Senin..yaz ovaları diğer renklere bırakıyor: Gökyüzü soluk mavi, bir avuç mor yıldız Boş kaldırımları yıkayan yağmurlar Solan aynı ülkeler değil yanlızca zaman eski Yolculuğa davet ediyor seni ; etinin henüz güngörmemiş itirafları Yazmak bir pazar günü ki doğa sonsuz deviniminde Bir sonbahar öğleden sonrası yada Yarım ağızlı bir hikaye Yanlızca metalin kağıdı örselediğini varsayıyoruz : ve bir karınca ordusu hummalı bir uğraşta tekil seriliyor masaya yemekler Sadece bir top aç beyaz kağıt kollektif bir kuzgun, sıcak buluyor teninde mermeri Yada kar altında kalmış Keçe Kurdan bir tavşan leş kemiriyor rüyasında Ve bir domuz, çığlık çığlığa başka bir domuza isim arıyor Ayaklarının altında karınca ölüleri Ve sürekli kusuyor bir olan adam Kuşlar yakerken zafer çığlıklarıyla Gezi Parkını Güçlü yangın gecede İstiklale kırılıyor önce Çapulcu çocuk; Korkma, sönmez ..... ; yeni şeylere yeni adımlar, isimler bulmak lazım değilmi; siktir et pezevengi! yanlızca masallar türkiyeyi olması gerektiği gibi ve sanki bir anlamı varmış gibi yansıtırlar Yada bir adam verebilmeli dostuna Ana dilinde selamı Diyorum ki : Eğer gidersem uzağa giderim Ve pişman olmam asla. Odalar karmakarışık kelimelerle dolu : özlem, yüklem ve virgül Diz üstü Ve şakaklarım kaybolan hafızalarla dolu deniz üzerinde görünmez bir güneş, güller sazlıkta zorlu bir rüzgar demir gibi soğuklar ve bir uçurumda güvercinler sessizce yalan söylüyorlar Bir türkü vijdanının sonuna götürüyor seni ; Ne zaman öldü gülümseyen yüzler Kadifeden kelimelerle çağrılanlar Çanakaleye, şu korku ve fısıltı değirmeni gibi artık kelimeler Ezilmiş sonsuzca hafızası çiçeğin En iyisi susarak özlemek ama Aniden ortalıkta beliriyor öfkeler Kalın ipek hardal sarısı altın ve mineral bir şafak Acele şeyler söylüyorlar Bir çizgi, bir karakter, kusursuz kanatları diyorum ki; Elleriyle geçerken kadın istemsiz dökülür yanakları yere Seslerine kanatlarının Albatros tuzlu ipekten terli elbiseler örüyor Saplantı ki akşam noktasına ihtirasın Dalları tıraş ederken köpüğü rüzgarın Çiğ kırlangıçlar gibi kurtların dudakları mayhoş ; Kış! kekre Sokaktan politik yalanlar sızıyor Evlerin tersine kırağı üzerime Alevi bir cümlenin sudaki gölgesi Burda mesela ailevi de olabilirdi özne, neden sanki bölüştürdüm sıfatı ikiye Mavi yada kahverengi renk değiştirebilmede Arzuyla uyanıyor gözlerimiz Gizemli biri şaşırtıyorsada yeniden Acıyla yumuluyor gözlerimiz mesela; Posta görevlisinin karısının fırtınada gözleri Ve postacının yorgun omuzları kendisinden önce giriyor eve Kadının gözleri harman yeri buğday ve mısır Ev soğuk, üşüyor karınca Çünkü adalet! İ yanlış biliyor adam Bütün merdivenlerden indikten sonra Karanlık bodrumdan yüz metre daha aşağıda Kör, sağır yeniden ve ham kelimelerle Eğiliyorum sessizliğine bir hasat yerinin Karaağaçlar kahkaha ile gülmede Gözleri mumlu hastalar, güneşte oturuyor. Adam olmanın derecesi Taşların üzerine de tuz koyabilmekte Kalbini düşünmeye mani olamıyorsun ki Başka birinin göğsünde Neyse ki, Kürt, Alevi olmak doğal bir afet Parmağın sıcaklığı kılın üzerinde Rengin başka bir numarası Çok güzel ve çok sessiz olmak Rakkas kırıyor dizlerini Dogrulmak yeniden mümkün olsun diye Toprak yoğun kokmaya başlayınca Ve isyan ulaşır doğaya Mükemmel havalar ve acılar Aynı akışkanlıkta belleğimde sesler var asla duyamadığım çığlık katsayısı yoğunluğunda küfreder gibi gelmişine geçmişine senin.... |