı, dinleyen, anlamaya çalışan, rehber olabilen anne babayı oynayabilmektir.
Hayatımda birbirine kenetli şu üç kemiyetin önemine burada değinmeden geçemeyeceğim. Hisler, düşünceler, davranışlar üçlüsüdür bu. Duygularını doğru yönetebilen, kendini kasmadan ve sınırları da aşmadan bunu başarabilenler, hayatta daima muvaffak oluyor. Zîra, duygularını yönetmeyi başaranlar bu vesileyle düşüncelerini de iyi yönde kanalize edebiliyor ve nihayetinde de nitelikli tanırlar, davranışlar ortaya çıkıyor. Çocuklarımıza bu anlamda duygu yönetimini ölümüne öğretebilmek durumundayız. Belki de etkili anne ve baba olabilmenin karnesindeki en ağır ders budur. Düşünsenize bir insan olabilme yolunda maddi ve manevi varlığa bakışın bu üç değerli kemiyetindeki başarı koskoca hayatında çocuklarımızın esaslı ve kararlı bir duruş göstermelerini sağlayacaktır. Mücadele ruhunu, sabrı, seviyeli tartışmaları, planlamayı, sınır koyabilmeli, zorluklarda destek almayı da içeren ve en önemlisi de sevgi ile bunların hepsini birbirine ilintileyen bir kafa, ailenin en değerli ürünü olmaz mı? Şimdiye değin bazı şeyleri bir anne ve baba olarak başaramamış olsak da şu andan itibaren çocuklarımıza yaklaşımımızı doğru zemine indirmeye başlarsak, onları yüreklerinden yakalayabiliriz. Şu da bir hakikat ki, yukarıda dile getirmeye çalıştığımız duygu, düşünce ve davranım üçlüsü burada da iş başındadır. Çocuklarının ve gençlerinin duygu iklimine temas edebilen anne babalara şükranlarımı sunmak isterim. Ne de sağlıklı bir iletişim ve bu iletişimden ortaya çıkan ne de kaliteli duruşlardır. İnsanların duygularına temas etmeyi başarabilirsek, düşüncelerini de etkileyebilir veya istenilen mecralara doğru bir farkındalığı sağlayabiliriz.
Diplomasını asla alamayacak da olsalar, çocuklarımızın ilk mektebi olan aile ne de güzel bir zemin ve masalsı da bir düzlemdir aslında. Onları geleceğe her yönden hazırlamak gibi bir yanlış açıyla bu görev icra edilemez. Bizler onların karşılaşabileceği her türlü zorluğu bütün detaylarıyla öngöremeyiz, en azından kâhin değiliz. Sevgiyi her an ve zeminde onlardan esirgememek, işte asıl mesele bu. Bunu başarabildikleri için anne ve babama olan sevgim asla eksilmedi. Ne de çetrefilli tartışmalar, yol ayrımları yaşanmış olsa da aramızda, sevgi denen o güçlü bağ hep vardı, capcanlıydı da. Değerlerin ilk basamağındaki adresimiz de olan aile, bize bu anlamda fırsatlar veren zemindir. Hiçbir şey için geç değildir. Biz onları anlamaya çaba sarf edersek, onların da bizleri anlayabileceğini unutmamak gerekir. Sevgiyle çıkılan yolda; kara, fırtınaya, doluya, sert esen rüzgârlara maruz kalınabilir ve fakat güneşin yeniden açtığı o yolda, yürümeye gücü verenin kendisi de sevgi değil midir? Sevgiyle, umutla kalınız.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.