Geçmiş daima yanı başımızdadır ve bizimle ne zaman yüzleşeceği belli olmaz.
ŞairYazar
- 13 Şubat 2007'den beri üye
İncelemeler
10 yıl
İnceleme
Elif Şafak'ın 'İskender'i
Osman Aytekin
"İskender" Elif Şafak'ın son romanı. Son romanı demek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Önceleri İngilizce olarak romanı yazmış ve şimdi de Omca A.Korugan'la birlikte çevirmiş.
"İskender"in önce kapağından başlayalım. Yazar, "1,5 yıldır hep İskender olmanın nasıl bir şey olduğunu düşündüm, ister istemez İskenderleştim" diyor... Bu nedenle de yazar erkek kılıklı duruşuyla bu kitaba kapak olmuş. Bunu özünde de hissetmek istemiş ve kendini romana adapte etmiş görünüyor.
Yazar'ın, kitapta okuyuculara ne vermek istediğine baktığımızda İskender olmanın zorluğu ve üzerimize giydirilen erkeklik ve kadınlık kalıbının sorgulanması görülüyor. Bu kalıplar neticesinde İskenderler inciltiliyor ve incitiyorlar. Şafak bu zincirin kırılmasını istiyor. Mekân olarak da en fazla töre cinayetlerinin olduğu Güneydoğu'yu; Fırat Kenarında bir köyü seçiyor. Kitapta yer yer yoksulluk kendine yer buluyor: "Mala Çar Bayan köyünde dolaşıp tarihi harabelere, çatlak duvarlara, oyuncaksız büyüyen çocuklara baktıkça burada zamanın hiç ilerlemediği hissine kapılmış. Manzara çorak, kasvetli..." -sh.190-
Şafak, Kürt-Türk farklılığı üzerinde durarak, doğuştan gelen farklılıklara karşı saygı gösteriyor. Dini mevzulara da giriyor. Ufak tefek eleştiriler olsa da dine karşı saygısını kendi ifadesine göre tasavvufa bir alt damar olarak yer verdiğini kaydediyor:
"Türkler ve Kürtler de birbirlerinden farklıydı, keza bazı Kürtler de diğer Kürtlere benzemiyordu. Köyde bile her ailenin bir başka hikâyesi vardı ve her ailede hiçbir çocuk bir diğerinin aynı değildi. Eğer Allah bütün insanları aynı yaratmak isteseydi öyle yapardı mutlaka. Pembe, O'nun takdirine güveniyordu. İnsanları oldukları gibi kabul etmek O'nun kutsal düzenine saygı göstermek demekti."-sh.149-
"Aşırı dindarları anlamıyorum. Sorsan fikirlerinin, bütün insanlık için olduğunu söylerler ama onlara azıcık tersdüşmeyegör, anında seni dışlamaya hazırlar. Yine de benim gibilere nazik davranırlar. Günahkârız çünkü bizi doğru yola getirip bu sayede Tanrı'nın gözüne girmek isterler. Hakikaten iyilik etmek değil çoğunun derdi, sadece cennete giriş için puan toplamak" -sh.180-
"Eğer ebeveynin Allahsızsa sen onlardan değil, Allah'tan yana olmalısın. Çünkü O, anne babadan yücedir. Ama dikkat! Eğer sen de inançsızsan ve anne babana başkaldırırsan, tutunacak dalın kalmaz."-sh.330-
İskender romanının bir bölümünün Londra'da yazdığı belirtiliyor. Roman da Türk-Kürt kökenli, Londra'ya göç etmiş bir aile üzerinden çoğu zaman geçmişe giderek göçmenlerin durumu anlatılıyor.
Roman 1946 ile başlıyor; 1954.1963.1977.1978 yılları arasında gel-gitler ve nihayet 1991-1992 yılında son sözü söylüyor. İskender, annesi Pembe'nin çevresinde ve İstanbul, Londra, Abu Dabi gibi farklı şehirlerde geçen bir hikâye.
