- 12 Eylül 2013'den beri üye
Kendisi Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı
HAYATIMDAN FASILLAR
BİRİNCİ FASIL
Aklımın erdiği demlerdi. Kendime, direksiyonu ayaktan kumanda edilen ahşap tekerlekli oyuncak arabalar yapmayı denediğim, üçe beş eklemeyi ya da beşten üç çıkarmayı parmak hesabıyla yaptığım, evimizde yanan loş ışıklı emektar gaz lambasıyla vedalaşıp ampülün gözlerimize fer, hanemize neşe katışına şahit olduğumuz ve icatçısına dua ettiğimiz demler. Daha bu demlerde Toros adlı çoban köpeğimize direktif verir işaret parmağım istikametinde ürmesini, hoşt deyince de durmasını sağlardım. Tarlalarımızı sınırlarıyla, traktörümüzü marka ve modeliyle; keçilerimizi oğlakları, koyunlarımızı kuzuları, ineklerimizi buzağıları ve tavuklarımızı civcivleriyle beraber tek tek bilirdim. Baharın gelişiyle birlikte geniş çimlerin üzerinde kuzularımızı otlatırken yaşıtlarımla güreş tutmasını çok sever fakat güreş esnasında sık sık kulağımın kanamasından nefret ederdim. Tavuklarımızın kümesinden götürdüğüm yumurtalarla köyün bakkalından plastik top veya tek yumurta karşılığında iki bisküvi arası lokum almak müthiş keyifliydi. Sonbahar mevsimi yaylalarımıza gider, ceplerimizi dağ armutları ve alıçlarla doldurur; dağların yamaçlarından karamuk, kuşburnu, yaban çileği, dağ eriği toplar ve minik ellerimize birer ikişer deste de nane, kekik ve adaçayı(dağ çayı) alıp dönerdik. Tahminen beş yaşlarımda bir akşam vakti hastalıktan dumura uğramış halde şoför Mehmet'in taksisiyle beni köyden ilçeye doktora götürürlerken ilk defa uzaktan gördüğüm ilçe evlerinin ışıklarına, gayet masumane bir halde 'Yıldızlar yere mi düşmüş?' deyişimi hala hatırlar ve gülerim. Çocukluk günlerime ait en büyük yaramazlıklarım: Dedem evde olmadığı zaman onun radyosunu kurcalamak, bazı zamanlar sabahtan akşama kadar hiç eve gelmeden top oynamak, şu an en büyük pişmanlığım olan sapanla kuş vurmak, birkaç haylaz arkadaşımla beraber ardıç kabuklarının yumuşak yerlerini alıp tütün kıvamına getirinceye kadar avuçlarımızda ovduktan sonra gazete kağıtlarına dolayıp onlardan sigara sarmak ve o sigaraları yakmaya çalışırken istemeyerek de olsa yangına sebebiyet vermek...vb...
İKİNCİ FASIL
Ağızları süt, beslenme çantaları bisküvi kreması , elbiseleri çamaşır yumuşatıcısı kokan balkon çocuklarıyla arkadaşlık kurduğum ve şehir hayatına adapte olduğum demlerdi. Şehir hayatı demekle büyük caddeleri, çok katlı binaları, büyük alışveriş merkezleri,lunaparkları, lisans yahut önlisans eğitim merkezleri olan bir yeri kastetmiyorum. Belki de sadece ilçe olduğu için şehir tabirini kullandım; yoksa burası imkanlar bakımından sırtını mor dağlara yaslamış, kışın kardan çamurdan yazın tozdan dumandan iflahı sökülen köyümden çok da farklı değildir. Buna rağmen bu ilçenin çandır diye adlandırılan yerlileri, köyümüzün çamurlu yollarından gelen adamlarını, atlarını, arabalarını hatta o yönden uçan kanadına bir zerre çamur bulaşmış kuşları bile somurtulmuş bir yüz ve alaycı bir gözle takip ederlerdi. Bu adi halleri sadece göz takibiyle kalmaz, gıybetin tekerini döndürüp bizim köylüleri, dalgasına başkentli ilan ederek kıs kıs gülerler ve sonra da güya şehirli bir elit adam edasıyla ilçenin içinden geçen *oklu derenin şırıltısına kendilerini kaptırıp balkonlarında çay höpürdetirler, bozuk bir Türkçeyle yarım ağız konuşurlar, sallana sallana yürürler, dururlar, uyurlar, uyanırlardı. Buraya, köyümüzün bağlı olduğu bu küçük ilçeye, okumak için gelmiştim. Okumak için evden uzakta yaşamak zordu. Öyle ki, ilçe merkezinde ortaokula başladığım ilk gün, asık suratlı bir hocanın elindeki plastik cetveli, nedenini hala bilmiyorum, traşı üç numara olan kafamda kırması ve bu olay esnasında sınıfın dönüp bana gülerek bakması ne kadar gururumu incitmişti anlatamam. Hem bu yüzden hem de ceketimin koltuk altının sık sık sökülmesi, babamın bana sormadan aldığı ayakkabının ucunun fazla sivri olması gibi nedenlerle artık sınıfta, en arka sıraların duvar köşelerinde oturma alışkanlığı kazanmıştım. Arka sıralarda oturmanın dezavantajları olsa da sınıftaki her durumu gözlemleme adına avantajları da vardı. Derslere kimlerin katıldığı, hocaların daha çok kimlere bakarak ders anlattığı, kimin kiminle arkadaş olduğu arka sıralardan gayet kolay anlaşılıyordu. İlkokulda iyi olan derslerim bu bocalama dönemlerinde vasat durumda olsa da lise yıllarımda tekrardan normale döndü ve ben de artık ön sıralara oturma ve derslere katılma özgüvenine kavuşmuştum. Bundan böyle arka sıralarda oturduğum zamanlar kadar kopya çekemesem de derslerim yolunda gidiyordu ve mutluydum. Bu mutlu ruh haliyle joleli saçlarımı daha özenle tarıyor, favorilerimi uzunca bırakıp çaprazvari kesiyor, takım elbisemin pontolonunu jilet gibi ütülüyor, yeni rugan ayakkabımı ayna vazifesi görecek raddeye gelinceye kadar parlatıyordum. Ve artık şehre ilk geldiğim günlerde dudaklarını büzerek beni horlayan süslü şehir kızlarını, günahkar gözlerle ve tartıya gelmez keyif taşıyan kaçamak bakışlarla tuzağa düşürdüğüm anlar oluyordu. Sınıf arkadaşlarıma nazaran daha güçlü bir yapım olduğundan okulun futbol turnuvalarında sınıfın vazgeçilmez defans oyuncusu olmuştum. Top geçse adam, adam geçse top geçmez özelliğim sayesinde forvette oynayan rakip arkadaşlarıma kendi ceza sahamızı haram ediyor ve onları adeta kendi kalelerinde gol izleme halleriyle baş başa bırakıyordum...
