TANRILARA REDDİYE
Yükün ağır hırdavat
Dök ayine zerzevat O kağıt siyah ve boş Kim okur yazar sunak Kabul olmaz bu telaş Ne susuş ne de savaş Daha ötesi gerek Bu sunak koyun ve aş Sen reddiyeden sakın Eğer gülerse kabil Onu tanrılardan bil Onlar ki, yoz ve sefil Ne zencefil, kuru dal Onlar sanrı ve hayal Hep kanına şerikler Sen oldukça kör, aval 24.12.2012 |
ADEM’İN İKİ OĞLU (KABİL-HABİL) KISSASI NE ANLATIYOR
TDK sözlüğünde “çit” sözcüğü şöyle tanımlanmış: “Bağ, bahçe, bostan vb. yerlerin çevresine çalı, kamış, ağaç dalı gibi şeylerden çekilen duvar türü, çeper, barı…”
İyi de, bunun Habil-Kabil kıssasıyla ne alakası var diyeceksiniz…
Var, var; tam da mesele bu.
Bakın nasıl…
***
Kur’an’da “Adem’in iki oğlu” denilerek isim vermeksizin anlatılan kıssa şöyle geçiyor:
“Onlara Adem’in iki oğlu kıssasını anlat. Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. Birisi “Seni kesinlikle öldüreceğim” derken, diğeri “Allah ancak takva sahiplerinden kabul buyurur. Sen öldürmek için bana el uzatsan da ben öldürmek için sana el uzatmayacağım. Çünkü ben Alemlerin Rabbi Allah’tan korkarım. Dilerim, hem benim, hem de kendinin günahını yüklenip cehennemi boylarsın.” dedi.
Kardeşini öldürmek, kendini kaptırdığı ihtirasına hiç de zor gelmedi ve böylece kaybedenlerden oldu. Derken Allah kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi için yeri deşen bir karga gönderdi. Bunun üzerine “Yazıklar olsun, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömemedim” diye vicdan azabı çekti…” (Maide; 27-31).
Görüldüğü gibi kıssada ana konu “cinayet” olayıdır.
Yani “yeryüzünde kan döküp fesat çıkaracak olanın” somutlaştırılması…
Hemen sonraki ayette de, bunun tüm insanlığı öldürmek gibi olacağı söylenerek insanlık tarihinde en büyük suçun “adam öldürme” olduğunun tescil ve teyid edilmesi…
Gerçekten de baktığımızda, bugün dünya hapishanelerinde suçluların hangi suçtan mahkum olduklarına baktığımızda, bunun, “adam öldürme ve yaralama” denilen ve bütün ülkelerin ceza yasalarında suç kabul edilen fiil olduğunu görüyoruz. İkinci sırada hırsızlık, gasp, üçüncü sırada tecavüz suçları geliyor…Adam öldürme veya yaralamaların neden olduğuna baktığımızda da en çok para, mal, mülk, tarla vs. davalarının geldiğini görüyoruz.
Demek ki “Adem’in iki oğlu” sen, ben, o; hepimiz oluyoruz. Muhatap geniş zaman kipi içinde tüm insanlık yelpazesi oluyor. Yaşayan kıssa mantığı çerçevesinde düşünülerse bunu anlamak gayet kolaydır. Birbirini öldüren her iki “Adam’ın” hikayesi “Adem’in iki oğlunun” hikayesi olmakta…
***
Kıssadan “Ne yaptı?” sorusuna “Cinayet işledi, adam öldürdü” cevabını alıyoruz. Fakat “Niçin öldürdü? Sebep neydi?” sorusunun cevabı orada verilmiyor. Bunun için Kur’an’ın diğer başka kıssalarına bakmamız gerekiyor.
Kur’an kıssalarının hepsi derin bir örgü içinde “Kıssaların anası” ile irtibatlı olduğundan, “Adem’in iki oğlunda” geçen olayın nedenini “Adem kıssasının” içinde buluyoruz. Malum, Adem kıssası da doğrudan seni, beni, onu; hepimizi anlatmakta.
Kıssaların anasında “ilk günah” neydi? Mülkiyet hırsı… “Vesveselerin anası” neydi? Mülk sahibi olacaksınız (en tekûne melekeyn) ve yıkılmayacak bir mülke (mülkü lâ yeblâ) kavuşacaksanız ve böylece ölümsüzleşeceksiniz…(bkz. “Kıssaların anası 1-2” başlıklı makaleler).
