ÜYELİK GİRİŞİ ÜYE OL
Anasayfa Şiirler Forum Etkinlikler Kitap Nedir? Bicümle Tv Müzik Atölye Arama Blog İletişim Yazılar
Giriş Yap Üye Ol
Vicdan, saadet ve azaplarımızın ahirette de kaynağıdır. ROUSSEAU Paylaş
ANASAYFA
ETKİNLİKLER
NEDİR?
TİVİ
BLOG
BİCÜMLE
ATÖLYE
ARAMA
aysegulguncan

aysegulguncan

13.8.2009 18:48:35


Merhaba…
Bunca zamanın üstüne, ardı ardına geliveren üç şiirin tatlı sarhoşluğu içerisinde olduğumu bilmenizi istiyorum önce. Ne vakit bu kalemi okusam, yeni bir şeyler öğrenmenin ve kelime hazneme bakir kelimeler eklemenin hazzını yaşıyorum. Bir şair, ya duygusal yönden okuyucusunu tatmin eder ya da ona yepyeni ve bilmediği dünyaların kapılarını aralar. İşte Abdullah Çevik bu iki olguyu da bileğinin hakkıyla başarabilen derin bir şair.

Aslında itiraf etmem gereken bir şey var:)
Sizin dilinizden kadınların anlatıldığı şiirler, nedense bana çok ağır geliyor ve algılamakta zorlanıyorum. Ama tabi bunda sizin suçunuz olmasa gerek. Eminim, bu, kadınların anlaşılmaz bir tür oluşlarından kaynaklanıyordur.

Çok zor bir şiir. Yapacağım yorumun, şiiri ne derece yansıtacağından emin değilim ama kendi çapımda bir şeyler deneyeceğim.

Öncelikle başlığa değinmek istiyorum. Aldatılmış Kadınlar Oratoryosu.

Oratoryo kelimesinin anlamı,

TDK’ da: Solo sesler, koro ve orkestra için yazılmış, oyun öğesi bulunmayan, kutsal nitelikte müzik eseri şeklinde geçiyor. Bunun yanında oratoryonun Roma’da ortaya çıkan ve salt müziği değil, aynı zamanda kiliseyi de ilgilendiren bir tür olduğunu ve çileyi anlatan, biraz semavi bir kimlik taşıyan şarkılar bütünü olduğunu söyleyebiliriz. Kısacası şair daha başlıkta, derin bir felsefenin içine çekmekte okuru.


Yaşadığımız ülke şartları içerisinde, hatta evrensel manada da düşünülebilir ki, her ihanet ve aldatılış, beraberinde dokunaklı içsel ezgileri, sonsuz bir trajediyi ve mistik düşünceleri getirecektir. İçte meydana gelen acının, bir ağıt gibi göğe süzülmesi ve semavi bir acıyla bütünleşerek bir oratoryo oluşturmasına benzetmiş şair, aldatılan kadınların dramını. Yaşadığı aşkta, sevdiği erkek tarafından ihanete uğrayan çoğu kadın, yaratılandan kendilerine bahşedilmiş bir ruh hali ile suçu daima kadere yükleyecek ve kopup uzaklaştığı sevgilinin ve aşkın aksine, kendisini koruyacağına ve arındıracağına inandığı dini olgulara ve tanrıya daha fazla yakınlaşacaktır. Şairin bu düşünceden hareketle, bu başlığı seçmiş olabileceğini düşünüyorum.

