Hayvanları Görüyor muyuz?
Açlığı ancak gerçek anlamda aç kalanlar bilir. Açlık, oruçluyken gün boyu aç kalmak değildir. Çünkü gün sonunda tıka basa yemek yenilecek, su içilecektir.
Açlık, günler boyu yiyecek bir şey bulamamak ve susadığında, içi kavrulduğunda bir damla suya bile ulaşamamaktır.
Eski zamanlarda sokaklarda çeşmeler vardı. Akan sular ark-kanal vasıtasıyla salınıp giderken bu sulardan hayvanlar da faydalanırdı. Suların apartmanlara hapsedilmesi de yoktu mesela. Müstakil evler vardı. Avlusunda bahçesinde olurdu suları. Musluk sularının yanı sıra su tulumbaları da vardı. İlla bir köşede su bulunurdu. Ve insanlar yemek artıklarını çöpe değil bir köşeye dökerdi. Mesela annem, "Nimettir, çöpe atılmaz, bir hayvan yesin" derdi hep. Her ne kadar o zamanlar bunun ne anlam ifade ettiğini anlamasam da, nimetin çöpe atılmayacağını annemden öğrenmiştim. Mekanı cennet olsun...
Modern hapishane dediğimiz apartmanların çoğalmasıyla maalesef her şey değişti. Yeşili kaybettik mesela. Gökyüzünü doyasıya görmeyi kaybettik. Komşuluk ilişkilerimizi, sevgiyi kaybettik.
Daha neler neler kaybetmedik ki...
Çevremize baktığımızda hayvanların aç susuz kaldığına çok şahit oluyoruz. Kimi insanlar bu konuda duyarlı kimi duyarsız. Duyarsız insanlara aç hayvanlardan bahsetsen "Allah kısmetini verir" der. Ama bu kısmetin biz insanlar eliyle verilmesi gerektiğini bilmez, düşünemez. Yemek artıklarını poşetlere bağlayıp çöp konteynerlerine atarlar. Çöpe atma, uygun bir köşeye dök desek, yok hayvanlar buraya alışıyor yok etraf kirleniyor deyip deyip dururlar. Hayvan görmeye tahammülleri olmadığı gibi dünyayı insanoğlunun nasıl kirlettiğini de bilmez, görmezler...
Bu sabah, balkon kenarına kediler için bıraktığım mamalara salyangozların üşüştüğünü görünce "Allah Allah! Salyangozlar kedi maması da mı yer?" deyip hayretle onları izlemeye başladım. Kirpilerin yediğini biliyordum ama salyangozun yediğine ilk defa şahit olmuştum. Hemen fotoğraflarını çektim ve kısmetlerine vesile olduğum için şükrettim.
Asla çöpe yemek artığı, ekmek atmam. Ya karşı parka götürür ya balkonun altına atar ya da çöpün kenarına bir yere koyarım. Kuşlar, kediler, köpekler, kirpiler ve daha nice nice farkedemediğimiz minik minik hayvanlar yesin diye. İllaki bir yerlere bir kap su da bırakırım.
Kuşların kısmetlerini yemek için inip kalktıklarını, kirpinin koşar adımlarla gelip balkon altındaki yiyeceği yiyip suya doğru koşuşturmasını izlerim.
Her ne kadar "Senin kedilerin zaten var. Mama ancak onlara yeter. Kapıya, pencereye gelen kedilere sakın mama verme, sonra alışıp hep gelirler" diye eleştiri alsam da, gözlerimin içine masum masum bakıp aç olduklarını bildiğim hayvanı kovup kapımdan geri çeviremem. Mama yoksa bile illa yiyebileceği bir şeyler veririm. İşte bu, bakmakla görmek arasındaki ince çizgidir.
Eleştirenler sadece bakarlar. Hayvanların aç veya susuz olabileceklerini anlamaz, hissetmezler. Çünkü bakmakla görmek farklıdır. Bakmak yüzeysel, görmek derinseldir. Görmek derinden hissetmeyi gerektirir. Empatiyi, vicdan ve merhameti gerektirir...
Sözün özü:
Açlık ve susuzluk zordur.
İnsan yüreğimizin empati, vicdan, merhamet ve sevgide birleşmesi dileğiyle; sevgiler.
Fotoğraf: S.Ün/03.06.2023
Kedi maması yiyen salyangozlar.