- 8 Kasım 2011'den beri üye
Kendisi Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı
İskoç kadın yazar Alastoria Zweig'in kaleminden Serdar SENGİRİlk defa İrlanda'nın en melankolik kenti Dublin'de, Sean Moore Parkında tanıştık. Hiç olacağıma, şair oldum diyen bir adamdı karşımda ki. Açıkçası merak etmiştim onu. Heybetli biri değildi belki ama cezbeden bir yanı vardı. Kahvesini içerken natürmort bir tablo gibi duruyordu sanki. Ona merhaba dediğimde, bacak bacak üstüne atmıştı. Uzak denizleri seyre dalmış devrimci edasıyla durması başımı döndürüyordu. İtiraf etmeliyim ki, daha evvel hiçbir erkeğe bu denli ilgi duymamıştım. Oturabilir miyim dedim. Oturamazsın dedi. Ey Allah'ım! O kadar mı çirkindim? O kadar mı zayıftım? Bir insan hem bu kadar küstah hem de bu kadar nasıl naif yürekli olabilirdi? Eğer bir tabancam olsaydı alnının çatısından vururdum o an! Sanatçılar hoyrat olurlardı belki ama bu kadarı da fazlaydı. Fransızca küstahlık yapma manasında Fais pas le malin, toi diyesim vardı o an. Ama şapkasının altından gülümseyen o masum tebessümü görünce nasıl diyebilirdim ki? İçimden en militan kelimelerimle saldırmak geçmesine rağmen tek kelime bile edemedim huzurunda. İlk defa düşüncelerimi fiile dökemediğim için müteessirdim ama işin garip olan yanı umurumda bile değildi. Serdar SENGİR'de en çok merak ettiğim şeylerden biri de, evinin bir odasını insanlardan aldığı değersiz şeylerle doldurup, gerçekten 'Değersizlik Müzesi' haline dönüştürüp, dönüştürmediğiydi. Onunla iki yıla yakın zaman geçirdim. Sanatının ve yaşamının önemli bir kesimine şahitlik etmeme rağmen hala ben onu yakinen tanıyorum diyemem. Ama bazı izlenimlerimi edebiyat ve sanat çevresiyle paylaşmaktan kıvanç duyduğumu da ifade etmeliyim. Belki, Irene Nemirovsky olup Anton Çehov'u anlatmaktan daha zordur Serdar SENGİR'i anlatmak ama, protez bacaklı şairi anlatmak için ona kendi dilimde Sanatın Macnair'i (Varisin oğlu) diyerek sözlerime başlamalıyım sanırım... İnsanlar tarafından, bazen seküler zannedilir, bazen radikal anarşist, bazen fundamentalist. Bazen gazel yazan gazelhan, bazen devrim türküsü haykıran bir proletarya, bazen suskun bir devlet yanlısı, bazen sistem karşıtı bir savaşçı, bazen demokrat, bazen hatip, bazen avam. İçinde ki çocuğu asla büyütmemeye kararlı entel bir demokrat. Hem değil mi ki, insan her yaşta çocuktur, değişen sadece oyuncaklardır der V. Hugo. Bazen Arapça, bazen Fransızca, bazen Grekçe, bazen Farsça yazar. Bazen Ortaçağ Avrupa coğrafyasında yaşarken, bazen de Osmanlı devrinde yaşayan yeniçeridir. İspanyol ressam Francisco de Goya’nın dediği, Lux ex tenebris (Işık karanlıktan doğar) hakikatini ülkesinin felsefesine uygulamak için çırpınmıştır. Bazen sömürüye uğrayan bir çingene çocuğu, bazen münevver bir devlet adamı, bazen devlet politikalarını eleştiren nihilist bir adam. Şiiri ve davayı karısı olarak gördüğünden, evlenmemiştir. Zaten, şiirin üstüne kuma gelmeyi kimse kabul etmemiştir esasında. Evladından, davasından ve sanatından daha mukaddes bir eş arzuladığı için beklentilerine insanların cevap veremeyeceğini anladıktan sonra, bütün kadınlara tepeden bakmayı şiar edinmiştir. Hem kadınlara mukaddes manalar verirken hemde onlardan ölesiye nefret etmesine şaşırmamalı doğrusu. Kadınların ayağına bütün İran halkını köle yapacak kadar uçuk, Hazar kıyılarından yük trenleri ile kadınına inci taşıtacak kadar da zalimdir şiirlerinde. Onu tanımak için yapılması gereken tek hakikat, ezoterik sanatına ve sürrealist ufkuna kulak vermek olacaktır. Bazen Anton Çehov, bazen Spinoza, bazen Ahmet Kaya, Bazen Necip Fazıl, bazen Nazım Hikmet, bazen Şinasi, bazen Fuzuli, bazen Allah’ın şeriatına karşı gelen ahmakları eleştiren dindar bir adam. Entrikalara, baskıya ve adaletsizliğe uğramasına rağmen asla pes