- 509 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KARTAL KANATLI KANARYA
Bizden sonraki kuşak, Paul Robeson adını hiç duymamıştır. Doğrusunu isterseniz, yaşı yetmişe yaklaşan bizim kuşakta da, adını zor zar duymuş olmalı. Oysa Amerikalı hukukçu, aktör ve özgürlük şarkıcısı Paul Robeson, 30 lu yılların başlarından itibaren, evrensel insancılık anlayışı çerçevesinde; dar görüşlere, ırkçılara ve demokrasi düşmanlarına karşı yalnızca Amerikan halk şarkılarıyla değil, kendi besteleriyle de karşı koymayı sürdürmüştür. Oyunculuk yaptığı bir çok filmde ise seçtiği roller, insanın bağımsızlığı ve özgürlüğü yolunda çalışan karakter ve kahramanlarla ilgilidir.
Paul Robeson babasının ’’presbyterian’’ rahibi olarak görev yaptığı NewJersey’e bağlı ünlü Princeton’da 1898’de doğdu. Babasının geçmişte kaçak bir köle, kendisinin de siyah çocuğu olmasına rağmen, beyazların çoğunlukta oldukları ’’Rudgers Koleji’’ni başarıyla bitirdi. Daha sonra Colombia Üniversitesi’nde hukuk okudu; ama fakülteyi bitirir bitirmez, şarkıcılığa başladı. Kara derili insanların ezilmişlik duygularını dile getiren şarkılar okuyordu. Bu etkinlikler Paul Robeson’a çok sağlam bir kariyer sağladı ve ünü önce ABD’de, sonra da bütün dünyada hızla yayılmaya başladı. Othello temsili, onu ününün en üst noktasına çıkardı. Robeson’un baş rolde olduğu filmler arasında, ’’Sanders of The River özel bir yer tutar.
’’Hammer Stüdyoları 1936 yılında Robeson’un ’’Sanders Of The River’’adlı filmle yaptığı sükseden yüreklenerek , yeni bir film çekmeyi kararlaştırdı. yeni film önceleri köle olan ama daha sonra sesinin güzelliği ve kendisine özgü üslubuyla ünlü bir şarkıcı olmayı başaran bir zencinin ünlendikten sonra ana vatanı Afrika’ya dönerek, yoksulluk ve bilinçsizlik içinde bulunan halkını büyücü ve şarlatanların istismarından kurtarmaya çalışmasını öykülüyordu.’’
Robeson, bilinçli bir politik kişiliğe sahip sanatçılar sınıfındandı. Sanatçı kişiliğiyle politik kişiliği tıpkı Nazım Hikmet’te olduğu gibi at başı gitmişti, sanatçı bir yandan türküleriyle tıpkı izdaşı Joan Baez gibi politik içerikli bir müzikaliteyi geliştirirken, bir yandan da etkin politikada rol almaktan çekinmemiştir.
Robeson’un tutumunu kendisininkine çok yakın bulan Nazım Hikmet’in, onun için yazdığı ’’Korku’’ başlıklı şiiri, zamanında kitaplarda yer almamış, el yazısıyla elden ele dolaştırılmıştır. Şiir, Radi Fiş’e göre, 1949’da Robeson’un Amerikalı ırkçılar tarafından linç edilmek istenilmesi üzerine yazılmıştır. Korku adlı şiirin dizeleri şöyledir:
Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson
İnci dişli, zenci kardeşim
Kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizi söyletmiyorlar bize
Korkuyorlar Robson, şafaktan korkuyorlar,
Görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar
Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
Sizin de bir Ferhatınız vardır elbet Robson, adı ne
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar
Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
Ne iskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli
Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine
Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar Ümitten
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizden korkuyorlar.
Nazım Hikmet, yıllar sonra Bursa Mapusanesi’ndeyken şiirlerini, şarkılarını ve kişiliğini sevdiği Paul Robeson’a tekrar dönecektir. Büyük şair o sırada yattığı açlık greviyle kendisine karşı düzenlenen komploya ve yapılan haksızlığa TBMM’nin dikkatini çekmeye çalışmakta ve bu tutumunda da kararlı görünmektedir.
Paul Robeson ise dünyanın öbür köşelerinde bulunan özgürlük düşkünü diğer yazar ve sanatçılarla birlikte Nazım Hikmet’in durumunu dikkatle izlemektedir. Ünlü bariton şöyle söylemektedir:
’’Biz Amerika’da elimizden geleni yapmalıyız ve Türk hükümetine Nazım Hikmet’i serbest bıraktırmalıyız. Amerikan milltinin kültürünü hakikaten seven yazarlarımız, ressamlarımız, aydınlarımız protesto sesini yükseltmelidir. Bu sesi susturmak isteyenlerin duyacakları gibi, Nazım’da sesimizi duyacaktır. Hemen harekete geçersek, büyük milli şairi, Türkiye emekçileri, Amerika ve bütün dünya için kurtarabiliriz.’’
Nazım Hikmet, 2 Mayıs 1950’de girdiği birinci açlık grevinin beşinci gününde ’’Kardeşlerim’’ diye başlayan bir şiir yazar. Baba şairin açlık grevinde ölmesinden korkan bir çok sanatçının, kendisini bu grevden vazgeçirmek amacıyla yazdıkları mektuplara karşılık, ’’bir tür cevap’’ niteliği taşıyan şiir...
’’Yinede yaşamakta devam edeceğim yanı başınızda:
Aragon’un mısrasında olacağım
-gelecek güzel günleri anlatan her mısrasında.
ve beyaz güvercininde Picasso’nun
ve Robeson’un türkülerinde.’’
Nazım Hikmet ile Paul Robeson yaşamda hiç karşılaşmadılar. 22 Kasım 1950’de Dünya Barış Kongresi’nin Varşova’da yapılan İkinci Toplantısı’nda Türk Şairi Nazım Hikmet’e Pablo Neruda, Pablo Picasso, Amerikalı şarkıcı Paul Robeson ile birlikte ’’Barış Ödülü’’ verilecekti. ama Nazım’ın toplantıya katılmak için pasaport isteği geri çevrildi. Yurt dışına çıkmasına izin yoktu. Onun adına ödülü Şilili şair Pablo Neruda aldı ve böylece büyük şairin Paul Robesonla karşılaşması mümkün olmadı. Neruda, Nazım Hikmet adına ödülü alırken şunları söyledi:
’’Cezaevlerindeki yılları boşa geçmedi, Nazım ’ın lirik yapıtları en yüksek noktasına orada ulaştı. Sesi dünyanın sesi oldu, Barış için savaşın bu önemli günlerinde, şiirlerimin onun şiirleriyle yan yana olmasından gurur duyuyorum.’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.