Adem’in iki oğlu gibi, Kur’an’da isim verilmeksizin başka bir iki oğul daha anlatılır: Bahçe sahipleri kıssası… Burada da iki kişi konuşturulur. Fakat tartışma cinayetle sonuçlanmaz. Habil-Kabil diye Tevrat’da isim verilerek anlatılan kıssa ise, Kur’an’daki gibi cinayetle sonuçlanır. Tevrat’da Kabil’in Habil’i “bahçesine” götürdüğü, tartışmanın “orada” geçtiği, “orada” saldırıp öldürdüğü ve yine “oraya” gömdüğü söylenir.(Yaratılış; 4/1-8).
Buradan, Adem’in iki oğlu arasında bir bahçe (tarla/mal/mülk) tartışması yaşandığını anlıyoruz. Bu da bizi doğrudan “Bahçe sahipleri” kıssasına götürüyor.
Demek ki Kabil bir bahçe sahibidir.
“Bahçe sahibi” olmak ise, malum, Kur’an lisanında “mülk hırsını” ifade eder. Ve doğrudan “vesveselerin anasını” somutlaştırır. Şeytan, dört yoldan yaklaşarak insanı mülk hırsına kaptırır: Soldan (servet), sağdan (siyaset), önden (şehvet) ve arkadan (şöhret)… Bunların hepsi mülk hırsını ifade eder ve biz Ademoğullarının ayağının kaydığı yerlerdir. Bunların hepsinde de Ademoğlu iktidar hazzı yaşar.
Demek ki Kabil, kardeşi Habil’e “Bu bahçe benim, vermem” dedi. Bahçesinin etrafını “çit” ile çevirerek özel mülkiyeti haline getirdi. Habil ise buna karşı çıkarak, burada herkesin, özellikle de yoksulların hakkı olduğunu söyledi. Yerlerin ve göklerin mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu, topraktan, sudan, ateşten, ağaçlardan, meyvelerden tüm insanların eşit yararlanma hakkı bulunduğunu söyleyerek bunları kendine ait kılamayacağını söyledi.
Kabil, emeği olmadan, Allah’ın tüm insanlar için yarattığı temel üretim aracı olan toprağa ve ondan biten ürüne sahip olmaya kalkışmıştı. Emeği olsa bile ihtiyacından fazlasına da sahip olmaya yeltenerek toprağın etrafını çevirmişti. Kamu (insanlık) mülkünü kişiye özel “bahçesi” haline getirmişti. Böylece mutlak kişi mülkiyeti dönemini başlatmıştı.
Oysa ihtiyacından fazla kişisel mülk biriktirmek ateş demekti. Hele Allah (en-Nâs/halk/kamu) mülkünü kendi bahçesi haline getirmek tümden gasp ve hırsızlık demekti. Kişi Allah’ın toprağını eker biçer, karşılığında da emeğinin hakkını alırdı. Daha fazlasına göz dikerek, toprağa sahip olmaya kalmak Kur’an lisanında tuğyan demekti. Kur’an böylesi “bahçe sahipleri” için hep tuğyan ve zulüm kavramını kullanır. Nitekim bahçe sahiplerinde olduğu gibi Adem’in iki oğlu kısassında da Kabil için “nefsine uydu” (ihtirasına yenildi) ve “zalimlerden oldu” deniyor.
Kişi maddeye şekil verebilir; maddenin sahibi olamaz. “Maddeye şekil vermek” emek dediğimiz şeydir. Madde (mülk) Allah’ındır. Onun için şekil verdiğiniz şeyde Allah’ın (yoksulların) hakkı vardır.
Kabil’in sunusunun (kurbanının/yakınlaşma isteğinin) kabul edilmemesinin sebebi işte buydu. Bahçesinden getirdiği ürün, maddeye şekil verdiği değil; maddeye sahiplendiği ürün idi. Kendi yaratmadığı, başkasının hakkından kendi mülkiyetine geçirdiği ürün idi. Ele geçirme, hırsızlık ve gasptan elde edilmiş ürün idi. “İnsan için emeğinden başka hakkı yoktur” (Necm; 39) ilkesine aykırı şekilde elde edilmişti.
