Suret-i Aslı
SURET-İ ASLI
Hayattı bu, başa ne getirir bilinmezdi; Hal bu iken, ne olacağını bilmeden kapıldım bir rüzgara... Çok sevdiğimi itiraf etmeliyim öncelikle; Gözümü kör eden, gözleri ve güldüğünde ki o masumiyeti idi, Hafif gamzeleri belirirdi ve o an öldürürdü beni sanki. Yıllar boyu acı, hasret, gözyaşı... Yani ne ararsan vardı heybemde, Sorsan pişmanmıydım onu sevdiğime, Olur mu hiç? Ne haddime... Çünkü; Onu sevmek cennetin kapılarını açtırır gibiydi, Bazende cehennem ortasında yanma hissiydi... Ama ne olursa olsun, mutluluk yerşne hasret çektirsede, Çok ama çok sevdim, ömrüm uğruna harcanacak ömürmüşcesine, Bile bile harcandım o yalan söz ve gözlerine... Sonu gelmişti işte, kapıdan uğurlama vaktiydi artık, Fakat ne onu son kez görecek bir yüreğim vardı, Ne de ‘’Hoşçakal’’ diyecek bir temennim kalmiştı, Söylenecek tek söz ‘’Def Ol’’du, ama görmemezlikten gelemedim harcanan yılları. Ve kapının kapanma sesi geldi birden; Sanırım gitti artık, dönülemeyecek o yerden, Sessizce odamıza çıkıp, üzerine ihanet sinmemiş kokusunu aramaya başladım, Giderken unuttuğu ya da bıraktığı iki parça eşyasını buldum kokusunun sindiği, Gelde unut onu şimdi, Kokusunu her çekişimde, aklıma gelen ihanetin sanki duygularımın Kelime-i Şehadeti, Ve bir fatiha okuyup gömmeye başladım o Aşk denen illeti. Onsuzdum sonunda, bu iyi mi yoksa kötü mü bilemiyorum, Ağlayacak olsam ihaneti hatırlıyorum, Bağırıp, çağırıp, küfredecek olsam o masum güzelliği... Gel, gel de gör bu devrin Ferhat’ını, Kerem’ini, Sen ne Şirin olabildin uğruna dağlar delinebilecek ne de Aslı, Rüzgarda uçuşan toz misali, gidebildiğin yere kadar git şimdi, Nede olsa yalanmış o masum görünen SURET-İ ASLI... |