Şiirde iki pasaj hariç her bölüm, birer konuşma çizgisi ile başlatılmış. Bu da bize aldatılmış kadınların, ihanetin ruhlarında bırakmış olduğu yarayı, kendi bakış açılarıyla ve yaşadıkları travmalarla nasıl açıkladığının ispatı niteliğinde sanki. Konuşma çizgisi ile başlamayan o iki pasaj ise şairin, aldatılmış kadınlara dair genel gözlemini ifade ettiği kısımlar olsa gerek.


ve yırtıldı şiltesi korkularının
şüpheli bir ölüm okşadı saçlarını

Bir aşka yelken açmış her insanın, görünüşte ne denli mutlu bir tablo aksettirse de aslında ihanete ya da bitişlere dair hep içsel korkular yaşadığını söyleyebiliriz. Bilinçaltına ittiği hastalıklı düşünceleri vardır. Ya biterse, ya giderse, ya bana ihanet ederse vs. gibi. Nitekim aldatılma eylemi gerçekleştiği an o korkuları gizlemiş olduğu şilte derin biz acıyla yırtılacak ve “şüpheli” bir acı, bir ölüm, bir ihanet ( neticede hepsinin karşıladığı anlam aynı görünüyor) okşayacaktır saçlarını. Aldatılmanın yaratmış olduğu acının her insandaki aksi farklı olacaktır, ortak olduğu detay ise, tıpkı bir ölüm gibi soğuk, sevimsiz ve istenmeyen bir realitede olduğudur. Şair böyle diyerek, aldatılmış bu kadınların psikolojisine dair genel izlenimlerini sürüveriyor şiirine…


- yarına güneşi bağışlayan aşk
o meş’um ilk bakışta asılı kaldı
şarkımız aşırıldı ezberimizden

Ve ihanetzede hatunlardan biri konuşmaya başlıyor. “Sahip olduğumuz bir duygu vardı. AŞK… Ve bu öylesine güçlü, öylesine yoğun bir duyguydu ki, hayatı bizim için her haliyle yaşanılır kılardı. Güneş bu duygu sayesinde, her yeni gün bin defa doğardı kararmış ufkumuza, bizi sıcaklığıyla, parlaklığıyla hayata bağlardı, ta ki o uğursuz bakışmaya bakar. Ta ki sen benim gözlerimin üstüne, başka bir göze, göz sürene kadar. Ta ki ihaneti, damarlarımda dolanan kan niyetine, vücuduma enjekte edene kadar. İşte o bakışla karardı güneşimiz ve aşk, bizden, ötelerce geride kaldı. İkimizi anlatan o şarkı ( ki her sevgililerin bir şarkısı olur) silindi, çalındı hatta bir başkasının uğursuz elleri ile ezberimizden koparıldı…”


- tebessümle kuşatılan kanaviçemizden
sökülen gül kelebek ve sim
bırakıldı tenin günahkar eşiğine
yedi renk çekildi çerçevemizden


Ve diğer bir kadın sanırım başladı kendi öyküsünü dile getirmeye… “Biz aşkımızı ve gülüşlerimizin hepsini bir kanaviçeye dokur gibi usul usul nakşettik bembeyaz örtülere. Güller, simler, kelebekler gibi türlü güzelliklerle bezedik. Ama bu ihanet öyle acımasızdı ki, ne var ne yok götürdü elimizden. Önce bin bir emekle dokuduğumuz sevgiyi yok etti, sonrasında sevinçlerimizi, tebessümlerimizi… Ve bizden aldığı ne varsa, o kadının, senin bana tercih ettiğin o kadının, soluk yatağında sen onunla beraberken, günahkârlığınızın eşiğine döküverdi. Tertemiz kanaviçemizdeki tüm renkleri, tüm güzellikleri soldurdu bu ağır ihanet, tıpkı gökkuşağı gibi ömrümüzün üstüne açılan o çerçeveyi, o pırıl pırıl yedi rengi alıp götürdü mahremiyetimizden…”


- mahfuz kadınlığımız haz sunağında
sorgu bıçaklarıyla utançsız kanatıldı
dirimler yaratıldı ölümlerimizden