ÜÇÜNCÜ FASIL
Aile efradımızın işlerini hafifletecek kadar güçlendiğim, berber koltuğuna oturduğumda traş için saç mı sakal mı sorusuna maruz kaldığım, elimin iş tuttuğu ve kendi öz köyümde ilkel tarım aletleriyle çalıştığım demlerdi. Tırpanımı örs ve çekiçle keskinleştirdiğim; ekin, ot destelerini tırmıkla toplayıp dirgenle yığın yaptığım, orakla arpa biçip yabayla saman yüklediğim, şinikle buğday ölçtüğüm, tarlada çalışırken her gün asırlık kara ardıçların koyu gölgelerinde tereyağlı bulgur pilavları yeyip kalaylı taslarla yayık ayranı içtiğim ve köz ateşinde demlenerek dumanı üstünde türüm türüm tüten emaye çaydanlık çayıyla yorgunluk giderdiğim demlerdi. Liseyi yeni bitirmiştim. Gündüz vakitleri ne kadar tarla takka işlerinde çalışsam da akşamları kendi odama çekilip, üniversite sınavı için abone olduğum test kitaplarına çalışıyordum. Kahrolası matematik derslerim çok zayıftı. Bu yüzden üniversiteyi kazanmam birkaç yılımı almıştı. İlk defa il dışına üniversiteyi kazandığım yıl çıktım. Benim için bu sefer şehir daha çetrefilli, gurbet daha çetin ve sıla daha özlenesi olmuştu. Neyseki, üniversiteyi okuduğum şehirde çok kalender , vefalı, dostane, diğergam arkadaşlarla tanışmıştım. Tanıdığım o güzel insanlar ve kurduğumuz sarsılmaz dostluklar sayesinde dört yıl zahmetsiz ve çabucak geçti. Okul bittikten sonra tekrar memleketime döndüm, okuduğum lisede ve ilçemize bağlı iki köy okulunda toplamda iki yıl süren vekil öğretmenlik yıllarım oldu. Bu kısa süren öğretmenlik yıllarımda hiçbir öğrencimin kulağının tözüne amansız silleler çekmedim , onları hep sevdim, azarlamadım lakin yine de kulak misafiri olduğum kadarıyla hep asık suratlı hoca olarak gördüler beni. Askerliğimi de kısa dönem olarak yine Mehmetçik dersanesinde öğretmenlikle bitirdim...
DÖRDÜNCÜ FASIL
İşi , aşı ve eşi bulduğum; eşimle beraber hayatımızın şu ana kadarki bütün fasılları boyunca bizi en mutlu eden, gönül huzurumuza, biricik kuzumuza ve sevimli kızımıza kavuştuğumuz dem. Meslek ve görev icabı şehir şehir dolaştığım, envai çeşit insan ve olayla karşılaşıp hayretlere düştüğüm; ülkemdeki zenginlik, fakirlik, fedakarlık, adalet, kayırmacılık, israf, ihanet, inat ve iftira hallerinin ibretlik hakikatlerine şahit olduğum; hayata dair sorumluluklarımın arttığı ve haliyle saçlarımdaki akların çoğaldığı, dünyalık kaygıların bir kısmından kurtulup daha çok ahiretlik kaygılara ram olduğum, canımdan çok cananımı ve cancağızımı düşündüğüm dem... Devam eden dem, bu dem...
Hülasa, saymakla bitmez hayatımdan fasıllar
Aklım erdi ereli hep peşimde asıllar...
Habib KARASAKALLI
BEN
Adana ili Saimbeyli ilçesindenim
14 Ağustos günü doğduğum gündür benim
1981, bir sarı sıcak imiş,
Doğmuşum, elden ele mekanım kucak imiş,
Dedem koymuş adımı, dedemin adıyım ben
Rençber bir babanın ortanca evladıyım ben
İlk sigaramı dedem içirmiş üç yaşımda,
İçmiş de bayılmışım, ağlamışlar başımda
Hülasa saymakla bitmez hayatımdan fasıllar,
Aklım erdi ereli hep peşimde asıllar...