Romanda kişilerin kimlik ağacı da çıkarılmış.
Hayatta duyulan pişmanlıkların bir özeti gibidir bu ifadeler: "Yazgısıyla evli CEMİLE yeter kaderine varmıştı. Bu sebeple annesi ona yeter demişti. Onlar tek beden, tek ruh imişler PEMBE ve CEMİLE: kader ve yeter. Kabahat bende. Âdem'le senin yerine benim evlenmem büyük hataydı."
Roman kahramanı İskender Toprak: "Sevginin ve aşkın karmakarışık halleri üzerine aldığı ilk hayat dersiydi bu" bu karmakarışık haller bir bakıma Elif Şafak'ın İskender romanıyla ilgili düşüncelerini deşifre ediyor. Elbette sadece bu cümlelerden ibaret değil. Romanın en vurucu tarafı, örneğin; "En çok sevdiklerimizi incitiriz" cümlesi; bu hal Pempe'nin düşüncelerinde de; "her şeyi içime atıyorum. Ha bire. Yüreğimde bir dolu birikmiş laf var."
Batı'ya göndermeler, insani duyguların öne çıktı metinler:
"Batı'da insanların kafası karışmış. Mutluluğu özgürlükte, özgürlüğü ahlaksızlıkla karıştırıyorlar. Oysa biz analarımıza, karılarımıza, kız kardeşlerimize saygı gösteririz. Barbi bebekler gibi giyinmeye zorlamayız onları" -sh281-
Asya, Afrika ve Ortadoğu'da el kadar bebeklerin açlıktan ölmekte olduklarını unutmayın. Kemirecek bir parça ekmek bulamıyorlar. Şekerleme nedir bilmiyorlar. Batıdaki kadınlar şık restoranlarda yedikleri likörlü pastaları kusarken Üçüncü Dünya'da çocuklar açlıktan ölüyor.
Batı'nın en önemli iki sanayi kolu savaş makinesi ile güzellik makinesi. Savaş makinesiyle saldırı, hapseder, etkisiz hale getirir, öldürürler. Güzellik makinesinin de ondan aşağı kalır yanı yok. Bütün o parıltılı elbiseler, moda dergileri, kırıtan erkekler, erkekleşen kadınlar. Beynimizi sulandırıyorlar." -sh.282-
Birkaç ufak çelişki...
O yıllar köy nüfusunun % 70'ne tekabül ettiği, yoksulluğun, çaresizliğin ve hastalıkların adının dahi henüz bilinmediğinden "ince hastalık" olarak tanımlandığı yıllar. Şeker hastalığının son yıllarda hemen hemen her insanı tehdit eder hale gelmesi bilinen bir vaka ama o yıllar- sh194- için romanın gerçek dışı yanını gösteriyor
1 Ocak 1978 Londra: bu bölümde çelişkiler var: 1978 ve 1962'ye giden yazar tarihsel olarak not düşülmemiş... Romanın konusunu oluşturan İskender olmanın zorluğu, cinayet kurgusuyla ve merak unsurlarıyla okuyucuları kendine çekiyor. Romanın büyük bir bölümü sürükleyici ve anlatımıyla kendini rahat okutturuyor.
Kitapta intihal iddiaları var. Kanaatimizce Şafak, hiçbir şayiaya mahal bırakmayacak bir hal içinde romanı yazsaydı sanırız daha doğru olurdu.
Son bir not: Türkiye sadece Güneydoğu hikâyeleriyle sınırlı değildir. Örneğin Orta Anadolu kırsalında, Akdeniz bölgesinin dağlık kesimlerinde o bölgeyi aratmayacak hikâyeler mevcuttur. Yazarlar biraz da etnik olarak gördükleri mekânları isteyerek veya istemeyerek kaşıdıkları alanların dışına da çıkmalılar. "İskender" Romanını cinayet kurgusu dışında olağandışı bulmadığımı belirtmeliyim.
