ŞairYazarKimlik Onaylı
- 18 Ağustos 2008'den beri üye
İncelemeler
6 gün
"İnsan hayatta her istediğini elde edemez ki"
İnceleme
<
Giovanni Drogo'nun Tatar Çölün'e bakan Bastiani Kalesi’ne atanmasıyla,
aslında amansız bir “yalnızlığa" atandığını anlaması, çok zamanını almıyor.
Nihayet kısa süre içerisinde geri dönüşün planlarını yaparken,
şartlar onun kalede kalmasını sağlar. Ve asıl hikâyede bundan sonra başlıyor.
Oğlunun, ardında bıraktığı anıları derleyip, toplamaya çalışan annesinin sesiyle
şöyle tasvir ediyor yazar;
"Demek ki annesi, bir daha hiç geri gelmemek üzere yitip gitmiş bir mutluluğu olduğu gibi koruyabileceğine, zamanın akışını durdurabileceğine, oğlu geri geldiğinde, kapı ve camları açmakla her şeyin eskisi gibi olabileceğine inanıyordu."(8.s)
Bazen, farkında olmadan geri gelmemek üzere gidersin, Teğmen Drogo bunun bilincine vardığında her şey için çok geçtir.
Drogo'nun kulaklarında bir melodiye dönüşen,
suyun sesi, rüzgârın çığlığı, doğanın ihtişamı, yalnızlığına dayak atıyor genç teğmenin.
"Suydu bu, evet, çevredeki kayaların tepelerinden dökülen uzak bir çağlayan. Fışkıran suyu titreten rüzgar, yankıların gizemli oynaşması, suyun çarptığı taşların çıkardığı değişik sesler, sürekli konuşan bir insan sesi oluşturuyordu. Bizim yaşamımıza değin sözler söylüyordu, hep anlayacak gibi olup bir türlü seçemediğimiz sözlerdi bunlar.” (77.s)
İnsan, beklentilerini ve hayallerini gerçeklerle yüzleşmek üzerine kuruyor çoğu zaman. Giovanni Drogo'da öyle yapmış bu tayin bölgesine atandıktan sonra.
Kalede geçirdiği zamanlarında, hayatını sorguyor ve beklenen o büyük savaşın asla gelmemesiyle hayal kırıklığına uğradığını düşünüyor her defasında.
Ta ki Binbaşı Ortiz'den şu sözlerini işitene kadar:
“Savaş mı? Siz hâlâ savaşı mı düşünüyorsunuz? Yeterince düş kırıklığı yaşamadık mı?” (186.s)
Kalenin, yalnızca fiziksel bir mekân olmadığı, aynı zamanda psikolojik bir durumu sembolize ettiğini ve ruhsal yönde kendi içinde bir savaş verdiğini de belirtmeliyim.
Bu durum, Giovanni ve diğer askerlerin, dış dünyadan izole oluşları
ruh hallerini ve ilişkilerini fazlasıyla etkiliyor.
“Birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.” (193.s)
Sen onca o yıl bekle, ömrünü ada, düşlerini besle, olmadı nefesini çürüt ayların, yılların koynunda günlerini eskit, sonra... Sonra, uzaklardan, çölün ortasından gelmesini beklediğin atlı tatarlar hiç gelmesin, uğramasın yalnızlığına!
Ama o kutlu gün geldiğinde yaşlı ve hasta ol emi! Umutla başlayıp, hayallerle devam eden, hayal kırıklıklarıyla son bulsun akıbetin. Taş duvarlar içinde, geçmiş ve gelecek arasındaki bağını koparıp alsın seni senden.
“Herkes kahraman olmak üzere doğmaz ki!” (140.s) diyen Binbaşı Ortiz haklıydı teğmenim!
Hoşça kal Giovanni Drogo!
Kalabalıktan sıkıldıysanız, kendinize Tatar
Çölü'nde tenha bir yalnızlık ısmarlayabilirsiniz!
>
Giovanni Drogo'nun Tatar Çölün'e bakan Bastiani Kalesi’ne atanmasıyla,
aslında amansız bir “yalnızlığa" atandığını anlaması, çok zamanını almıyor.
