BÜYÜDÜN ARTIK ÇOCUK..!Bir kucak anıza düştüğün gün ağlamıştın. Ne bilge çocukmuşsun meğer... Nerden anladın çile çekmeye geldiğini dünyaya? Ah çocuk; Meğer ne çok severmişsin Ham maddesi soğan-ekmek olan ana sütünü... Nasibin büyükmüş, Gelenin büyüklüğünden belli. Nur yürekli bir ağızdan kulağına süzülen Ezan-ı Muhammedî’yle adın Abdulkadir olmuş. “Adıyla yaşasın” dediler Ömür dilediler Yaradan’dan, upuzunca. Dilekler dilediler sağlıktan, mutluluktan yana, yakarıştan öteye gitmeyen. An geldi tekbiri haykırmayı ana sütüne tercih ettin. Küçücük bedeninle toza belendin Hakk yolunda. O tozlar ki, üzerinde gezindiğin bulutlardı. Andıkça o günü demiryolcu dini bütün baban, oturur ağlardı. Ağlardı; senin katmerleşmiş tezeği toplarken bir vagonda kırılan ayağına. Sen gibi yaşardı sendeki acıyı. İlim-irfan deryasına daldığın zaman, hasret kara kedi gibi girerdi aranıza. Bir avuç tuz arkadaş olurdu yaranıza. Yüreklerde buluşurdunuz zor zamanlarda. Biliyor musun çocuk; Annen, buğusu yükselen sac ekmeğine Şahin dalışı saldırmalarına bayılırdı. Bazen öfkesi oklava olur sırtına saplanır, Bazen de üzmez, kendi verirdi bazlamayı. Yine ağlıyordun günün birinde. Ah çocuk, seni bir anlayabilselerdi... Bilselerdi ki demir teştlerin içinde, Mart soğuğunda ve dışarıda yıkanamayacağını bir çocuğun haşlanmış suyla; Hiç derler miydi ki bu çocuğun banyoyu sevmediğini? Ah çocuk; Bir kucak anıza düştüğün gün ağlamıştın. Nerden anladın sesinin işe yarayacağını? Ne bilge çocukmuşsun meğer. Çeyiz sandığını radyoya benzetirdin; Girerdin sandıklara ve radyo sanatçısı olurdun. İlâhi çocuk, Süpürge sapından saz olur mu hiç? Sen yapınca olmaz mı? Konserler bile verirdin. Şimdi kucaklar dolusu sunmaktasın tiryakilerine türküleri. Ya Sultan ninenin Osman emmisini oynayışın...? En sevdiğin çiçek; gelincik, En sevmediğin insan yoktu. Yoktu gölgelemek güneşi senin anlayışında. Önünü açardın düşüncelerinin, “güneş düşsün” derdin hep. Aydınlıklar uğruna kavgaların olurdu çocuk, sevdaların uğruna! Türküler yakardın kavgalarına ve kavgaların türküleşirdi. Çiçek gibi severdin yarınlarını. Düşen tetik sesleriyle büyüdün uğruna bir sevdanın. Ne yaralar gördün, sinede gelincikler açan..! Bir bilsen çocuk; kitap mısralarındaki seyahatinin nice zaman sürdüğünü... “Kitapla başlamalı ömür ve kitapla bitmeli” derdin. Yetmedi, meyve verdin. Yüreğinden kopup gelen fırtınalar dağlarca dalgalar yarattı okyanuslarda. Fırtına kuşuna dönmüştün feleğin can yutan anaforunda. Bir kanadın kırık, bir kanadın yoluk. Öyle de rüzgârla sevişirdin be çocuk! Düşüremediler seni bir türlü misket bombaları ve çelik namlular. Pranga yaptılar gölgelerini ayaklarına düşüncelerinin. Nice tuzaklar kurdular şahin soylu duruşlarına ya, Her seferinde de tuzaklanan onlar oldu. Eh, uyan artık çocuk! Uyan da gör büyüdüğünü. Duy artık şu apartmanın üçüncü katındaki delikanlıyla aynı türküleri söylediğini. Gör artık tetikteki yürekleri! Büyüdün artık çocuk. Şu keman çalan Hicri öğretmenin yanındaki çocuk mazide kaldı. Acılarını sinesine gömmüş, sevda uğruna Kays’la aynı saftasın. Dimdik bedenin gönder olsun bayrağa Emeklemeyi bırak, haydi, kalk ayağa! Fotoğraftakiler: memur Ali bey, ben ve öğretmenim Hicri Eryılmaz. |
okurken gözümün önünden flim şeridi gibi geçti yazdıklarınız
yaşanılanlar içtenlikle, abartısız lakin tokat gibi vurdunuz yüzümüze gerçekleri şiir şiir diye
helal olsun!
ki burada koptum resmen,
Bilselerdi ki demir teştlerin içinde,
Mart soğuğunda
ve dışarıda
yıkanamayacağını bir çocuğun
haşlanmış suyla;
Hiç derler miydi ki bu çocuğun
banyoyu sevmediğini?
...
o anları yaşamayan ne bilsin ...çekmeyen ne bilsin...şimdiki nesil
geldi gözümün önüne, elimde olmadan kıyaslama yaptım
hiç sevmesem bile kıyaslamayı...yaptım işte.
emeği geçen öğretmenlerimizi bu vesile ile saygı ile analım huzurunuzda
tebrik ederim .... saygılarımla...
NilAlaz
ahlaz tarafından 1/21/2008 6:33:53 PM zamanında düzenlenmiştir.