Osman Aytekin
"İskender" Elif Şafak'ın son romanı. Son romanı demek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Önceleri İngilizce olarak romanı yazmış ve şimdi de Omca A.Korugan'la birlikte çevirmiş.
"İskender"in önce kapağından başlayalım. Yazar, "1,5 yıldır hep İskender olmanın nasıl bir şey olduğunu düşündüm, ister istemez İskenderleştim" diyor... Bu nedenle de yazar erkek kılıklı duruşuyla bu kitaba kapak olmuş. Bunu özünde de hissetmek istemiş ve kendini romana adapte etmiş görünüyor.
Yazar'ın, kitapta okuyuculara ne vermek istediğine baktığımızda İskender olmanın zorluğu ve üzerimize giydirilen erkeklik ve kadınlık kalıbının sorgulanması görülüyor. Bu kalıplar neticesinde İskenderler inciltiliyor ve incitiyorlar. Şafak bu zincirin kırılmasını istiyor. Mekân olarak da en fazla töre cinayetlerinin olduğu Güneydoğu'yu; Fırat Kenarında bir köyü seçiyor. Kitapta yer yer yoksulluk kendine yer buluyor: "Mala Çar Bayan köyünde dolaşıp tarihi harabelere, çatlak duvarlara, oyuncaksız büyüyen çocuklara baktıkça burada zamanın hiç ilerlemediği hissine kapılmış. Manzara çorak, kasvetli..." -sh.190-
Şafak, Kürt-Türk farklılığı üzerinde durarak, doğuştan gelen farklılıklara karşı saygı gösteriyor. Dini mevzulara da giriyor. Ufak tefek eleştiriler olsa da dine karşı saygısını kendi ifadesine göre tasavvufa bir alt damar olarak yer verdiğini kaydediyor:
"Türkler ve Kürtler de birbirlerinden farklıydı, keza bazı Kürtler de diğer Kürtlere benzemiyordu. Köyde bile her ailenin bir başka hikâyesi vardı ve her ailede hiçbir çocuk bir diğerinin aynı değildi. Eğer Allah bütün insanları aynı yaratmak isteseydi öyle yapardı mutlaka. Pembe, O'nun takdirine güveniyordu. İnsanları oldukları gibi kabul etmek O'nun kutsal düzenine saygı göstermek demekti."-sh.149-
"Aşırı dindarları anlamıyorum. Sorsan fikirlerinin, bütün insanlık için olduğunu söylerler ama onlara azıcık tersdüşmeyegör, anında seni dışlamaya hazırlar. Yine de benim gibilere nazik davranırlar. Günahkârız çünkü bizi doğru yola getirip bu sayede Tanrı'nın gözüne girmek isterler. Hakikaten iyilik etmek değil çoğunun derdi, sadece cennete giriş için puan toplamak" -sh.180-
"Eğer ebeveynin Allahsızsa sen onlardan değil, Allah'tan yana olmalısın. Çünkü O, anne babadan yücedir. Ama dikkat! Eğer sen de inançsızsan ve anne babana başkaldırırsan, tutunacak dalın kalmaz."-sh.330-
İskender romanının bir bölümünün Londra'da yazdığı belirtiliyor. Roman da Türk-Kürt kökenli, Londra'ya göç etmiş bir aile üzerinden çoğu zaman geçmişe giderek göçmenlerin durumu anlatılıyor.
Roman 1946 ile başlıyor; 1954.1963.1977.1978 yılları arasında gel-gitler ve nihayet 1991-1992 yılında son sözü söylüyor. İskender, annesi Pembe'nin çevresinde ve İstanbul, Londra, Abu Dabi gibi farklı şehirlerde geçen bir hikâye.
Romanda kişilerin kimlik ağacı da çıkarılmış.