Nihayet kısa süre içerisinde geri dönüşün planlarını yaparken,
şartlar onun kalede kalmasını sağlar. Ve asıl hikâyede bundan sonra başlıyor.
Oğlunun, ardında bıraktığı anıları derleyip, toplamaya çalışan annesinin sesiyle
şöyle tasvir ediyor yazar;
"Demek ki annesi, bir daha hiç geri gelmemek üzere yitip gitmiş bir mutluluğu olduğu gibi koruyabileceğine, zamanın akışını durdurabileceğine, oğlu geri geldiğinde, kapı ve camları açmakla her şeyin eskisi gibi olabileceğine inanıyordu."(8.s)
Bazen, farkında olmadan geri gelmemek üzere gidersin, Teğmen Drogo bunun bilincine vardığında her şey için çok geçtir.
Drogo'nun kulaklarında bir melodiye dönüşen,
suyun sesi, rüzgârın çığlığı, doğanın ihtişamı, yalnızlığına dayak atıyor genç teğmenin.
"Suydu bu, evet, çevredeki kayaların tepelerinden dökülen uzak bir çağlayan. Fışkıran suyu titreten rüzgar, yankıların gizemli oynaşması, suyun çarptığı taşların çıkardığı değişik sesler, sürekli konuşan bir insan sesi oluşturuyordu. Bizim yaşamımıza değin sözler söylüyordu, hep anlayacak gibi olup bir türlü seçemediğimiz sözlerdi bunlar.” (77.s)
İnsan, beklentilerini ve hayallerini gerçeklerle yüzleşmek üzerine kuruyor çoğu zaman. Giovanni Drogo'da öyle yapmış bu tayin bölgesine atandıktan sonra.
Kalede geçirdiği zamanlarında, hayatını sorguyor ve beklenen o büyük savaşın asla gelmemesiyle hayal kırıklığına uğradığını düşünüyor her defasında.
Ta ki Binbaşı Ortiz'den şu sözlerini işitene kadar:
“Savaş mı? Siz hâlâ savaşı mı düşünüyorsunuz? Yeterince düş kırıklığı yaşamadık mı?” (186.s)
Kalenin, yalnızca fiziksel bir mekân olmadığı, aynı zamanda psikolojik bir durumu sembolize ettiğini ve ruhsal yönde kendi içinde bir savaş verdiğini de belirtmeliyim.
Bu durum, Giovanni ve diğer askerlerin, dış dünyadan izole oluşları
ruh hallerini ve ilişkilerini fazlasıyla etkiliyor.
“Birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.” (193.s)
Sen onca o yıl bekle, ömrünü ada, düşlerini besle, olmadı nefesini çürüt ayların, yılların koynunda günlerini eskit, sonra... Sonra, uzaklardan, çölün ortasından gelmesini beklediğin atlı tatarlar hiç gelmesin, uğramasın yalnızlığına!
Ama o kutlu gün geldiğinde yaşlı ve hasta ol emi! Umutla başlayıp, hayallerle devam eden, hayal kırıklıklarıyla son bulsun akıbetin. Taş duvarlar içinde, geçmiş ve gelecek arasındaki bağını koparıp alsın seni senden.
“Herkes kahraman olmak üzere doğmaz ki!” (140.s) diyen Binbaşı Ortiz haklıydı teğmenim!
Hoşça kal Giovanni Drogo!
Kalabalıktan sıkıldıysanız, kendinize Tatar
Çölü'nde tenha bir yalnızlık ısmarlayabilirsiniz!
>
daha fazla
İletişim Yayınevi
- Puan vermedi
Okudu
Tatar Çölü
Dino Buzzati
- İletişim Yayınevi
- 2023
21 gün
"İşin en kötü tarafı insanlardı"
İnceleme
<
"İçimdeki sıyrıkları görüyor musunuz?" (544.s)
-Savaşın, her coğrafyanın ve her insanın ayarlarını nasıl bozduğunu- görerek şahit oluyoruz maalesef!
Savaşmanın, öldürmenin, yakıp yıkmanın çözüm olmadığını, içinde barışçıl duygular taşıyan halklar biliyor ama asıl bilmesi gerekenlerin bakışları hep kansız'dırıyor!
*
"Cennet sokağında" cehennem dolu günler.
