- 6 Kasım 2015'den beri üye
Kendisi Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı
Ben KADİR CESUR…
Bu benim hayat hikâyem…
Bundan yıllar önceydi. Ben hatırlayamıyorum ama annem ve babam o günü dün gibi hatırladıklarını söylerler. Öyle ya; kim doğduğu günü hatırlayabilir ki? Onların söylediklerinden yola çıkarak anlatayım.
Ağaçların çiçeklerini açtığı, zerin kadeh çiçeklerinin kokusunun bahçelere düştüğü bir bahar ayında, Mayıs’ta dünyaya geldim. Şu anda bile “gönlümün başkenti” dediğim Edremit'te açtım gözlerimi. Sanki o gün denizin kokusunu hissetmiş gibiyim. Belki de bundan dolayı denize ayrı bir hayranlık duyuyorum. Ha bu arada, Van Gölü’ne “deniz” diyorum. Aslında artık hepimiz diyoruz.
“Çok fazla” denilemeyecek kadar yaramaz bir çocuktum. Kaşıkla dizime vurup kendimi ağlatırdım. Sonra da niçin ağladığımı sorduklarında “Niye ağlıyorum, diye ağlıyorum” diye cevap verirdim. Bence, çokta kötü bir cevap sayılmaz.
Bir kirpinin hayatının anlatıldığı kırmızı kapaklı hikâye kitabım, futbol topu desenli defterim, üzerinde ‘Fatih’ yazan kurşun kalemim ve uğur böceği desenli yeşil çantam ilk hediyelerim oldu. Ve nihayet okula başlamadan babamın sayesinde okumayı ve yazmayı öğrendim. Ama, galiba yazmayı daha çok sevdim. Yapmayı öğrendiğiniz her şeyi sevmek zorunda değilsiniz sonuçta.
Edremit'te, Sarmansuyu İlk Öğretim Okulunda mavi önlüğümle başladım okul hayatına. Okul hayatı harbiden zorlu bir yarıştı. Çok başarılı bir öğrenciydim. Öyle ki; beş alacağım dersten dört alsam oturur ağlardım. İlk arkadaşım Salih en büyük destekçim olurdu. Takdir belgelerim halen durur evde. Annemin eski bir çantasının içerisinde…
İlkokulu derece ile bitirdikten sonra, Van Mehmet Akif Ersoy Süper Lisesinde eğitim öğretim hayatıma devam ettim. Bir süper lise öğrencisiydim ama artık eskisi kadar başarılı değildim. Hatta sınıfın en başarısız öğrencisiydim diyebilirim. İngilizce ve Matematik adeta bir işkenceydi benim için. Bende özellikle bu iki derste resim çizer şiir yazardım. Yazar, çizer, okur bir aileden geldiğimin ve genlerimde onların özelliklerini taşıdığımın farkındaydım.
Lise yıllarında tiyatroya epeyce merak saldım. O günden beride bir daha tiyatroyu bırakmadım. Artık sadece şiir değil, tiyatro oyunları, hikâyeler, masallar ve sinema filmi senaryoları da yazıyordum. Tabi resim çizmeyi de ihmal etmiyordum. Lise yıllarında, edebiyat öğretmenim Lezgin Botan, dünya görüşüm üzerinde büyük bir etki bıraktı. Artık sadece yazmıyor aynı zamanda araştırıyordum. Bir lise öğrencisine göre kafamı çok başka şeylere de yoruyordum. Ülkede yaşananlar, yerel yönetimler, asimilasyonlar, soykırımlar, politika ve daha birçok konuyu yakından takip ediyordum.
Lisenin son yılında tiyatroyu devam ettirebilmek ve kendimi daha çok geliştirebilmek adına Serhat Kültür ve Sanat Merkezi’nde çalışmaya başladım. Lise bittikten sonra da burada oyunculuğa devam ettim. Sadece oyuncu olmak bana yetmiyordu galiba. Yazdığım oyunları sergilemem gerekiyordu. Artık kendi yazdığım oyunların yönetmeniydim.
Kültür merkezimiz kapatıldıktan sonra, arkadaşlarımla birlikte kendi özel tiyatro grubumuzu kurduk. Rıdvan, Ümit, ve sonradan Yaşar sürekli yanımda oldular.
