Sonsuzluk Güncesi ve Son Sayfa.Şiirin hikayesini görmek için tıklayın Her şey birdenbire, vedalar birden bire, aşk birden bire...
Yüzümün ezgin gülümsemeleri "unuttum işte bak; bir de aşk vardi değil mi?" O her şeye değen, değdiğine hiç tereddüt edilmeyen, tüm bir bağlılıkta inanılan, güvenilen, ve kirletilmemiş ırmaklarıyla ruhların sonsuzluğuna akan; gah cennet bahçeleri, gah cehennem sıcakları aşk... Düne ve bugüne dair ömrümün masalında sıra dizili evhamlarla bütün uykularını susarak kaçırıyorum; hatıralar eşliğinde, kararan bütün gecelerin. En iyisi mi? Siz bana yaşamdan öte bir masal anlatın ben daha da fazla susayım. Daha fazla içerleneyim bu hayata. Aldırmayın kanasın bir yerlerim. Hangi çöl alacaksa alsın yüreğimde ki bu ateşi; dudaklarımda ki bu yalazlı alevi kırılgan sevdalara, o münzevi aşklara adıyorum... Her şey dünden kalma hatıralarla dolu; bir anıyla başladı. Varlığından haberdar olduğum bir hayatın; zamana terk edilmiş, öksüz günlerin arasında, o telaşlı anlardan bana imgeleriyle dolu yorgun bir aşkın meyyal anıları kaldı... Her şey; dünü, bugünü ve yarınıyla yeniden; yeniden doğmak gibi, görmek, duymak, ve yeniden sevmek gibi. Yaşamak ve susabilmek bir aşkın tedirgin heyecanını duyarak söze suskun utangaç ve denli kırılgan sevgilinin ’topuk yarasıyla. Yaşama karışan seslerin ve aşkın ağırlandıği o yabancı hayatların mevsimsiz ve biraz da mahçup gülüşlere bilendik hayata. Bizi hayatın bilinmeyenlerine düşüren ve çoğalan sancılarıyla sevmelerin, o gönülleri dirilten ateşin sırrıydı. Bir de çok zaman sonra fark edeceğimiz, görünmez bir yanı daha vardi bu hayatın. Bizim hesabımıza sürekli bir defter tutuluyordu bu görünmez yanıyla. Hesaba almadıklarımızı, ihtimal dahi vermediklerimizi bir gün karşımıza çıkarılmak üzere orada ve o defterde tutuluyordu. Belki de boşluk yanlarımıza en onulmaz en beklenmedik zamanlarda hep bu defterin o hiç bilinmeyenleriyle yüreklerimizi sımsıkı bir kıskaçta tutarken ruhlarımıza en sarsıcı darbeler de buradan geliyordu. Ey; unutuşun ırmakları boyunca uzayan, Erisin büyülü sularına yüreklerini bir kurban gibi keder ve pişmanlıklar içinde sunanlar! Gözyaşlarınız bu güne duruyordu haberiniz var mı? Unuttunuz mu yoksa, hepimizi çağıran günaşırı dualara sürgün yüreklerin, yeminlerlele bağlanmış o yakarış dolu sözleri? Yine de duyuyorum o içli sesleri, o büyülü sözcüklerle ateşin rengine bezenmiş yürekleri, o her şeyın kendini ölümsüzlüğe vurduğu aşk terennümlerini. Duyuyorum... Her şey birdenbire, vedalar birden bire, aşk birden bire; gözlerimizden sonsuzluğa uzanan ışığa ne oldu? Ne oldu karanlıkların yüreğinden doğan gecelerin ışığına, ya yüreğin, yüreğin nerede, yitirdin mi onu yoksa, köreldik mi şimdi biz bu hayata? Gelgitler arasında, bir hasret yumağında ben kendime gelmeliyim. Kendime göçmeliyim mevsimsiz zamanların kederli aşk sofralarından. Kendime geldikçe kendimden gitmeliyim. Vakti dolmuş günlerde ben gitmelerinle kalmalıyım. Günlüğü tutulmayan bir vedanın, bir gidişin, bir unutuşun suskunuyum. Ve iyi bakmam için bana emanet bırakılmış bir yürek ve onun saflığına soğuk bir ’hoşçakal’ın iyiliğine ısmarlanmişim. Ki kendime sırf bu yüzden iyi bakmaya yeminliyim. Öykünüyorum: ve suskunum gece yarılarına. Yaşamak; ve uğruna sevdiğim bir sabah serinliğinin içimi dolduran o berrak ışıltıları. Sükunetin karşıladığı serin sabah türkülerinde gün yüzünün o doymak bilmez renk cümbüşleriyle ne çok avuttum yüreğimi efsunlu bir mayıs sabahında. Her anıyla çarpan bir şiir gibi. Nasıl desem; ben göğsünde gökyüzünü taşıyan ve kuşların özgürlüğüne genişleyen, o denli deli dolu, ırmak boylarında yüreğini koşturan, ayakları daha yere basmamış bir delikanlı/değilim Ayrılıkların bütün umutsuz çığlıklarını, bütün uzak öykülerini içimde taşıyorum. Tut ki kurtulmuş bütün gülleri yüreğimden koparılmış yapraklar arsında sakladım. Sen bana Gönlümün kırıklarında ağır bir hüzün ve ruhumun kıvrımlarına yansıyan bir keder bırakma! Ben gitmelerinle kalayım. Tut ki sancılı mevsimlerden geriye kalan yorgun ayrılıkların kokusunda solan güllerin de tadı kalmadı. Unutmalı miyim yoksa renklerini kaybetmiş günleri ve uzakların ardın sıra uzayan sonsuz sevdaları, kırılgan düşleri, tıpkı hayatlar gibi yarım bırakılmış şiirleri, bütün bütün şarkıları, ve bir o kadar hain o ayrılık sabahları. Söyleyin lütfen, neler kaybettik biz? Gönlümüzde; aşkın, o bütün renkleriyle büyülendiği düşler. İçre sığmaz sonsuzluk günceleriyle sevinç dolu o günler, ve aylarca beklenmiş özlem kokularında ki anlar, ve o canlı umutlar, mutluluklar. Ne öldürücü bir sözdü o: "Her aşığı dara çeken vefasız leylasıdır." Yüreği çöle döndüren Leylalar. Sahi ne oldu renklerimize, hangi yağmurlar camlarımıza bu buğuyu getirdi şimdi? Tutunuyorum zamana ve zamanın en derin sukutuna. İçim rahat yine de ne güzel yüreğimin sesini duymak. Koşabilmek sancıyan yanlarından, acıyan yerlerinden... Ne garip değil mi, her yazgının kararan düşlerinde yitirdiğimiz yürek sesli şarkılar kaldı dilimizde. Dinle. Solgun gülleriyle duş kırığı mevsimler sonrası; renkleri unutulmuş iklimler de düşlerin yazgısında yarım kalmış bir hikaye saklı bıraktım: sessizim ve nefesim sessizliğimin fonudur (.) şimdi. Sevmelerin uğurlandığı bir gece yarısı yolcusu; içimde kanayan bir yenilgi, ve dilim keskin bir veda tadında, yüreğim hüzünlü bir hikaye de kaldı. .... .Ben sustum, zaman sustu, bu şehir emanet sana. Ola ki bir gün bilmek istersin bil; adın aşktı senin! Yaşamak ta sen’ ölmek te sen: hayat dediğin bu değil miydi? ... |