Bomba sesleri arasında; kitaba acıkan, sözcüklerle doymak ve ruhunu imgesel dizelerle beslemek isteyen bir kız çocuğu Liesel Meminger'in hikâyesi.
Hitler'in Almanyası'na dair yazılmış sayısız kitaplardan sadece bir tanesi.
Okudukça bana çağrışım yapan satırlarda olmadı değil.
Meselâ!
Küçük Liesel Meminger'in tren yolculuğu “tren vagonlarına” bindirilerek evlerinden, yerlerinden uzaklaştırılan “Dersim'in kayıp kızları”olayını.
Ve yine Liesel Meminger'in yaşlı kadına kitap okumaya gitmesi, yanılmıyorsam “bülbülü öldürmek” kitabının kahramanlarından birinin yine yaşlı bir kadına kitap okuyor olması, gb…
Belki başka bir okuyucuya da farklı olayları ve benzer durumları çağrıştıran bölümler vardır mutlaka, okuyarak bu heyecanı yaşamak daha doğru.
Son olarak
"Birine gökyüzünden bir parçayı nasıl verebilirdiniz?" (336.s)
>
"İçimdeki sıyrıkları görüyor musunuz?" (544.s)
-Savaşın, her coğrafyanın ve her insanın ayarlarını nasıl bozduğunu- görerek şahit oluyoruz maalesef!
Savaşmanın, öldürmenin, yakıp yıkmanın çözüm olmadığını, içinde barışçıl duygular taşıyan halklar biliyor ama asıl bilmesi gerekenlerin bakışları hep kansız'dırıyor!
*
"Cennet sokağında" cehennem dolu günler.
Bomba sesleri arasında; kitaba acıkan, sözcüklerle doymak ve ruhunu imgesel dizelerle beslemek isteyen bir kız çocuğu Liesel Meminger'in hikâyesi.
Hitler'in Almanyası'na dair yazılmış sayısız kitaplardan sadece bir tanesi.
Okudukça bana çağrışım yapan satırlarda olmadı değil.
Meselâ!
Küçük Liesel Meminger'in tren yolculuğu “tren vagonlarına” bindirilerek evlerinden, yerlerinden uzaklaştırılan “Dersim'in kayıp kızları”olayını.
Ve yine Liesel Meminger'in yaşlı kadına kitap okumaya gitmesi, yanılmıyorsam “bülbülü öldürmek” kitabının kahramanlarından birinin yine yaşlı bir kadına kitap okuyor olması, gb…
Belki başka bir okuyucuya da farklı olayları ve benzer durumları çağrıştıran bölümler vardır mutlaka, okuyarak bu heyecanı yaşamak daha doğru.
Son olarak
"Birine gökyüzünden bir parçayı nasıl verebilirdiniz?" (336.s)
>
daha fazla
Martı Yayınları
- Puan vermedi
Okudu
Kitap Hırsızı
Markus Zusak
- Martı Yayınları
- 2022
"Memed olmak kolay değil"
İnceleme
“Terütaze”
<
Dörtlü seriyi tamamladıktan sonra, hepsini kapsayan genel bir yorum yapmak daha doğru olur ye düşündüm.
Direnmenin, var olmanın, umudu ayakta tutmanın ve birlikte yürümenin güçlü sesini harikulade okuyucuya yansımasını
hissedebiliyoruz.
Güzel olan ne varsa, taze kalsın istiyor insan. Belki de bu yüzden, karakterlerin çok sık kullandığı
“terütaze” kelimesi ile başlamak istedim.
*
Haksızlığa, ezilmişliğe baş kaldıran.
Zulmü dişlerinin arasına alıp çiğneyen, sonra da insandan ve insanlıktan uzak yerlere tükürme telaşı içine düşen, İnce Memed'in yani namı diğer İbrahim Oğlu Çoban Memed'in haklı ve kararlı isyanını sergiye çıkaran serinin dördüncü ve son kelâmı.
Değerli Usta Yaşar Kemal, sadece bir kahramanın hikayesini değil, aynı zamanda
yaşam koşullarının insana nasıl şekil verdiğini bir güzel aklımıza nakşediyor.
