- 868 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Savaşçı Geldi Savaşçı !
Merhaba, benim adım…. Neyse bunun pek önemi yok. Tek söylemek istediğim; savaşmaktan yana olduğum. Evet, ben savaşmayı istiyorum. Bu öylesine söylediğim bir şey değil. Savaştan yanayım evet. Ta baştan beri böyle düşünüyordum ben. O zamanlar böyle söylediğimde insanlar tuhaf bakardı bana. Biliyorsunuz işte; manyak bu, diyenler mi, kafayı yemiş, diyenler mi, savaş cinayettir, diyenler mi? Ama ben o zamanlar bile hakkımda böyle düşünenlere kızmıyordum. Bugün artık çok şükür ki, neredeyse çoğunluk benim gibi düşünüyor.
Savaşmak iyidir. Savaş iyidir. Çünkü savaşta öldürme yetkiniz var. Hele o üniformalar! Farklı bir havası var. Benim için kız istemeye gittiğimizde bile bu üniformayla gitmiştik. Hemen de verdiler kızı bana. Gerçi sonra… Neyse bunu daha sonra anlatırım.
Evet, ne diyordum? Üniformaların gerçekten farklı bir havası var. Bizim tabur komutanımızın dediği gibi, bu üniformaların her birinin içerisinde birer kahraman duruyor. Bunu söylediği zaman arkadaşlarımızdan birçoğu bir şey anlamamış hatta bıyık altından gülenler olmuştu. Ama ileride kendileri de birer terörist kulağı ya da kellesi alıp getirdiklerinde anlayacaklar kahramanlıkla neyin kastedildiğini. Zaten buna bir alıştılar mı son vermek bile istemezler. Bunu ben bizzat kendim yaşadım. Bu yüzden de sonuna kadar asker mesleğinde kalmaya karar verdim. Hem ayrıca…
Özür dilerim alarm çalıyor. Önemli bir şey olabilir. Sonra yine sohbet ederiz….
Evet, yeniden buradayız işte. Düşündüğümden daha da uzun sürdü bu defaki. Karşı tarafa takviye kuvvet gelince bayağı zor durumda kaldık. Üsteğmen Tuncay’ı şehit verdik. Yerine yeni birisi gelecektir mutlaka. Son altı ayda bu üçüncü değişiklik. Tabi, tabi arkadaşlarımızdan da vurulanlar oldu. Sanırım altı şehit verdik. İyi bir rakam değil elbette. Bunu Fatih üsteğmenim de söyledi. O benden de eski buralarda.
Ben iyiydim bugün. Altı kelleden sonra saymayı unuttum. Ama sanırım epeyce olmuştur. İlk başlarda o heyecan ve gururla kesinlikle tek tek sayardım öldürdüğüm leşleri. Zamanla sohbetini bile etmiyoruz artık. Sadece yeni gelenler heyecanla, oradan oraya koşup anlatıyorlar bunları. Biz eskiler için sıradanlaşıyor artık. Bazen yeni gelenler arasından bana “neden?” diye soranlar da çıkmıyor değil. Elbette kızıyorum böyle saçma bir soruya. Neden? Neden olacak? Kazanmak, o vatan hainlerinin sonunu getirmek için. Hele bunu sorduklarında gözlerinden acıma veya korkma duygusunu gördüğümde bir dipçik darbesiyle yere indirmek istiyorum onları bazen. İnanın kendimi tutmakta zorlanıyorum. Bütün o anlattıklarımızdan sonra hala aptal gibi bakıp neden diye sormaları yok mu? Sanki ne kahraman olmak, ne vatan ne de bayrak umurlarındaymış gibi. Kafalarında ne zafer, ne yükselmek, ne kazanmak, ne daha iyi bir yaşam, ne güçlü olmak, ne kariyer, ne daha çevik olmak, ne daha hızlı olmak ne de daha güçlü olmak var. Gerçi inanın bana, onlar da bütün bunları isterler de, henüz o şansı yakalayamamış olanlardır bunlar.
Ha, şeyi anlatacaktım. Kızı istemeye gittik dedim ya. Elbette verdiler kızı. Evlendik sonra. Eşim oldu. Bir de çocuğumuz. Ama ben sürekli asker olarak kalma kararı alınca, eşim zavallı korktu mu ne, çocuğumuzu da alıp terk etti beni. Sonra da boşandık. Neler söyledi bana neler. Söylemediğini bırakmadı daha doğrusu… beni artık tanıyamıyormuş, ben o eski ben değilmişim, cani ruhluymuşum, insan sever değilmişim, barıştan değil savaştan yanaymışım. Ne yapsaydım yani? Bunca yıldan sonra bir anda nasıl değişebilirdim? Hem neden değişeyim ki? Korkak mı olayım yani? Zaten ona son olarak söylediğim söz de buydu. Korkak mı olayım yani? Şimdi artık bekâr da olsam, evliyim diyorum soranlara. Evet, evliyim ama bana sadık biriyle. Mesleğimle, işte şu silahımla evliyim ve de mutluyum.
