Istrancalarda Akşam Üstü
BİR YIL SONRA …Sıra kayalar, kovan kayası, yanık bayır, sivri kaya ve baba tepe… Baba tepede demirden çirkin bir kule… Dönüyorum olduğum yerde çepeçevre; batı kuzeyden güneye dağlar, güneylerde bir düzlük ve ovadan doğuya doğru döndükçe güneyden kuzeye doğru gene dağlar tepeler, alçaklar ve yüksekler, içinde ufak tefek köyler ve en yüksek doğuda Mahya… Sığırtmaç sesi var bağlık taraflarında. Ve çan sesleri… Bir koyun sürüsü Göksu yanlarında. Ve bir çoban kavalının yanık nağmeleri kulaklarımda… Karşı köyün horozları ötüyor ara sıra. Köpek ürmelerini arıyorum bütün bunların arasında ama yok, duyamıyorum. Kuş seslerini saymaya çalışıyorum tek tek. Ne çok ses; olmuyor, sayamıyorum. Göremiyorum da kendilerini hangi dallara tünedilerse. Uçanlar kurşuni bir rengin içinde… Beş gündür köydeyim… Bugün on dört Nisan, günlerden Salı. Hava kapalı. Yani biraz sisli ve az puslu. Akşam yağmur yağdı çok. Derelerden sel aktı hep. Ara sıra çiseleyip duruyor hala. Ben geçen yılki gibi aynı yerde, Istrancalar’daki o tepenin üstündeyim gene. Bu sefer vakit akşamüstü değil, bir öğle üzeri ve arkamda köyüm var gene geçen yılki gibi. Ama güneş yok… Burası dağlara hâkim yüksek bir yer. Düz sayılabilecek çıplak bir tepe üstü. Etekleri çayır çimen ve yer yer orman. Yuvarlak bir ufuk çemberi çevremde ama çizgisi düz değil dağlarla eğri büğrü çizilmiş bir çizgi. Tam karşımda Mahya tepesi var ve bulutlar inip üstüne çökmüşler, bu sebepten tepe yoğun bir sisin içinde belli belirsiz gibi. Orman yapraklanmamış henüz. Daha erken demek ki… Ama çimenler uç vermişler topraktan, yerler yemyeşil. Çiçekler henüz açmamışlar. Hava durgun, yel esmiyor bu yüzden. Öylesi bir sessizlik içinde yüzlerce kuş sesi; her yer cıvıl cıvıl. Guguk kuşu yüksek bir ağacın tepesinde onu görebiliyorum ve gene ötüyor geçen yılki gibi… Yalnızlığı ne zaman özlesem şehirden kopup geliyorum buraya. Ve tek başıma… Kendi isteğimle kayboluyorum buralarda. Kendimle baş başa, sadece duygularım yanımda ve tek onlar aklımda; şehrin kalabalığından ve gürültüsünden, yanlış kullanılan teknolojinin çirkinliğinden, radyo, gazete, televizyon gibi şeylerin hepsinden kopunca dünyanın o türlü yüzünden de kopuyorum, bir süreliğine de olsa... Radyoyu açmıyorum. Televizyona bakmıyorum. Gazete okumuyorum. Saat kaç, vakit nerede, takvim yapraklarını koparmıyorum ve zamanı kovalamıyorum… Dolanıp duruyorum tepenin üstünde kendi başıma. Zaman zaman coşuyorum da kimse duymuyor ya beni, türkü söylüyorum ve kuşlara eşlik ediyorum ıslık çalarak. Bağırıyorum bazen avazım çıktığı kadar. Sesim yamaçlara vura vura yankılanıyor ve işte o zaman cıvıl cıvıl öten kuşlar bir süreliğine susuyorlar. Olsun… Onlara misafirim bugün ben. İdare etsinler işte. Dağlar zaten hep onların. Ben gidince gene onlara kalacak, gerçek bu değil mi? Ne yazık ki… 14/Nisan/2009 Koruköy YEDİ YIL SONRA Baharı bekliyorum. Az kaldı. Karar verdim bundan sonra yazları orada geçirmek istiyorum. Huzuru bulur muyum? Kim bilir... |