Sosyal adalet, mücadele ve insan doğası gibi derin temaları, ustaca dili ve doğa betimlemeleri, iğne oyası inceliğiyle ile tane tane işlenmiş harfleriyle bir dönemi böylesine el emeğini, göz nurunu ekleyerek armağan etmiş bize.
Bir yanda resmi giyitleriyle mevkisini makamını, halka zulmeden, halkı aşağılayan, halkı hor gören para babaların ayağına serenler, diğer yanda halka ve kendisine bu yapılanları içine sindiremeyen, yufka yürekli bir zamanların çelimsiz çobanı İnce Memed'in başını çektiği bir grup eşkiya!
Okudukça her mısradan sonra “evet bunlar yaşandı yaşatıldı” diye söylendiğim yerler çok fazlasıydı. Hâkezâ, yıllandıkça vahameti biraz daha modernize edilmiş haliyle artarak devam etmektedir aslında. Sağımız solumuz savaş, zulüm, açlık ve ölüm. İzliyoruz hep birlikte, film izler gibi.
*
Bütün karakterlerin önemi bir yana,
“Ben ölmeden seni göreceğim. Allahıma yalvardım, seni bir daha koklamadan, güzel yüzünü görmeden Allah beni öldürmeyecek” diyerek, Memed'ine seslenen Hürü Ananın önemi bir yana. Her seride ağırlığını hissettirerek hikâyenin yükünü sırtlayan Canım Anadolu Kadını.
Yeşilçam'ın Aliye'sine rol veren Hürü Ana, bu hikâyede benim kahramanım sensin.
*
Ve elbette aşksız, sevdasız, yüreği sarıp sarmalamayan sevgisiz bir hayat mı olur? Olmazdı! Bu hikâyede de aşk, nasibine düştüğü kadarını almış.
Finali yaptıktan sonra kafamda oluşan soruları bir kenara bırakıp. Yanıma kâr kalan kederlere, hüzünlere, düşüncelere, güzelliklere, sevmelere-sevilmelere sarıldım.
Kalbimi iyilik kokusu sardı.
Evet, “iyilik iyidir” Memed'im
Sana, yoldaşlarına ve yazarına selam ederim.
>
daha fazla
Seçkiler
- Puan vermedi
Okudu
İnce Memed Dörtlemesi
Yaşar Kemal
- Seçkiler
- 2021
“Ölmeden önce, kendini bağışla, sonra da başkalarını.”
İnceleme
<
Ölmek üzere olan bir öğretmenin çok sevdiği eski öğrencisiyle son tezi.
Her satırı içinizi ısıtacak ve her paragrafı ders alınabilecek nitelikte. Bazen duyguların tavan yaptığı, bazen derin düşüncelerle şu an'a kadar tüm yaşanmışlıklara göz atmanızı sağlıyor.
Etrafımızdaki baskılara, dayatmalara yenilmeden, yanınıza sevgiyi alarak kendi kültürünüzü nasıl oluşturabileceğinizi sergilemekte.
“Birbirimizi sevdikçe ve sevgimizi sürekli hatırladıkça, hiç yok olmadan ölebiliriz.” demiş bir bölümde
Aşırı dozda samimiyet yüklüyor kalbinize, bu da duygu patlaması yaşamanıza sebebiyet veriyor.
*
Kitabın yazarı Mıtch Albom, öğrencilik döneminde iyi bir öğretmenle karşılaşmış olmayı, noktasına virgülüne kadar kıymet verip değerlendirmiş bence.
Herkes, hikâyesinde Mori gibi öğretmenle karşılaşamıyor maalesef. Olan var ise sıkıca sarılıp değerini bilsin. Bu kadar bilge bir kişiliğin içinde "kibir" olmaması , kesinlikle profesörü özel kılıyor.
Bir solukta okunabilecek olmasına rağmen, sindire sindire aceleye getirmeden bitireceğiniz güzellikte bir kitap.
Ölüme gülerek göz kırpan, çevresine pozitif anlamda enerji yayan Profesör Mori, ardında bıraktığın güzellikler için teşekkürler.
Profesör Mori'nin dediği gibi,
“Sevgiyle hep hayatta kalırsın.”
Kalbinizdeki sevgi, merhamet ve şefkat hiç eksilmesin.
