- 798 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ŞALCI BACIDAN İLKER BAŞBUĞA İÇİMİZE SİNMEYEN İDAMLAR -7-
9- DERSİM BİR BAĞ İÇİNDE, GÜLÜ BARDAK İÇİNDE
Bir insan düşünün... İdama götürülüyor... Hatta bırakın götürülmeyi doğrudan doğruya idam sehpasının üzerinde ve bu insanın son sözleri “Sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.” İse bu insanın idam edilişinde bir anormallik, bir acayiplik görmez misiniz? Bir kaç saniye sonra bu dünyadan ebediyen ayrılacak olan bir insanın son sözleri bu mu olmalıdır? En azından ’ Bu işin içinde bir iş var.’ Diye düşünmez misiniz? En azından araştırmaya değer bulmaz mısınız?
Seyit Rıza’dan bahsediyorum. Hani Şu Dersim İsyanının elebaşısı olan ve bu yüzden de idam edilen kişiden. Neden acaba ’ Yaşasın Aleviler’ Ya da ’ Yaşasın bağımsız Kürdistan ’ Demedi de son sözleri olarak bu acayip cümleyi sarf etti ? Oysa isyanı bir Kürt/ Alevi isyanıydı.(!)
Dersim dedim de...
Elli dokuz yaşındayım. Yedi yaşıda ilk okula başladığıma göre ve halen bir Tarih Öğretmeni olarak görev yaptığıma göre demek ki elli iki senedir okuldayım. Bu elli iki sene zarfında onlarca hükümet, onlarca Milli Eğitin Bakanı ve dolayısıyla onlarca Tarih Dersi Müfredatı değişti. Lakin ne on dört sene boyunca dirsek çürüttüğüm öğrenim ilk, orta, lise hayatımda, ne dört sene boyunca anamı ağlatan fakülte hayatımda ne de bu güne kadar sürdürdüğüm öğretmenlik hayatımda ders müfredatlarımız arasında ’ Dersim İsyanı/ Ya da olayları ’ Diye bir konu olmadı. Zaman zaman kulağımıza bir şeyler çalınsa da kısaca ’ Atatürk’ün son zamanlarında Dersim denen bir yerde Kürtler ayaklanmışlar, devlet de bu ayaklanmayı bastırmış. Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen, hain isyancıların anasını...’ Der geçerdik hep.
İşin ilginç tarafı:
T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük derslerinde ’ Milli Mücadele yıllarında faaliyet gösteren zararlı cemiyetler’ Başlıklı bir konu ve o konu içinde ’ Kürt Teali ve Teavün Cemiyeti’ Rahatlıkla anlatılır. Zararlı faaliyetlerine değinilir. Yine aynı dersin kapsamında ’TBMM ne karşı ayaklanmalar’ Başlığı altında ’ Milli Aşireti Ayaklanmasından Cemil Çeto’ya, Ali Batı Ayaklanmasından, Şeyh Eşref ayaklanmasına ve Koçgiri ayaklanmasına kadar tüm Kürt ayaklanmaları rahatlıkla anlatılabilirken bu gün de dahil olmak üzere Dersim İsyanından, daha öncesindeki Ağrı İsyanından tek satır bahsedilmez. 2009 Yılında Liselere ’ Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi’ Diye bir ders kondu. Bu derste II. Dünya Savaşından başlayarak Neredeyse günümüze kadarki pek çok olaya değinilmiştir. ( Hem Türkiye hem de dünya için önemli olan) İnsanoğlunun Aya gitmesi, Küba Krizi,Kore Savaşı, Bağlantısızlar Hareketi, Nato, BM, 27 Mayıs, 12 Eylül, Tv nin ülkemizde yaygınlaşması, hatta Zeki-Alasya- Metin Akpınar’ın ’Deve Kuşu Kabare’ Tiyatrosuna kadar bir çok konulara yer verilmiştir lakin Dersim İsyanı ile ilgili yine tek satır yoktur bu ders kitaplarında da.
Dersim’de artık ne olmuş ise belli ki bunun toplumun hafızasından tamamen silinmesi gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin ortak kararı olmuş.
Silinebilmiş mi peki?
Baktığımız zaman silinememiş olduğunu görüyoruz. İyi de ne oldu ki Dersimde bu adeta milli bir sır olarak saklanmaya, üzerine toprak dökülerek kapanmaya çalışılıyor?