Tabur komutanımız da bugün bir tuhaftı. Neymiş efendim, son zamanlarda komuta kademesindeki arkadaşlarımızın şehit olması iyiye işaretmiş. Onların ön saflarda olmaları ve kendilerini feda etmeleri erlerin daha az kayıp vermelerine neden oluyormuş. Demek ki altı erin ölümü azmış. Oysa kendisi kesinlikle uyuyordu odasında tüm bunlar olup biterken. Adamın tuzu kuru. Babasının metal fabrikası varmış diyor ama metalden ne kastettiğini söylemiyor. Emekli olunca fabrikanın başına geçecekmiş. Artık ne üretiliyorsa…
Bugün ilk kez midem bulandı gördüklerimden. Şimdiye kadar hiç böyle olmamıştım. Çatışma anında dürbünümle bizimkilerin durumuna bakayım dedim. Çamurdan, yağmurdan kirlenen dürbünümü temizleyip baktığımda Amasyalı er Oktay’ı gördüm. Cansız yerde yatıyordu ve yüzü paramparçaydı. Bir kolu da kopmuştu sanırım. Midem alt üst olunca bakamadım daha fazla. Oysa Oktay da kazanmak, kahraman olmak istiyordu. Hep en önde gitmeye gönüllü biriydi. Yazık oldu Oktay’a. Daha şimdiden görüyorum onun için yapılacakları. Bayrağa sarılı tabutu, sloganlar, nutuklar, şehitlik, toprak, bitti işte. Onun da anılması bu kadar olacak. Zavallıyı o haliyle annesine bile göstermeyecekler.
Anne dedim de, bu sabah annemleri aramıştım operasyona çıkmadan önce. Her zamanki şeyler işte. İyiyim, merak etmeyin, siz rahat olun, biz burada kimseye, hiçbir kalleşe göz açtırmayız, falan filan. Annemse her defasında ne yapar eder bana çocukluk arkadaşım komşumuzun oğlu Serhat’ı örnek verir. Okudu da, meslek sahibi oldu da, kısa dönem askerlik yapıp geldi de, şimdi rahatı huzuru yerindeymiş de… Anneme kızamıyorum elbette. Ona, hadi bakalım Serhat da bir kahraman olsun da göreyim, diyemiyorum.
Üç ay önce izin alıp gittiğimde görmüş konuşmuştum Serhat’la. Hatta söylemekten utanıyorum ya bunlar beni, felekten bir gün çalalım diye bir pavyona götürdüler. Bütün kadınlar Serhat’ın etrafında pervaneydi. Meğer her hafta oralara takılırmış. Kadınların kendisine gösterdikleri ilgiyi gözümün içine sokarcasına: bak, görüyor musun? Ben bunların hepsinin kahramanıyım, demişti. İşte Serhat anca pavyonda kahraman olabilirdi. Gelsin de dağlarda, vadilerde, uçurumlarda, kar altında, kurşun yağmuru altında kahraman olsun. İşte bunu anlatamıyorum anneme. Serhat gibiler korkan, yenilen, kaybedenlerdi. Kaybedenler de kimsenin umurunda olmuyordu zaten. Şehit arkadaşım Oktay da kaybedenlerden değil miydi? İşte kaybedenler öylesine unutulur. Bu yüzden ben kaybetmeyeceğim. Kahraman olmaya devam edeceğim. Kahraman olarak bitireceğim. Buna çok önceleri karar vermiştim. Bir keresinde yaralı bir arkadaşımızı hastaneye götürünce orada daha önce yaralanmış ve hastanede kalmakta olan arkadaşları gördüm, gördüm de acıdım, acıdım da daha bir hırslandım kahraman olarak kalmaya. Çünkü kimisinin bir bacağı, kimisinin bir kolu, kimisinin de ne kolu ne bacağı vardı. Oraya öylesine boş bir çuval gibi atılmışlardı. Ne arayanları vardı ne soranları. Onlar isteseler de artık birer kahraman olamayacaklardı.
Yağmur ara vermeden yağıyor. Tam bir hafta oldu. Gözümüzü açamaz olduk yağmurdan ve bazen atıştıran kardan. Son zamanlarda çatışmaların, operasyonların ardı arkası gelmez oldu. Çok da kayıp verdik. Ranza arkadaşım Balıkesirli Yalçın’ı da şehit vermiştik dört gün önce. Kaybetti işte. Kaybedenlerin de sözünü etmeye değmez zaten.
Dediğim gibi, ben kahraman olarak kalacağım. Seviyorum ben savaşı.
Bana adını bile söylemeyen bu askeri az sonra iki bakıcı gelip aldılar. İlaç saati gelmişti. Biraz sonra da bana sohbet etme izni veren doktor içeriye girdi.
-Nasıl, dedi. Sohbetiniz iyi geçti mi?
-İyi mi? Dedim hüzünlü bir tebessümle.
-Buna şükredin, dedi. Ben en olurunu seçip size gönderdim. Zararsızdır garibim. Sadece anlatır. Sanki hala oralardaymış gibi anlatır. Daha neleri, ne durumda olanları var bir bilseniz. Bu en azından saldırgan değil. Sakin. Sadece anlatır. Kafayı tamamıyla sıyırmış olanlar mı dersiniz, her sabah saat beşte bütün ev halkını, kalkın saldırıya geçtiler ne uyuyorsunuz, diyerek eline geçirdiği sopayla dövüp uyandıranlar mı dersiniz, anlaşılmaz bir dille sürekli konuşup ağlayanlar mı dersiniz, intihar etmeye kalkışanlar mı dersiniz. Var da var işte.
-Peki, ne olacak bunların sonları?
-Ne mi olacak? Onlar zaten kaybedenler. Kaybedenlerden de kimse söz etmez zaten. Kaybettikleriyle kalacaklar, dedi.