İstasyon..
(...adın ve rivayetlerin hiç bilinmedi…bilenler de seni...bir senden bilmedi…bilicilerin sus olduğu kasaba ve puslu zamanlarda...gözlerin...gülüşünü astığın bahçen kadardı…
şimdi o iklimlerin küçük çocukları…derken büyüdü…mahallende devasa şarkılarını söylüyorlar…sesin saklı…adın saklı…tapınakların saklı…gittin…şiirlerle gittin…ezgilerle gittin…ve hala saklımızda durur…alnımıza dağladığımız o imanlı düşlerin…) o akşam yakamızda kükürt / ağzımızda devrik yeminler kırılmıştı kayıp giden sözler dileklere / yıldızlar da yüzümüze dağılmıştı soframız yağmalanmış yaramıza sabır küsmüştü ve şarkısı sakıncalı o dağların yayla seher ateşleri çoktan sönmüştü istasyonda vedalaştık üşüyordu sırtımız ve biz kadar aranıyordu köşe bucak o malum yazgımız… elleri tren camlarına çarpan rüzgar elleri yanık çalı çırpılardan ahu zar elleri tutsa da oyalı bir mavzeri elleri şahdamarına yan bakan bir intihar… diyerek geçti / geçtim anılardan ve sokaklardan ana avrat ışıldayan mağazalar ve bulvar yazılarından kal demiştim oysa / kal …bir muhbirlik ölebilirdik seninle… gözleri hicranların hoyrat uslanmaz soluğu gözleri vicdanların en yaslı ela duruşu gözleri sabah ezanlarında şehla serçe gözleri sırlarına suskun sımsıkı bir kelepçe… ertesi günler göğsümüzde hayat / ağzımızda tütün çürümüştü okuduğun kitaplarda aradım seni / ki oysa hepsi ’görülmüştü’ dağılmış bir suretle kaldım bir başıma bir avlu kadar dardım artık bu mülteci aklıma resmimiz çizilmemiş geçtiğimiz kentler hiç bilinmemişti şimdi savrulup duran gazellerde şakaklarıma çarpacak bir ihbarın neferiyim gayri kaydım hepten silinmiştir kefeninden sinen toprak kokar nefesim… |