Üniversiteyi kazanamayacağımı çok iyi biliyordum. Zor değildi aslında, biraz dişimi sıkarsam kesin kazanırdım. Ama sıkmadım. Ticarete atıldım. Rıdvan’la beraber bir dükkân kurduk, çok geçmedi batırdık. Sonra sanatın en güzellerinden biri olan gümüş işlemeciliği ve takı tasarımı baya ilgimi çekti. Bende hemen bu işe atıldım. Mesleği öğrendikten sonra oradan da kovuldum.
Gümüş atölyesinde tanıştığım Aysel abla, bana radyoculuğu tattırdı. Güzel ve popüler bir meslekti. Benimde hoşuma gitti. Başarırım dedim, onu da ilk yayında batırdım. Ama ikinci yayında toparladım. Kısa zamanda tuttu programım.
Askere gittim. Deniz görmeden yaşayamayan bir adamım ben. Şansım yaver gitti. Hayat’ın Samandağ ilçesinde denize sıfır askerlik yaptım. Üstelik şoför olarak yaptım askerliğimi. “En rahat askerlik benimkiydi” diyebilirdim ama diyemedim. Benden beş ay sonra askere gelen bir adamın, benden beş ay önce teskere alması oldukça zoruma gitti. Ah kısa dönemler… “Keşke üniversite okusaydım” dedim. Aynı gün, henüz asker iken üniversite sınavına müracaat ettim. Merak etmeyin, onu da batırdım. Açık öğretim kazandım. İki yıllık… Dört sene oldu halen bitiremedim. Anlaşıldı, ben okul okumayı harbiden sevmiyorum.
Askerlikten sonra, tekrardan üniversite sınavına hazırlandım. Bu defa kafaya koydum. Van’da okuyacağım. Hangi bölüm olduğu hiç önemli değil. Dershaneye gittim. Bu defa batırmadan gidiyorum. Derken, acı bir felaket yaşadık. Deprem… Dershanem de kapandı. Artık ailecek bir çadırda yaşıyoruz. Üstelik mevsim kış… Deprem döneminde Konya’ya gittim. Burada tanıştığım arkadaşım Yasemin’le beraber bir dükkan açtık. Onu da batırdık. Konya’da da dershaneye gittim. Yine batırdım. Konya’da yerel bir radyo kanalında çalışınca, batırmayacağım tek işin bu olduğunu anladım. Ama artık Van’a dönmem gerekiyordu ve döndüm. Van’a geldiğim gün, Van TV ve Doğu Radyo’ya müracaat ettim. Çok geçmeden işe alındım. Ayrıca bu arada üniversiteyi de kazandım. Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde Arkeoloji okumaya başladım. Halen okuyorum. Ama bitmiyor. Çünkü yine batırdım. Van TV ve Doğu Radyo’dan, bir dönem bazı sebeplerden dolayı ayrılmak zorunda kaldım. Altı aya yakın bir süre Tutku FM’de çalıştım. Bu arada, daha önce bir arkadaşın vesile oluşuyla tanıştığım Doğan, Bulgaristan’dan Bilgisayar Mühendisliği Eğitimini bin bir türlü rüşvetle tamamladıktan sonra Van’a dönmüştü. Çok iyi anlaşıyorduk. Tutku Radyo’da Çiğdem ablanın oğlu Tolga ile de tanıştım o da değerli bir çocuktu. İlk zamanlar çok da samimi değildik ama sonradan iyice kaynaştık. Yaşça bizden küçüktü ama uyumu harikaydı. Bu arada onlarında desteğiyle ilk şiir kitabımı da çıkardım. İmza günlerim oldu ve hatta fuarlara katıldım. İnanın, bu harika bir duyguydu. Tekrardan Van TV’ye döndüm. Aynen devam yani… Batırmadığım tek işin televizyonculuk ve radyoculuk olduğunu anladım. Halende çalışıyorum. İki televizyon programı birden sunuyorum. Seslendirme sanatı yapıyorum. Şiirler yazıyorum. Halen resim çiziyorum. Tiyatroya da devam… Daha ne isterim ki?
Ha bu arada… Yaşadıklarım ve hayat hikâyem bundan ibaret değil. Tüm bunlar yaşandığı sırada, sevdim, sevildim, aldatıldım, terkedildim, terk ettim, savaştım, kazandım, kaybettim, unuttum unutuldum…
Kısacası; ben küçüktüm, çok küçüktüm. Top oynadım, acıktım. Yemek yedim, büyüdüm. İşte bu benim hayat hikâyem…