>
Ölmek üzere olan bir öğretmenin çok sevdiği eski öğrencisiyle son tezi.
Her satırı içinizi ısıtacak ve her paragrafı ders alınabilecek nitelikte. Bazen duyguların tavan yaptığı, bazen derin düşüncelerle şu an'a kadar tüm yaşanmışlıklara göz atmanızı sağlıyor.
Etrafımızdaki baskılara, dayatmalara yenilmeden, yanınıza sevgiyi alarak kendi kültürünüzü nasıl oluşturabileceğinizi sergilemekte.
“Birbirimizi sevdikçe ve sevgimizi sürekli hatırladıkça, hiç yok olmadan ölebiliriz.” demiş bir bölümde
Aşırı dozda samimiyet yüklüyor kalbinize, bu da duygu patlaması yaşamanıza sebebiyet veriyor.
*
Kitabın yazarı Mıtch Albom, öğrencilik döneminde iyi bir öğretmenle karşılaşmış olmayı, noktasına virgülüne kadar kıymet verip değerlendirmiş bence.
Herkes, hikâyesinde Mori gibi öğretmenle karşılaşamıyor maalesef. Olan var ise sıkıca sarılıp değerini bilsin. Bu kadar bilge bir kişiliğin içinde "kibir" olmaması , kesinlikle profesörü özel kılıyor.
Bir solukta okunabilecek olmasına rağmen, sindire sindire aceleye getirmeden bitireceğiniz güzellikte bir kitap.
Ölüme gülerek göz kırpan, çevresine pozitif anlamda enerji yayan Profesör Mori, ardında bıraktığın güzellikler için teşekkürler.
Profesör Mori'nin dediği gibi,
“Sevgiyle hep hayatta kalırsın.”
Kalbinizdeki sevgi, merhamet ve şefkat hiç eksilmesin.
>
daha fazla
Boyner Yayınları
- Puan vermedi
Okudu
Öğretmenim Mori’yle Salı Buluşmaları
Mitch Albom
- Boyner Yayınları
- 2020
Bugüne kadar okuduğum en uzun şiir
İnceleme
Bugüne kadar okuduğum en uzun şiir
<
İçine girip harflerine tek tek tutunarak, sizi içsel yolculukta en tepeye tırmandıran kaç kitap okudunuz bilmiyorum ama bu kitap kesinlikle onlardan biridir.
John Steinbeck'in "Cennetin Doğusu" adlı eseri, yazarın en önemli ve etkileyici romanlarından biri demişlerdi, hatta en iyisi olduğunu söylemek sanırım abartılı olmaz.
İnsan doğasının karanlık ve aydınlık yanlarını, ahlaki çatışmaları ve aile bağlarını derinlemesine işlendiğini hissederek okuduğum bir kitap oldu.
Kaliforniya'nın Salinas Vadisi'nde geçen ve iki aile - Trasklar ve Hamiltonlar - etrafında dönüyor roman. Steinbeck, bu ailelerin yaşamları aracılığıyla Kain ve Habel hikayesini yeniden yorumlamış. Kitap, özgür irade, iyilik ve kötülük arasındaki mücadele gibi temaları ele almış, ayrıca insanın içinde bulunduğu toplumsal ve ekonomik koşulları da sorguluyor, sorgulatıyor.
Steinbeck’in karakterleri son derece derin ve karmaşık bir şekilde tasvir etmiş. Özellikle Adam Trask ve oğlu Cal, okuyucuyu içsel çatışmalar ve seçimlerle yüzleşmeye zorluyor. Cal, babasının onayını kazanma arzusu ile kendi karanlık yönlerini keşfetme çabası arasında sıkışıp kalmış. Bu çatışma, insan ruhunun evrensel doğasına dair derin bir anlayış sunuyor.
Ve elbette savaşları da es geçmemiş. Bu konuda kısmende olsa bilgilendiriyor bizleri.
"Cennetin Doğusu"nu, yalnızca bireysel öyküleri değil, aynı zamanda insanlığın temel meselelerini de ele alan bir başyapıt olarak kabul edilmesi boşuna değil! Steinbeck, bu eserinde insan doğasının karmaşıklığını, aşkı, nefreti, umutları ve hayal kırıklıklarını harmanlayarak, düşündürücü bir deneyim olarak serpmiş önümüze.
