Bu GecelerDünya bildiğimiz gibi yuvarlak işte, ama bir o kadar da engebeli, inişli çıkışlı yer yer düşe kalka yürüyeceksin istesen de istemesende… Gül de güzel ama bir o kadar da dikenli, bir o kadar güzel ve bir o kadar keskin… güzelliğine, kokusuna kanacaksın tutacaksın eline batacak kanayacaksın, ama katlanacaksın… Söğüt dalları gibi sarkacaksın toprağa doğru kimi zaman, kimi zaman ise genellikle mezarlıklarda görülse de, bir selvi gibi dik durmasını becerecek, her rüzgarda inadına dik duracaksın… Salacaksın uzun sarı saçlarını esen hüzün dolu kahır dolu rüzgârlara ve götürecek seni yüreğinin saklandığı yere, tek tek saplayacaksın her bir telini daha öncesinde o mavi gözlerini sapladığın yaralarla dolu masum sineye… Durmayacaksın, ayakların kan revan içinde kalsa da, arkandan dur diye bağırsalar da, sen yüreğini dinleyeceksin… Derini sıyıracak esen rüzgâr, güneş kurutacak narin tenini, ama yüreğin yüreğin sana git diyecek… Boş sokaklar, loş lambalar, karanlık köşeler, gizleyecek sen yaşlı gözlerle baktığında sağına, sessiz duran gölgeni… Hep gece ilerleyen saatlerde düşerim ya aklına, ya soğuk yatağına uzandığında tir tir titrerken, ya da pencereden usul usul kayan yağmur damlalarını yaşlı gözlerle izlerken ve bir yandan da yine bizim parçamızın çalmasını dilerken radyonda… Bu geceler hep sana mı gebe sevda? Bu geceler hep sana mı gebe hasret? Bu geceler hep hüsrana mı gebedir? Sana bakmadığım, bakamadığım zaman, gözlerim bile isyan bayrağını çekiyor sinemde… Ve hala susturamadığım, bastıramadığım bir ihtilalin, uşaklığını yapıyorum elimden geldiğince… Her ne kadar sen yoksun, gittin ve bende bittin desem de saklanıyorum yine yalanların gözle görülür elle tutulur yanlarına o kadar da çokmuş yeni fark ettim… Ağlıyor mu gözlerin artık ince ince, döküyor musun yine beni kara toprağa, yağan yağmura katıyor musun? Yoksa hala umut kırıntıları var mı ufuğa doğru, eskisi gibi sakladığın mavi gözlerinde… Değdi mi, yetti mi, karşıladı mı harcadığın bunca masum gözyaşına? |