Diğer bir kadın ise ihanetin, ruhunda bıraktığı etkiyi şöyle özetlemekte… “Korumaya meyyal olduğumuz, her şeyden sakındığımız o kadınlığımız, ihanetin sunağında, aldatılmanın acısıyla, birbiri ardına sorduğumuz sorular, yakıcı şüphe ve yüzleşilen her gerçekle en derinden yara aldı. İhanetin bedelini, kadınlığımız, kimliğimiz ve hatta kimliksizliğimiz en keskin bıçaklarla kanatılarak ödedi. Öldük. Bin defa belki evet bin defa, aynı silahla öldürüldük. Ancak ölümlerimizin bile bir hükmü olmadı. Aşk, başka bir kadının teninde, benden koparılan duygular yekünüyle, bir başka mevsimde yeniden zuhur etti. Benim ölümümden dirildi bir başka ten, benim acılarım üstüne inşa edildi, hoyrat sevişmeler…”



kırıldı kanatları esenlik kuşlarının
kabul olunmamış bir dua gibi


Nasıl ki çok dilediğimiz ama kabul görmeyen bir duanın ardında, içimizde bir nokta yıkılır, kalır ve inancımızın direği kökünden sallanırsa, işte bu vahim tablolar karşısında, bize sağlığı, mutluluğu, aydınlığı, esenliği, huzuru ve ne kadar güzel duygu varsa hepsini gagasında aşırıp getiren o güzel kuşların kanatları kırıldı. Uçmaktan aciz bırakıldılar ve insanlara ilaç olabilecek tüm esrik sevinçler serpildi yerlere. Tıpkı kabul olmamış bir dua gibi, tüm beklentiler yarım kaldı, o kadınlara hayat, mutlu olma şansı vermedi…



- ünlemden yılkılar koşuldu rüyamıza
ilenç kıvılcımları kuşandı toynakları
en büyük pay bize düştü nefretimizden

-

Burada biraz zorlanıyorum:) ünlemden yola çıkarsak şayet, bu işaretin korku, sevinç, kızgınlık vs vs bildirdiğini baz alırsak, bin duygu temasıyla paramparça olmuş, sancılı rüyalarımıza koşulan yılkı atları anlamlandırabilir miyiz? Gün boyu sanrılarla ve acılarla yoğrulmuş her bir ihanetzede kadının, bunu rüyalarına da taşıdığını söylememiz mümkün mü? At muradı simgeler en azından kahve fincanında:) ama rüya için de aynı anlama gelir mi bilmiyorum. Ama bu atları o rüyaya koşan kesinlikle bu ihanet mağduru kadınlar çünkü şair ilenç kelimesini kullanmış. Bir başkası kendisine tercih edilen hiç kimsenin herhalde “ ahh! Mutlu olun, mutlu kalın, birbirinizi sevin, Allah tamamına erdirsin” demesi beklenemez:) şayet ben olsam demezdim. Dilimizde ne kadar beddua varsa o atın toynaklarına geçiririz ki, nefretimizden güç alarak daha fazla zihnimizi acıtsın diye belki. Bir diğerinin canını yakmak suretiyle, kendi acımızı örselemek için belki de bilinmez ama beddualar maalesef hayatımızın bir gerçeği. Acıtan acıtsın, ölsün, bitsin, yok olsun temennileriyle içimizdeki ateşi soğutmaya çalışırız lakin bu şairin de dediği gibi, nefretimizdeki en büyük pay, en büyük acı ve en büyük yıkım yine sadece ve sadece kendimize düşecektir. Kanatmaya çalıştıkça daha çok kanayacak, nefretle içimizi soğutmaya çalıştıkça, olmadık ateşler düşüreceğiz yüreğimize çünkü. Kısacası benim anladığım kadarıyla bu pasajdaki hatun da duygularını böyle ifade etmekte…




- kül rengi iz sürdü eşgalimizden
ulaştı ruhumuzun esrik iklimlerine
bir dudak bükümü oldu adımız
yazgımız yaralandı kirpiklerimizden