Hayatta duyulan pişmanlıkların bir özeti gibidir bu ifadeler: "Yazgısıyla evli CEMİLE yeter kaderine varmıştı. Bu sebeple annesi ona yeter demişti. Onlar tek beden, tek ruh imişler PEMBE ve CEMİLE: kader ve yeter. Kabahat bende. Âdem'le senin yerine benim evlenmem büyük hataydı."
Roman kahramanı İskender Toprak: "Sevginin ve aşkın karmakarışık halleri üzerine aldığı ilk hayat dersiydi bu" bu karmakarışık haller bir bakıma Elif Şafak'ın İskender romanıyla ilgili düşüncelerini deşifre ediyor. Elbette sadece bu cümlelerden ibaret değil. Romanın en vurucu tarafı, örneğin; "En çok sevdiklerimizi incitiriz" cümlesi; bu hal Pempe'nin düşüncelerinde de; "her şeyi içime atıyorum. Ha bire. Yüreğimde bir dolu birikmiş laf var."
Batı'ya göndermeler, insani duyguların öne çıktı metinler:
"Batı'da insanların kafası karışmış. Mutluluğu özgürlükte, özgürlüğü ahlaksızlıkla karıştırıyorlar. Oysa biz analarımıza, karılarımıza, kız kardeşlerimize saygı gösteririz. Barbi bebekler gibi giyinmeye zorlamayız onları" -sh281-
Asya, Afrika ve Ortadoğu'da el kadar bebeklerin açlıktan ölmekte olduklarını unutmayın. Kemirecek bir parça ekmek bulamıyorlar. Şekerleme nedir bilmiyorlar. Batıdaki kadınlar şık restoranlarda yedikleri likörlü pastaları kusarken Üçüncü Dünya'da çocuklar açlıktan ölüyor.
Batı'nın en önemli iki sanayi kolu savaş makinesi ile güzellik makinesi. Savaş makinesiyle saldırı, hapseder, etkisiz hale getirir, öldürürler. Güzellik makinesinin de ondan aşağı kalır yanı yok. Bütün o parıltılı elbiseler, moda dergileri, kırıtan erkekler, erkekleşen kadınlar. Beynimizi sulandırıyorlar." -sh.282-
Birkaç ufak çelişki...
O yıllar köy nüfusunun % 70'ne tekabül ettiği, yoksulluğun, çaresizliğin ve hastalıkların adının dahi henüz bilinmediğinden "ince hastalık" olarak tanımlandığı yıllar. Şeker hastalığının son yıllarda hemen hemen her insanı tehdit eder hale gelmesi bilinen bir vaka ama o yıllar- sh194- için romanın gerçek dışı yanını gösteriyor
1 Ocak 1978 Londra: bu bölümde çelişkiler var: 1978 ve 1962'ye giden yazar tarihsel olarak not düşülmemiş... Romanın konusunu oluşturan İskender olmanın zorluğu, cinayet kurgusuyla ve merak unsurlarıyla okuyucuları kendine çekiyor. Romanın büyük bir bölümü sürükleyici ve anlatımıyla kendini rahat okutturuyor.
Kitapta intihal iddiaları var. Kanaatimizce Şafak, hiçbir şayiaya mahal bırakmayacak bir hal içinde romanı yazsaydı sanırız daha doğru olurdu.
Son bir not: Türkiye sadece Güneydoğu hikâyeleriyle sınırlı değildir. Örneğin Orta Anadolu kırsalında, Akdeniz bölgesinin dağlık kesimlerinde o bölgeyi aratmayacak hikâyeler mevcuttur. Yazarlar biraz da etnik olarak gördükleri mekânları isteyerek veya istemeyerek kaşıdıkları alanların dışına da çıkmalılar. "İskender" Romanını cinayet kurgusu dışında olağandışı bulmadığımı belirtmeliyim.
daha fazla
Doğan Kitap
- Puan vermedi
İskender
Elif Şafak
- Doğan Kitap
- 1905