- 26 Eylül 2013'den beri üye
Kendisi Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı
YAZAR HAKKINDA
Merhabalar, beni tanımak istemişsiniz Efkan ÖTGÜN kimdir? Diye.
Nerelisin sorusu, ayrıştırmanın temelini oluşturduğu için, nerelisin sorusuna belki cevap bulamayacaksınız ama ben de sizler gibi bu ülkenin 1. Sınıf bir vatandaşı olmaktan gurur duyuyorum.
Bu sebeple ben, içimdeki devrimci özü Mustafa Kemal’den, almışım. Çağdaşlığım belki de bu yüzdendir. Diyerek sizlere nerede doğup, nerede büyüdüm, hangi okullarda okudum, hangi akademiyi bitirdim diye anlatma yerine; Efkan ÖTGÜN nasıl yaşar, ne yer, ne içer? Sosyal yaşamdaki yeri nedir? Gibi sorulara yanıt bulacağınız, klasik kişi tanıtımının dışına çıkarak hoş bir anlatımla kendimden bahsedeyim;
Saygınlığım, şairliğimden değil, belki Nesimi’den, belki şah İsmail’den, Fuzuli’den kim bilir beklide Şehriyar’dan, Hallac-ı Mansur’dan esinlenmişimdir!
Bazen kaçtığım olur. Kendimden kaçar gibi! Alır kitaplarımı kıra, bayıra çiçeklerle bezenmiş dağ yamaçlarına giderim. İyi de olur. Bazen dünü süzgeçten geçirir, kalabalıklar arasında geçirdiğim zamanlar, çirkin yürekli çirkin yüzleri görmeme vesile olur. Kaçarak kendimle baş başa kalmam. İhanete uğramışları, aldatılmışları, yalancıları, kavgacıları, katilleri, riyakârlıkları, hatta kirli yaşanan aşkları bile görmeme vesile olur kaçışım.
Zaten, herkesin biraz olduğu gibi ben de yalnız yaşıyorum. Kalabalıklar arasında. Öyleyse, yalnızlığın tadını çıkarmalıyım diyerek sık, sık kaçarım. Bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha kaçarım. Kendimle kavga ettiğim bile olur. Hem çok ta güzel kavga ederiz sonu barışla biten ve nihayet yorgun düşer eve dönerim yalnızlığımla.
Dedim ya, yalnız yaşıyorum. Birilerinin bana kapı açması, kuşsütü dahi eksik olmayan sofraların hazırlanması, ne bileyim bir sonraki güne gömleğimin ütüsüz olması hiç mi hiç umurumda olmaz. Yaşamı en derin yerinden ve hoyratça kullanırım. Söylem doğruysa, “hayata keşişleme dalmışım bir kere.” Postmodern yaşam tarzı benim neyime.
Evdeyim işte. Ekmek sepetinde dünden kalma çeyrek ekmek, iki yumurta, acı biberim de var. Hele bir de sulu Ayaş domatesi varsa oooh deymen benim keyfime.
Soğanı öyle bir ince, ince kıyarım ki, gözlerim yaşarır. Görenler yalnızlığıma ağladığımı sanır.
Rabbime şükürler olsun biber öyle bir acı ki benim acımdan daha acı. Domates kabuğundan ayrılır. Soğanlar pembeleşinceye kadar kavrulur birkaç acı biber derken domates eklenir, bir tutam tuz benim tadım kadar ve yumurtalar çırpılarak eklenir.
Bu arada sofram da hazır, lütfen siz de buyurun.
Kurulurum başköşeye karşımda yalnızlığım. Susuz gitmiyor derim. Bir de bira açarım.
Radyoda şarkı çalınır “gece kirpikli kadın” “gece kirpikli kadın” demişken, çok ta iyi aşık olurum. Hem sıradan bir kadına değil, fiziki güzelliğinin hiçbir önemi de yok. Deli bir kadın olması yeterlidir. Ruhumu okşayanından! Çünkü sevgimin özünü de Mecnun’dan, Ferhat’tan, Yusuf’tan almışım. Bu yüzdendir ki, sadece yanmış, yanmış, yanmışım.
Sanatsal yönüm de var. İyi olmamakla birlikte ve her ne kadar mutluluğun resmini çizememiş olsam dahi, resim yapar şiirler yazarım. Eh sesim de fena değil. En azından kulak tırmalamaz. Ama hiçbir şarkıyı sonuna kadar bilmem. Fakat güzel dans ederim. Hele, hele Kafkas dansları benim vazgeçilmezimdir.
Azerbaycan Türkü olmam hasebiyle Azerbaycan mahnıları, segâhları dinlediğimde; beni benden alır başka diyarlara götürür.
Üç coğrafyanın kültürünü tam olarak bilmesem de zaman zaman Asya kültüründeki konukseverliğim, Anadolu kültüründeki isyanım, Avrupa kültüründeki soğukkanlılığımla bilinirim.
Yazmayı sevdiğim kadar okumayı da severim. Ama aykırıyım herkeste olduğu kadar “Dante’yi okumam. Sabahattin Ali’yi de. Neme lazım bir tek “kürk mantolu madonna’yı” okumuştum zamanın birinde çok ta sevmiştim işin doğrusu. Sebebine gelince; ben, sadece kendi hayallerimi yaşamayı yeğlerim.
Her ortamda bulunmayı severim. Ve katıldığım ortama uyum sağlarım. Bazen kokteyllerde şarap ikram edilir. Kalitesiz, buruk tadıyla içim bir hoş olur. Neyse ki telafisi var derim. Kendi şarabımı kendim yaparım. Fakat içmem. En çok sevdiğim “tekila’dır.” Bir de İtalyanların domates likörü “zangiritta’ya” bayılırım.
Ya deliliğime ne demeli? Vallahi günü gün içerisinde tüketirim. An’lar benim için çok değerlidir. Bu yüzden an’ı güzel yaşarım.
Bugün Ankara’da merhaba dediğim kişiyle, ertesi gün Köln Dom kilisesi önünde karşılaştığım olmuştur. Ya da İstanbul’a gidiyorum dediğimde kendimi Antalya’da bulmuşumdur. Ya da bir bakmışsın Gürcistan da “Deda” heykeli önünde fotoğraf çektirmişim. Bu yüzden bana Çelebi diyenler de olmuştur. Ama en çok ta nesli tükenmiş derler.
Zaman ve mekân kavramı; bazen kendini bende arar. Ya da tarifi zor hüznümü nereden ve kimden aldığımı arayışımdandır gezgin oluşum.
Ama ben yine de dönüp, dolaşıp bu cennet vatanım Türkiye’me geliyorum. Dünyanın hiçbir coğrafyasında olmayan; tarihiyle, kültürüyle, sanatıyla, doğasıyla ve yetmiş iki milletin varoluşuyla 75 000 000’da bir kişiyim.
Ben; Mustafa Kemalin eseri Cennet Türkiye’den Efkan ÖTGÜN’üm işte…