HUZNÜN PENCERSİNDEN
Geceleri pencere kenarına geçip geleceğe bakardı. Sanki geleceği görüyormuş gibi.
Onunki geleceği görmek değildi sanırım. Kurduğu hayallere dalıp gitmekti. Gün yüzüne çıkaramadığı, acısını içten içe an be an hissettiği, içten içe eridiği hayallere… Rüzgâr yine hüznün farklı bir tadında şarkı söylüyordu ona ama onun dinlediği şarkı hep aynıydı. Acı… Kâh yıldızlara bakıp simsiyah gökyüzünde kayboluyor kah yağmurlu bir günde mezar taşında umutsuzluk içinde umut arıyordu. Umudunun adı ise hep hüzündü. Bir yaprak misali hayalleri nereye iterse o hep o tarafa uçuyordu kuş gibi hafif ve bir o kadar da kendinden emin. Kalem kâğıt çıkarıp bir bir dökerdi gözyaşı gibi masum ve hüzün dolu hayallerini. Almış eline kalemi yüreğinin götürdüğü yere gidiyordu sanki kan çanağına dönmüş gözlerindeki uykuya inat… Sonra gözleri geliyor aklına bir kereye mahsus olarak gördüğü ve ömrüne aksettirdiği gözleri… Zamana baktığında 25 yıl geçmiştir çoktan. Ama o gecen zamanın bile farkında olmamıştır. Gözleri gözlerinin önündeyken, hep kaçırdı bakışlarını bakışlarından hayali de olsa bulamadı o cesareti kendinde. Hani ok yaydan çıkıp kalbe saplanır ya bir anda, işte onun kirpikleri de bir ok misali dağlıyordu sanki yüreğini tebessüm edip bakışlarını kaçırmaktan başka bir şey yapamıyordu. Hayata küsüp savrulduğu uçurumlarda hep gözlerine takılı kaldı yüreği, bir türlü düşemiyordu yüreğinden gözleri. Kendi varlığını inkâr edip onun varlığıyla yasamayı öğrendi koskoca 25 yıl. Tutmasa da elini dokunmasa da saçlarına kokusunu içine çekemeyip sarhoş olmasa da pişman değildi asla çünkü onun gözleri yüreğini titretmişti bir defa. Her gece hüzne dalıp acının deminde demlenmekten ne utanıyordu ne de pişmandı çünkü inançlıydı o, geleceği pencere kenarında yıldızlara bakıp rüzgârın söylediği şarkıda buluyordu. Çünkü inanıyordu gecenin ardının aydınlık ve biliyordu yaprağını döken ağacın bir gün filizlenip çiçek açacağına… |