Halil Gülşen
1.12.2010 22:34:48Kündekâri, ahşap işleme sanatıdır. Özellikle Anadolu Selçuklu döneminden kalma eşsiz örnekler hep dikkatimi çekmiştir. Sanatçı, kesinlikle çivi veya herhangi metal bir argüman kullanmadan parçaları öyle ustaca birleştirir ki, ortaya çıkan esere hayran olmamak mümkün değil. Geometrik desenlerle oluşturulan sekizgen yıldızlar sonsuzluk düşüncesini aksettirirken, ahşabın karakteri insanda fanilik duygusunu diri tutar hep...
Kündekâri sanatçısı, ağacın fıtratına o denli hakimdir ki, yapraklara su iletmek için ilahi bir tasarım olan damar uçlarını bile ustaca birleştirir. Böylece ahşap, nemden muhafaza edilmiş olur. Bu durum da, sanatın uzun ömürlü olmasına vesiledir.
Mesela; 1228 tarihli Divriği Ulu Camii'in minberi bu teknikle yapılmış abanoz ağacından bir eserdir ve günümüze kadar sapasağlam gelebilmiştir.
Şiirinize gelince;
Şiir, çapraz kafiyelerin meydana getirdiği dörtlüklerin sonuna aynı ayakla bir mısra ilave edilerek bentler biçiminde kurgulanmış. Bu durum, akıcılığı kuvvetlendirmiş ve bir "nakarat" tadı bırakıyor okuyanın zihninde.
"Ben memnunum halimden sevdan ile yaşarken
Müptelayı aşk derdi her yönümden taşarken"
Beyitinde yer alan "müptelayı aşk" dikkatimi çekti. Zannediyorum, bir tamlama olarak düşünülmüş. Yani "aşk müptelası" demek istiyor şair. Bunu daha belirgin hale getirmek için "Müptela-yi aşk derdi" biçiminde yazmış olsaydı niyet daha sarih bir hal alır ve isabetli olurdu.
Şiirin teması çok derin geldi bana. Başlangıçta da belirttiğim gibi, kündekâri sanatının malzemesi fanilik, süslemesi ise sonsuzluk ifadesidir. Kündekâri tekniğiyle işlenmiş bir eserde parçaları birbirinden ayırmak neredeyse imkansızdır. Kırılmadan ayrılamaz onlar. Kadim aşklar da öyle değil mi?
Şair burada; fani olana duyduğu ebedi bir aşkın ifadesini kaleme almıştır.
Hasılı kelâm;
Güne yakışmıştır da...