Şöyle basit bir araştırma yaptığınızda bile orada 1937-1938 yıllarında çok büyük bir olayın yaşandğını görüyorsunuz. Mesela Kurtuluş Savaşımızda toplam şehit sayımız dokuz bin iken Dersim olaylarında - Resmi kayıtlara göre bile- on üç bin civarında insan ölmüştür. ( Bunlar isyan eden yöreler halkının kayıpları...Ordunun kayıpları bu kadar olmasa da tabii olarak asker-subay kaybı da bir hayli fazladır. ) Altmış adet yerleşim yeri tamamen boşaltılmış ve tamamen yakılmış... ( Bu da resmi kayıtlara göre ) Yani bir yerde Atatürk’ün Menemen için düşündüğü ama yürürlüğe konmayan ’ Vilmodit’ Dersim’de ( Yani Tunceli’de ) fazlasıyla uygulanmıştır. Binlerce aile Türkiye’nin başka şehirlerine göç ettirilip iskan edilmişler, yetim ve öksüz kalan çocuklar ya yatılı okullara ya da Batı Anadolu’daki bazı ailelere evlatlık olarak verilmiştir.
İyi de neden? Tunceli’nin suçu neydi? Niçin tüm bunlar reva görüldü bu güzel ile.
İşte bunu anlamak için daha gerilere gitmek gerekiyor.
Hani hep deriz ya ’ Malazgirt Zaferinden yani ta 1071 den beri Anadolu toprakları üzerinde hiç sorunsuz olarak kardeşçe yaşayan Türkler ve Kürtler’ Diye...Gerçekten de 1806 Yılındaki ilk ayaklanma olan Babanzade Abdurrahman İsyanına kadar Kürtlerin devlete karşı bir isyanından söz etmek mümkün değildir. 1806 İsyanı ise ne bağımsızlık ne de özerklik gibi bir talep sonucunda çıkmıştır. Babanzade Abdurrahman Irak’ta Süleymaniye valisi olamadığı için isyan etmiştir. Yani bir nevi Kanuni döneminde sadrazamlık bekleyen Ahmet Paşa’nın Mısır valiliğine tayin edildiği için ayaklanması gibi bir olaydır bu ilk isyan.
Bundan sonra da bir kaç küçük isyan olur. Ama çok da önemli değildir bu isyanlar.
1938 Yılından itibaren Kürt isyanlarında genel olarak hep bir aşiretin isminden bahsedilir: Bedirhaniler aşireti.
1938de ABD Doğudaki Nasturileri devlete karşı kışkırtır ve Şeytan diye niteledikleri Osmanlı Padişahına vergi vermemelerini söyler. Böylece bir Nasturi ayaklanması başlar önceleri.Bedirhan Bey Bu ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırır. Lakin ABD, İngiltere, Fransa da Osmanlı Devletine bastırarak on binlece Nasturi’yi katletmiş olan (!) Bedirhan Bey’in cezalandırılmasını ister. Osmanlı Devleti bu sefer de Bedirhan Bey’i cezalandırma yoluna gidince o da ayaklanır. Lakin sonunda Devlet onu Girit’e gönderir. Hatta Bedirhan Bey Giritte çıkan bir ayaklanmanın bastırılmasında devlete yardımcı bile olur ve bu yüzden de İstanbul’a gelmesine müsaade edilir.
1839da tanzimat Fermanının ilan edilmesi bölgedeki kürt aşiret resilerinden bazılarını rahatsız eder ve yer yer isyanlar çıkar. Ancak isyanların neredeyse hiç birinde bağımsız bir Kürdistan düşüncesi yoktur. Hatta yapılan Kürt ayaklanmalarının bazıları yine bazı kürt aşiretlerince bastırılır çünkü Kürtlerin büyük çoğunluğu kutsal saydıkları Halife’ye ( Yani Osmanlı Padişahlarına ) bağlı kalırlar hep.
Ta ki 1877-1878 Osmankı Rus Savaşına ( 93 Harbi ) Kadar.