Bu bölümde ise bir diğer kadın anlatıyor olsa gerek, halet-i ruhiyesini. Ancak benim takıldığım bir nokta var. İz süren kim? Bir önceki pasajla alakalı ise şayet bu bölüm, izcinin, kendi nefreti, olması beklenebilir lakin değilse tam bir çıkarımda bulunamayacağım. İz sürenin kendi içsel korkuları, nefreti, ya da münferit yaraları olabileceğini kıstas alarak yorumuma devam etmek istiyorum. Kendi korkularımızın, ihanetten arta kalan bir griliğe bulanık eşkâlimizi takip ettiğini ifade ediyor olsa gerek şair. Kimliğini yitirmiş, kül rengine, soluk bir dokuya bulanmış cismimizin takipçisi olan bu izci, en nihayetinde tüm ruhumuzun o acı sarhoşu iklimini ele geçiriyor. Ve aldatılan kadınların ismi, aldatanların aşk defterinde kapanmış bir sayfa olarak kalmaya mahkûm oluyor. Bu kadınlardan bahsederken, ihanet edenler, bir dudak bükümü kayıtsızlıkta, öylesine umursamaz ve adil olmayan bir tavır kuşanıyorlar. Ve geride kalmak öylesine zor ki… Ağlamak, gözyaşlarıyla heder olmak, kırılan gururun yasını tutmak… Bir zaman sonra içine düştüğümüz bu acı ve gözlerden akıtılan her bir damla, geleceğimizi de ele geçirip, yazılmamış yazgımıza kan düşürmeye meyillenecek…



- açıldı lahitimiz dilin bereketiyle
bir şair takındı taç yapraklarını
elemle kopararak çelengimizden

Ve sanırım yine bu ihanetzede kadınlardan biri, kendi düşünceleriyle, şiiri noktalıyor. “ biz ölmüştük, aldatıldığımız gün ölmüştük hem de… Kendi kabrimizin derinliklerine, soğuk bir lahitin kucağına, kimliksiz gömüldük. Oysa şimdi bizim mezarımızı açmakta şair… Kullanılmış olan her bir sözcük acımıza ışık olmakta… Dilin zenginliği ile yansımakta, hüznümüz şiire. Ve bir şair ( yani bu şiiri yazan şair) mezarımıza konulan her çelenkten birer yaprak alarak takındı düşlerine. Ki elemle… Derin biz hüzünle. Aldatılmış kadınların dramının verdiği o mahzun iç çekişle… Buradaki taç yapraklar da her halde, o kadınların acısı olsa gerek… o acıyı, yoğun bir şekilde hissetmiş olmasaydı, herhalde böylesi bir şiiri kağıda aksettiremezdi şair… Ki öldürülmüş kadınların, mezarlarına konan her bir çelenk de zaten, onların kendi acıları ve hüzünleri değil midir?


Benden bu kadar:)
Şiir iflahımı kesti. Başka ne söyleyebilirim bilmiyorum. Ama hala yapmış olduğum yorumda, içime sinmeyen ya da atlamış olabileceğimi düşündüğüm ayrıntılar var. Lakin daha fazlasına vakıf olamıyorum. Şairin söylediği, okurun anladığı kadardır diyerek, kendimi telkin etme yoluna başvuruyorum:)

Çok mükellef bir paylaşımdı. Hakikaten o dramı iliklerimde hissettim desem yeridir. Aldatılmış kadar oldum yani:) sizi bir kez daha tüm içtenliğimle kutlamak istiyorum Abdullah Bey. Bence bu kalem hep yazmalı. Sizin gibi değerli isimleri okumak ve onların ışığında hareket etmek, bizim gibi yeni yetme şairler için bir kazanım olacaktır.


Şiire olan sevgim ve şiir ufkum sayenizde inanın gelişiyor. Tüm börtü, böcek ve kurdelelerimi bırakıp sayfanızdan ayrılıyorum.

Hayatı daima bir şiir tadında yaşamanız dileğiyle…

Saygılarımla…

Şiir Bilgi


Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.