etmedi. Birkaç kez yaralandığı halde davasından asla vazgeçmedi. Geçirmiş olduğu soruşturmalar, fişlemeler, uğradığı haksız mesnetler onu asla yıldırmadı. Diktatöryal rejimlerden, sömüren zihniyetten ölesiye nefret ettiğine ve mücadele ettiğine çok uzakta bir İskoçya'lı olarak ben bile şahit oldum. Ülkesi için istediği en büyük ideallerden biri, anaların çocukları yerine tabutlara sarılmamasıydı. Yüzünü dağlara dönen bir toprağın çocukları olmak istemediğini yüzünden anlayabilirdiniz. Eylemleriyle bütün kentleri, sokakları, caddeleri ve hayatı kuşatan bir ideolojiye tamah etmiştir çoğu eserlerinde. Hayatı boyunca bir uçan balon hediye edemeyen ama uçan balondan başka her şeylerini veren kadın kırıntısı aşklarına içten içe acımıştır. Jacob Burckhard'ın 'Ehrgefühl' diye betimlediği şeref kavramından yoksun insancıkları, kendi iç hegemonyasında oluşturduğu krematoryumda yakacak kadar asil yüreklidir. İspanyol sevgilisi Alejandra'ya sadece karanlıkta güzelsin diyecek kadar da ileri gitmiştir ayrıca. Bazen ülkesini çok seven bir vatansever, bazen ülkesini terk etmek isteyen kaçak. Askerdeyken bile, sakıncalı ve şüpheli ilan edildiği için sürgünlere yollanmıştır. Bazen, genç bir âşık, bazen aşk acısı çeken bir zavallı, bazen ölmek üzere olan asırlık bir çınar, bazen softa, bazen cahil, bazen âlim olabilmekteydi. Hayatı boyunca tipsiz generaller ve Sovyet Prezidyumu kılıklı tipsiz oligarklar ile mücadele ettiğinden hapis kararları ile susturulmaya çalışılmıştır. Bazen gaddar, bazen mülayim, bazen celalli ve bazen de Türkçe'yi ortaokulda öğrenmiş mağrur bir Kürt gencidir. Hüznü ve neşeyi içinde barındıran bir Gaucho şarkısı Vidalita’dır onu esas tarif eden. A.N. Asya ile bir yemekte otururken,' Onlar asil doğmuşlar çocuğum, bize de asil ölmek kalmış' demesinin akabinde onurlu bir mücadele hayatına girişmiştir. Amor Fati, yani kaderini sev manasındadır bütün öğüdü. Sanatın her türlüsünü kucaklamış, şiirin bütün kollarını ezbere bilen, sanata hizmet etmeyi şeref telakki eden bir adam. Bildiği tek hakikat, ben biliyorum demenin zavallılığıdır. Camiasını profesyonel yalancı olarak telakki etmesine rağmen yalandan nefret eder. Türk ve dünya edebiyatına katmış olduğu yeni kavramlar ile bir mihenk taşıdır esasında. Kadınları bazen ayaklarına kapanacak kadar çok sevmesine rağmen bazen de Allahümme ecirna min şerrin nisa diyecek kadar ileri gitmiştir. Sansasyonel aşkları ile devrim türkülerine taş çıkaran şair, hakiki manada kendi zekâsını gösterdiği kadınlar tarafından hep nefretle anılmıştır. Çünkü zekâsının karşısında hep hicap duyan kadınlar bu duyguyu ancak nefretle aşabilmişlerdir. Karşı cinsleri tarafından anlaşılamamaktan, yaralanmaktan şekva ederken işin enteresan tarafı hemcinsleri de çok zayıf kalmışlardır mevcudiyeti karşısında. Ara sıra umursamaz hoyratlıkla bir barinden, bir aristokrattan çok, bir dağlı gibi davranmasında ki esas amaç, asaleti ve zarafeti karşısında kimseleri ezmemek içindir. Zaten L.N. Tolstoy'u da karısı bile anlayamamıştı ki! Çok yönlü incelendiği zaman, toplumun her kesiminin kolaylıkla idrak edebileceği tarzda eserleri çoğunluktadır. Zalimler ölmüyor diye artık hüzne kapılmıyordu onu tanıdığımda. Çünkü kalbine sükûnet veren tek hakikati keşfetmişti. Ra'd Suresi, '“Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur'. Heyhat, artık şu sözü nasıl unutabilirdi ki? Ad vitam æternam, age quod agis! (Sonsuz bir hayat için ne yapıyorsan onu yap!) Adının, yaşının, işinin ne önemi var ki? Kendini çok merak edenlere hep şöyle derdi, “Adam olmaya çalışıyorum”… Bazen Münzevi mahlasını kullanır ama edebiyat çevresinin tespitlerine göre ve benimde katıldığım genel kanı, onun kendini Serdar SENGİR zanneden delinin teki olduğudur… Araştırmacı-Yazar Alastoria ZWEİG 2006' Edinburgh