Bu savaş sonunda İmzalan Berlin Antlaşmasında ilk kez Ermeni meslesi gündeme getirilmiştir. Hem Rusya, hem de İngiltere Doğuda bir Ermeni Devleti kurulmasını istemektedir. İngiltere sömürge yolları üzerinde kendisine minnettar bir Ermeni Devleti vasıtasıyla Rusların Akdeniz’e ve sömürge yollarına giden yollara sarkmasını önleyeceği için; Rusya ise kendisine minnettar bir Ermeni devleti sayesinde Akdenize ve İngiltere’nin sömürge yollarına daha rahat ulaşacağı için bir Ermeni Devletinin kurulması yolundaki çalışmalarını hızlandırırlarken bu bölgedeki bir başka etnik grup da dikkatlerini çeker ve onlar üzerinde de oynamaya başlarlar. Bu etnik grup da hiç şüphesiz Kürtlerdir.
1877 den itibaren yapılan tüm isyanlarda artık İngiltere’nin parmağı vardır.
Bu tarihten itibaren olan bazı isyanlar şunlardır:
1877 Bedirhan Osman Paşa ayaklanması
1880 Şeyh Ubeydullah Nakşibendî isyanı. İran, kendi bölgesindeki Kırmançi aşiretlerinden vergi almak ister. Halk, zaten şeyhe vergi ödedikleri için ayrıca devlete de vergi vermek istemez. Şeyh Ubeydullah ise, kendisine ödenen verginin kesilmesini, otoritesinin azalmasını istemez. Osmanlı Valisi aracı olur. İran kabul etmez. İngiltere tam destek verir. Ama sonuç yine başarısızdır. Şeyh Ubeydullah, Mekke’ye ailesi ile birlikte sürgüne gönderilir. [1908’de meşrutiyet ilan edilince ailesi serbest bırakılır. Oğlu Şeyh Abdülkadir Osmanlı Ayan Meclisi Üyesi (senatör) yapılır. Şeyh Abdülkadir daha sonra 1918’de İngilizler tarafından kurdurulan “Kürt Teali Cemiyeti” başkanı olur. 1925 Şeyh Sait isyanındaki desteği nedeniyle idam edilir. Oğlu Seyit Abdullah, babasının intikamını almak için 1926’da Şemdinli isyanını çıkarır.]
1889 Emin Ali Bedirhan ayaklanması.
1908 Şeyh Abdülselam Barzani isyanı. (Mesud Barzani’nin dedesi) Rus yardımı ile.
1912 Bedirhanlar ayaklanması..
1919 Malatya ve çevresinde ayaklanma, talan ve cinayetler. İngiliz Casusu Noel’in gayretleriyle...Ayaklanmayı Ali Galip yürütür. ( Daha sonra Sivas Kongresini basıp Mustafa Kemal’i yakalamak ya da öldürmekle görevlendirilir bu adam ama başarılı olamaz tabii ki )
1920 1 Haziran’da Milli Aşireti isyanı.( Önce Kuvay-i Milliye yanlısı olan bu aşiret TBMM nin açılışı üzerine Fransızların da etkisiyle ayaklanmıştır.)
Sonra ?
Sonrasındaki en önemli ayaklanma Koçgiri Ayaklanmasıdır. Dersim ayaklanmasını anlayabilmek için özellikle Koçgiri ayaklanması iyi bilinmelidir.
Yine bir husus daha bilinmelidir. Hem de çok iyi bilinmelidir. 1877-1878 Osmanlı Rus harbinden ( Yani 93 Harbinden ) Sonraki Kürt isyanları artık yöresel isyanlar değil kitlesel isyanlardır ve artık bölgedeki Kürt liderlerin bazıları özerklik, hatta bağımsızlık taleplerini dillendirmeye başlamışlardır.
Bu özerklik ya da bağımsızlık taleplerinde 1918deki Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra İngilizler tarafından kurulmuş olan Kürt Teali ve Teavün Cemiyetinin rolü oldukça fazladır tabii ki ancak bu bölüm yazımızın en başındaki yani Seyit Rıza’nın idamından önce söylediği son sözlere baktığımızda onun kendisine çok fazla oyun oynandığına adeta iman etmiş olduğunu görmekle birlikte bu oyunların İngilizler tarafından değil de doğrudan doğruya hükümet tarafından oynandığını ifade ettiğini de görüyoruz. Nitekim son sözlerinden birisi de ’ Hükümato zekereke be şeref= Alçak ve şerefsiz hükümet ’ Olmuştur.