Dil ve anlatım açısından, Steinbeck’in betimlemeleri kesinlikle zihinleri dolduran bir doyuruculuğu var. Çünkü kendine özgü üslubu ve gözlem yeteneği, döneminin sosyal ve kültürel yapısını ustaca yansıtıyor okuyucusuna. Romanın akışı, karakterlerin derinliğini ve olayların dramatik yapısı, çok fazla imge ve devrik cümle kullanılmış olması, şiir gibi akan kitabın kalitesine kalite katmış.
Elbette her okuyucunun bakış açısı, düşüncesi, duygusu farklı olabilir, ama beni en çok etkileyen Adam'ın müthiş sabrı, iradesi ve naif duruşu oldu.
“Cennetin Doğusu" ruhunuzu beslemek için şahane bir ziyafet çektiriyor. Teşekkürler John Steinbeck.
Herkese kitap dolu günler dilerim.
Saygıyla
>
<
İçine girip harflerine tek tek tutunarak, sizi içsel yolculukta en tepeye tırmandıran kaç kitap okudunuz bilmiyorum ama bu kitap kesinlikle onlardan biridir.
John Steinbeck'in "Cennetin Doğusu" adlı eseri, yazarın en önemli ve etkileyici romanlarından biri demişlerdi, hatta en iyisi olduğunu söylemek sanırım abartılı olmaz.
İnsan doğasının karanlık ve aydınlık yanlarını, ahlaki çatışmaları ve aile bağlarını derinlemesine işlendiğini hissederek okuduğum bir kitap oldu.
Kaliforniya'nın Salinas Vadisi'nde geçen ve iki aile - Trasklar ve Hamiltonlar - etrafında dönüyor roman. Steinbeck, bu ailelerin yaşamları aracılığıyla Kain ve Habel hikayesini yeniden yorumlamış. Kitap, özgür irade, iyilik ve kötülük arasındaki mücadele gibi temaları ele almış, ayrıca insanın içinde bulunduğu toplumsal ve ekonomik koşulları da sorguluyor, sorgulatıyor.
Steinbeck’in karakterleri son derece derin ve karmaşık bir şekilde tasvir etmiş. Özellikle Adam Trask ve oğlu Cal, okuyucuyu içsel çatışmalar ve seçimlerle yüzleşmeye zorluyor. Cal, babasının onayını kazanma arzusu ile kendi karanlık yönlerini keşfetme çabası arasında sıkışıp kalmış. Bu çatışma, insan ruhunun evrensel doğasına dair derin bir anlayış sunuyor.
Ve elbette savaşları da es geçmemiş. Bu konuda kısmende olsa bilgilendiriyor bizleri.
"Cennetin Doğusu"nu, yalnızca bireysel öyküleri değil, aynı zamanda insanlığın temel meselelerini de ele alan bir başyapıt olarak kabul edilmesi boşuna değil! Steinbeck, bu eserinde insan doğasının karmaşıklığını, aşkı, nefreti, umutları ve hayal kırıklıklarını harmanlayarak, düşündürücü bir deneyim olarak serpmiş önümüze.
Dil ve anlatım açısından, Steinbeck’in betimlemeleri kesinlikle zihinleri dolduran bir doyuruculuğu var. Çünkü kendine özgü üslubu ve gözlem yeteneği, döneminin sosyal ve kültürel yapısını ustaca yansıtıyor okuyucusuna. Romanın akışı, karakterlerin derinliğini ve olayların dramatik yapısı, çok fazla imge ve devrik cümle kullanılmış olması, şiir gibi akan kitabın kalitesine kalite katmış.
Elbette her okuyucunun bakış açısı, düşüncesi, duygusu farklı olabilir, ama beni en çok etkileyen Adam'ın müthiş sabrı, iradesi ve naif duruşu oldu.
“Cennetin Doğusu" ruhunuzu beslemek için şahane bir ziyafet çektiriyor. Teşekkürler John Steinbeck.
Herkese kitap dolu günler dilerim.
Saygıyla
>
daha fazla
İletişim Yayınevi
- Puan vermedi
Okudu
Cennetin Doğusu
John Steinbeck
- İletişim Yayınevi
- 2024