Demek ki “Kabil’in kurbanını reddetmek”, Ademoğlunun, her türden toprağa/maddeye sahiplenme ve mutlak mülkiyet iddiasının reddedilmesidir. Aslolanın kurban (nüsuk) değil; mülkle ilişki olduğunun gösterilmesidir.
Bugün de Adem’in iki oğlundan herhangi birisi olan bizler, Allah’a kurban, namaz, hacc gibi nüsuklarla yakınlaşmak ister ve fakat mülkle ilişkimiz bozuk olursa; toprağa, maddeye, rızka ve rızık ürünlerine sahiplenmeye kalkışır, bunlarda Allah’ın (yoksulların) hakkı olduğu ilkesini kabule yanaşmazsak bu nüsuklar bizden de reddedilir. Bilakis Habil gibi sahiplenmez, mülkiyet iddiasında bulunmaz, Allah’ın toprağına, suyuna, ateşine, merasına çit çevirmeye kalkmaz, her şeyi özgür, doğal ve kendi halinde bırakıp sadece “şekil verişimizin” yani emeğimizin karşılığıyla yetinirsek bizden kabul edilir.
***
Yıllar önce bir tefsir dersinde “İlk günah neydi?” diye sorduğumda klasik dindar zihne sahip birisi “Zina etmişlerdi” dedi. Bu durumda “yasak ağaç” cinsellik ile ilgili oluyor. Nitekim ağaç ve elma simgesi hep cinsellikle ilgilidir. Bu konuda Hristiyan teolojisinin çok etkili olduğunu görüyoruz.
Peki dedim aynı derste “Kabil Habil’i niçin öldürmüştü?” Klasik dindarın “zihin dünyasının maddesi” cinsellik olunca cevap da aynıydı: “Kız yüzünden öldürmüştü!”
Adem kıssasında “Ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarıyla örttüler” ifadesi çıplaklık ve cinsellik çağrıştırdığından mıdır nedir, mesele dindarın zihnide hep cinsellik odaklı yer etmiş. Halbuki bu şeytanın vesevesine uyarak “mülkiyet ihtirası içine girdiklerini daha sonra anlayarak utandılar ve yaptıklarına mazeret aradılar” manasında, kıssanın tamamında olduğu gibi sembolik ifadelerdir.
Gerek Adem, gerekse Adem’in iki oğlu (Habil-Kabil) kıssasında cinsellikle ilgili bir gönderme bulamıyoruz. Bilakis Adem kıssasında “mülk” tabiri bizzat kullanılıyor: Mülk sahibi/iki melik olacaksınız (en tekûne melekeyn) ve yıkılmayacak bir mülke (mülkü lâ yeblâ) kavuşacaksınız tabirleri gayet açıktır…
Demek ki asıl mesele mülk (iktidar ve mal) ile ilgilidir.
Cinsellik ve onun uyarıcısı olan şehvet, iktidar (mülk) hırsının cüz’ü olabilir. Şehvet, şöhret servet ve siyaset “yıkılmayacak bir mülk” ihtirasının aracıdırlar. Asıl dürtü mülkiyet (sahip olma) hırsıdır.
Bir şeyi satın aldıkça, çoğaltıp biriktirdikçe duyulan haz (servet), bir koltukta emir verirken tadılan haz (siyaset/iktidar), bir hayranlık muamelesi ile karşılaşıldığında duyulan haz (şöhret), cinsel orgazm anındaki haz (şehvet) ile aynıdır. Nitekim cinsel sorunlardan bahsederken örneğin “iktidarsız” deriz. Hükümetlerden bahsederken “iktidar oldu/iktidara geldi” deriz.
Bunların hepsi sahip olma (mülkiyet) tutkusunun ifadesidirler.
Bu hazlar tadılırken insan, insan olmaktan çıkar. Kendinden geçer ve her türlü yanlışı yapabilir hale gelir.
Bunlara karşı kendine tutabilme (savm/oruç) kişiyi “Adem” yapar.
Demek ki Adem’in iki oğlundan ilki (Kabil) mülk ihtirasını, ikincisi de (Habil) bundan arınmış olmayı sembolize ediyor. İlkinden nüsuk (ritüel) kabul edilmiyor, ikincisinden kabul ediliyor…
Adem’in iki oğlu tam da günümüzü anlatmıyor mu?
Biz hepimiz Adem’in iki oğlundan birisi değil miyiz?