Ortada bir oyun ya da İngilizlerin de çarpıtmasıyla çok büyük bir yanlış anlama vardır. Daha doğrusu yanlış anlamalara, yanlış yorumlanmaya çok çok açık olan sözler, belgeler..İşte Dersim İsyanından on yedi sene önceki Koçgiri Ayaklanması öncesinde 20-22 Eylül 1919 da Amasya’da Osmanlı Hükümeti adına Salih Paşa ile Mustafa Kemal arasında imzalanan Amasya Protokolünde geçen bir madde:
“Bildirinin [Sivas Kongresi Sonuç Bildirisi] birinci maddesinde, Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırının Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı toplumundan ayrılmasının imkânsızlığı izah edildikten sonra bu sınırın en az bir istek olmak üzere elde edilmesi gerektiği birlikte kabul edildi. Bununla birlikte Kürtlerin gelişme serbestliğini sağlayacak şekilde ırk hukuku ve sosyal haklar bakımından daha iyi duruma getirilmelerine izin verilmesine ve yabancılar tarafından Kürtlerin bağımsızlığını gerçekleştirme amacını güder gibi görünerek yapılmakta olunan karıştırıcılığın önüne geçmek için bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi hususu uygun görüldü…” Altı çizili hususlar şöyle yorumlanmıştır bir takım Kürt aşiretlerince: ’Kürtler ve Türkler birbirinden ayrılamaz. Yabancı Devletlerin kışkırtcılıkların önüne geçmek için Kürtlere bağımsızlık verilecekmiş gibi davranmalıdır. Ancak Kürtlere gelişme serbestliği tanınmalı ırk hukuku ve sosyal haklar bakımından durumları daha iyiye getirilmelidir.’ Yani Kürtlere Özerklik verilmelidir. ( Nitekim Osmanlı Devletinden kopan tüm Balkan Devletlerinde , Osmanlı Devletinden öncelikle bu tür reformlar istenmiş, bu reformlar yapıldıktan sonradır ki sırasıyla özerklik ve nihayet bağımsızlık gelmiştir. )
Koçgiri Ayaklanmasına geçmeden önce iki belge daha sunalım:
1.BELGE : SEVR ANTLAŞMASI
Md.62:Fırat’ın doğusunda, ilerde saptanacak Ermenistan’ın güney sınırının güneyinde.. Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini, işbu Antlaşma’nın yürürlüğe konmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul’da toplanan İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerden her birinin atadığı ve üç üyeden oluşan birer komisyon hazırlayacaktır.Herhangi bir sorun üzerinde oy birliği olmazsa, bu sorun, komisyon üyelerince, bağlı oldukları hükümetlere götürülecektir.Bu plan, Süryani-Keldaniler ile bu bölgelerin içindeki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tüm güvenceleri de kapsayacaktır.
Md.63:Türk hükümeti, 62.maddede öngörülen komisyonlardan birinin ya da ötekinin kararlarını, kendisine bildirildiğinden başlayarak üç ay içinde kabul etmeyi ve yürürlüğe koymayı şimdiden yükümlenir.
Md.64:İşbu Antlaşma’nın yürürlüğe konmasından bir yıl sonra, 62.maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgedeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvururlarsa, Konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa ve bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türklere salık verirse, Türkiye bu tavsiyelere uymayı ve bölgeler üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi şimdiden yükümlenir.
2. BELGE:
“Kürt sorunu- asla- bizim, yani Türklerin çıkarına olarak söz konusu edilemez. Çünkü; bildiğiniz gibi, bizim ulusal sınırlarımız içerisinde Kürt unsurlar o şekilde yerleşmiştir ki; pek sınırlı yerlerde yoğundur. Yoğunluklarını yitire yitire ve Türk unsurların içine gire gire öyle bir durum ortaya çıkmıştır ki Kürtçülük adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi yok etmek gerekir.. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden ayrı tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük hayal etmektense bizim anayasamız gereğince zaten bir tür yerel özerklikler kurulacaktır. O halde hangi il- ilçe halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka, Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları (Kürtleri) da birlikte ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine sürekli sorun çıkarmışlardır. Şimdi; TBMM hem Türklerin hem Kürtlerin milletvekillerinden oluşmuştur. Bu iki unsur bütün çıkarlarını ve yazgılarını (kaderlerini) birleştirmiştir. Yani, onlar bilirler ki; bu (yazgı) ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz. “
Bu sözler bir basın toplantısında söylenmiştir ve içindeki sadece altı çizili cümleleri çekip alırsanız Yukarıda verdiğim Sevr Antlaşmasının ilgili maddeleri ya da bu günkü bölücü dediğimiz insanların söylemleri ile oldukça yakınlıklar görmek mümkündür.( Bölücü başı bile bağımsız bir devlet değil, Türkiye sınırlrı içinde özerk bir Kürdistandan bahsetmektedir.)
Peki ikinci belgedeki sözler kime aittir ve ne zaman söylenmiştir?
Bu sözler 16 Ocak 1923te İzmit’te bir basın toplantısında Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın ’ Kürt sorunu nedir’ Sorusu üzerine Atatürk’ün verdiği cevaptır.
1921 Anayasasında da geçer bu muhtariyet ( Özerklik ) Kelimesi. Şöyle:
MADDE 11- İl, yerel idari işlerde tüzel kişilik ve "özerklik" içerir. Dış ve İç politika, anayasal, adli ve askeri bütün uluslar arası ekonomik ilişkiler ve hükümeti genel yükümlülükleri ile yararları birden çok ile yayılan durumlar hariç olmak üzere Büyük Millet Meclisince yürürlüğe konulacak yasalar doğrultusunda Vakıflar, Okullar, Eğitim, Sağlık, İktisat, Ziraat Bayındırlık ve Sosyal Yardım işlerinin tanzim ve idaresi İl Genel Meclislerinin yetkisi dahilindedir.
1924 Anayasasında bu madde tamamen kaldırılmıştır. Çünkü bu madde siyasi özerklik olarak algılanmış, bu gün hâla bu madde üzerinden ’ Atatürk Kürtlere özerklik vaat etti.Onları ancak bu şekilde Kurtuluş Savaşına dahil etti. İşi bittikten sonra da kaldırıp bir tarafa attı.Hatta onları yok etmeye çalıştı’ Tartışmaları yapılmaktadır.
Seyid Rıza İdam sehpasında “Sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu.’ Derken bir taraftan işte bu Kürtlere vaadedilmiş olduğu halde sonradan vazgeçildiğine inandığı ’ Özerklik ’ Yüzünden, öte taraftan da kendisi ile bir görüşme ve barış yapılması için çağrılmış olmasına ve bu çağrıya icabet edip gittiğinde tutuklanması, nihayetinde Atatürk’ün Elazığ’a geleceği öğrenildiğinde o gelmeden alel acele, bir pazar gününü pazartesiye bağlayan gece saat 1 gibi idam sehpasına konması üzerine demiştir “Sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama sizin önünüzde diz çökmedim. Bu da size dert olsun.’
Dersim isyanı ve yaşananlar yakın tarihimizin en acı olaylarından birisidir. Ancak bu olayın sebep ve sonuçlarını tüm teferruatıyla ele almadan önce şunu belirtmeliyim ki İdam sehpasında ’ Evlad-ı Kerbelayık--Bi günahık-- Yazıktır--Zulümdür...’ Diyen Seyit Rıza Evlad-ı Kerbela olduğu konusunda, 16 Yaşındaki oğlu Resik Hüseyin’in - Tüm ricalarına rağmen - Kendisinden önce idam edilmesini zulüm olarak ifade etmesi konusunda, Kendisi dahil bir kaç asinin yaptıkları için tüm bir halkın cezalandırılmasının yazık ve günah olması hususunda tamamen haklı olmakla birlikte ’ Bi günahık’ Yani ’ Günahsızız, suçumuz yok ’ Derken doğruyu söylememekteydi. Suçu oldukça fazlaydı...Zaman zaman o suça adeta itilmiş olsa da çok fazlaydı suçu...
DEVAM EDECEK
YORUMLAR
Hâlâ 1937-1938'lerde olagelen bu tarihi süreç devam etmekte. Yine aynı kışkırtıcılar, belki kimlikleri değişerek devam ediyor ve bir sonuca varılamıyor.
Kökten değişmesi gerken konular var. Halkın toprak sorunu, ağalık, şeyhlik gibi.
Türkiye bir bütündür ilkesi çevresinde bütün yurttaşların hakkı sonuna kadar korunsa ve dış müdahalelere
uygun ortamlar hazırlanmasa ne iyi olur ama durum bambaşka ya da aldatılıyoruz, kürtler ve türkler olarak.
tebrikler,
aydınlatıcı bir yazıydı,
selâm ve sevgiler..